BALKANLARIN SESİNİ MECLİS'E GÖNDERİRKEN...
RUMELİ BALKAN FEDERASYONU GENEL BAŞKANI AVUKAT ÖZCAN PEHLİVANOĞLU, BALKAN TÜRKLERİNİN SESİNİ DUYURMAK ÜZERE MECLİS YOLUNDA.
Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;
Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum.
Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melal!
Gezdim o yaşta dağları, hülyam içinde lal...
Aldım Rakofça kırlarının hür havasını,
Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını,
Her yaz, şimale doğru asırlarca bir koşu...
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu.
Mağlupken ordu, yaslı dururken bütün vatan,
Rüyama girdi her gece bir fatihane zan.
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular...
Mahzun hudutların ötesinden akan sular,
Gönlümde hep o zanla beraber çağıldadı,
Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı.
Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yar"!
Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar,
Gittim o son diyara ki serhaddidir yerin,
Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!
Garbin ucunda, son kıyıdan en gürültülü
Bir met zamanı, gökyüzü kurşunla örtülü,
Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;
Gördüm güzel vücudunu zümrütleyen deri
Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean;
Bakam ve anladım ki o ejderdi canlanan.
Sonsuz ufuktan ah o ne coşkun gelişti o! Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!
Yelken vapur ne varsa kaçışmış limanlara,
Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!
Yalnız o kalmış ortada, âsi ve bağrı hun,
Bin mağra ağzı açmış, ulurken uzun uzun...
Sezdim bir âşinâ gibi, heybetli hüznünü!
Ruhunla karşı karşıya kaldım o met günü,
Şekvanı dinledim, ezeli muztarip deniz!
Duydum ki ruhumuzla bu gurbette sendeniz,
Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı;
Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı
Yahya Kemal'in bu şiiri hepimizin yüreğini titretir, fakat ataları Balkan coğrafyasından su içmiş olanları bir başka heyecanlandırır.
Anadolu coğrafyasını yurt edinen Osmanlı'nın yüzü hep Batı'ya dönük olmuştur.
Osmanlı'nın imparatorluğa yürüyüşünde, Balkan topraklarındaki hikayesinin çok önemli rolü olmuştur. Osmanlı, Balkanlarda başarılı olduğu sürece sözünü dinletebilmiş, ayakta kalabilmiş, küresel aktör olabilmiştir.
Osmanlı, Rumeli'ye adım attığı günden itibaren Batılı 'dostların' korkulu rüyası olmuş, Osmanlı'yı geldiği topraklara göndermek için elele verilmiştir.
Bugün üyesi olmak için çırpındığımız coğrafya, bize hiç de yabancı değil. Soykırıma varan baskılara rağmen, Avrupa'nın çok geniş bir bölümünde bizim canlarımız, bizim insanlarımız, bizim kültürümüz, bizim tarihimiz yaşıyor ve yaşatılıyor.
Hep söyledik; yeri geldi, yine söyleyeceğiz: Türkiye'nin güvenlik sınırları siyasi sınırlarının çok ötesinden başlar. Bu nedenle, Balkan coğrafyasına yabancı kalmamız, ilgisiz kalmamız mümkün değildir. Edirne sınırlarının iki yanında, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış yüzbinlerce parçalanmış aile yaşıyor. Edirne sınırının her iki yanındaki bu insanlar, bütün olumsuzluklara rağmen birbirlerine tutunmaya çalışıyor, birbirlerinin dertlerine derman olmaya çalışıyorlar.
Avrupa coğrafyasındaki izlerimiz soykırıma varan katliamlar eşliğinde bir bir silinirken, biz, yalnızca seyrettik; seyrediyoruz. Balkanlar'daki o muhteşem mirasımızı bugün, Osmanlı'nın rolünü çalan Amerika sahiplenmeye çalışıyor. Fakat, yalnızca kendi çıkarlarını ön planda tutan stratejiler uygulamasından dolayı, bu coğrafyaya da mutluluk getiremiyor.
Kültürel mirasımızın bütün canlılığı ile yaşadığı bu coğrafyaya bu denli yabancı kalmamızı anlayabilmek mümkün değil.
Balkan coğrafyasını yurt edinmiş milyonlarca insanımızın uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını korumak, bizim en azından görevimiz değil mi?
1913'de imzalanan İstanbul Anlaşması, Bulgaristan'daki Osmanlı vakıflarını ve vakıf mallarını garantiye almıştır; 1919 'da imzalanan Neulliy Anlaşması, Bulgar Anayasası'nın temelidir ve anayasadaki hükümler bu anlaşma ile çelişkili olamaz; 1925 Ankara Anlaşması da Bulgaristan'daki Türklerin haklarıyla ilgilidir.
Lozan Anlaşması'yla, Batı Trakya ve Yunanistan'da yaşayan Türklerin hakları korumaya alınmıştır.
Peki, Balkan coğrafyasında yaşayan insanlarımız, bu anlaşmalardan ve AB mevzuatından doğan haklardan yararlanabiliyorlar mı?
Ne yazık ki hayır. Ne politikacılarımız ne de medyamız tarihimizin ve kültürümüzün bir parçası olan bu insanların dertlerine yeterince ilgi göstermiyorlar. Uzun zamandır sözü edilen 'Dış Türkler Bakanlığı' bir türlü kurulamadı. Ne doğumuzdaki ne de batımızdaki geçmişimizle elele veremedik. Veremedik, ama mirasımıza sahip çıkmamamızın cezasını çekmediğimiz söylenebilir mi?
BALKAN TÜRKLERİNİN SESİNİ MECLİS'E GÖNDERİRKEN...
Bu seçimlerde, Balkanlarda yaşayan insanlarımızın haklarını savunacak güçlü bir sesi Meclis'e gönderiyoruz. Rumeli Balkan Federasyonu Genel Başkanı Avukat ÖZCAN PEHLİVANOĞLU, MHP'den milletvekili adayı. Pehlivanoğlu'nun dedesi Selanik doğumlu; ailesi anılarını Balkan topraklarında bırakarak Anadolu'ya göç edenlerden. Dede tarafı, 1923'de Lozan Antlaşması sonucunda yapılan mübadeleyle Selanik'ten İzmir Menemen'e göç etmişler. Babaannesi de Midilli Adası'ndan Ayvalık'a çıkmış. Anne tarafı, 93 Harbi'nin ardından Bergama'ya yerleşmişler. Pehlivanoğlu,Menemen'de, mübadele karşılığı verilmiş olan eski bir Rum evinde dünyaya gelmiş.
Pehlivanoğlu'nun tarafı Ananolu'ya göç ederken üçe bölünmüş; bir bölümü Tekirdağ Malkara'ya, bir bölümü İstanbul Tuzla'ya, bir bölümü de İzmir Menemen'e yerleştirilmişler. "Göç bir ailenin yaşayabileceği en ağır travmalardan biridir" diyen Pehlivanoğlu'nun babaannesi, ağabeyi ve ablasıyla 40 yıl sonra buluşabilmiş.
Pehlivanoğlu, vatan bilinen topraklardan kopup gelmenin acısını yaşamış bir ailenin evladı olarak Meclis yolunda. Yıllardan beri, Balkan Türklerinin dertlerini, haklarını her fırsatta, her platformda dile getirmek için üstün bir çaba gösteren Rumeli Balkan Federasyonu Genel Başkanı Avukat Özcan PEHLİVANOĞLU'na başarılar diliyoruz.
mksalli@yahoo.com
http://www.oncevatan.com.tr/Detay.asp?yazar=3&yz=10559