Mübâdil Patriyotlar...
[Târih yazmak, târih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sâdık kalmazsa, değişen hakîkat insanlığı şaşırtacak bir mâhiyet alır. Atatürk]
24 Temmuz 1924 târihli Lozan Antlaşması´nın bir maddesi, Türkiye-Yunanistan arasındaki nüfus değişimini düzenliyordu. Buna göre, Türkiye´deki Ortodoks Hıristiyan Rumlar Yunanistan´a, Yunanistan´daki Türklerin yanında diğer İslâm nüfus da Türkiye´ye göçürüleceklerdi. Nitekim de, anılan göç bu Antlaşma çerçevesinde gerçekleşmiştir. Türkiye´den Yunanistan´a göçen Rumların arasında Türk Ortodoks Hıristiyan Gagavuzlarla, gene Türk Ortodoks Hıristiyan Karamanlılar da bulunmuşlardır. Yunanistan´dan Türkiye´ye yönelen göçün içindeyse, Türklerin yanında Bulgarca konuşan Pomaklar, Romence konuşan Ulahlar, Rumca (Yunanca) konuşan Patriyotlar ve herhâlde kendi dilleriyle konuşan Arnavutlarla Çingeneler de bulunmuşlardır. Bu unsurların, ana dilleri yanında komşu dilleri de bilip konuşmuş olabilecekleri mümkün ve muhtemel ise de, bu husus konumuzun özüne dokunmayacaktır.
Türkiye´nin ve dar anlamda Trakya´nın etnik grupları içinden biri de Patriyotlardır. Trakya´da Çatalca´yla Silivri ve Anadolu´da Ankara, Aydın, Bursa, Eskişehir, İzmir, Manisa ve Niğde´nin merkez ve çevresinde yaşayan Patriyotların ataları Yunanistan´daki Makedonya bölgesi ve Girit´ten göçmüş Rum olup, Osmanlı devrinde Ora´larda İslâm´a girmişlerdir.
Yaşlı-başlı Patriyot göçmenler Türkçe yanında hâlâ da anadilleri Rumcayı (Yunancayı) konuşmaktadırlar. Yakın zamanda öğrenmiş bulunmaktayız ki, gençler içinden de bu dili bilip konuşanlar hiç de az sayıda değildirler! Çünkü, Patriyotlar Türkiye´ye geldikleri sırada henüz Türkçe bilmiyorlardı. Grekçe, Rumca veyâ Yunanca dediğimiz ise onların ana dilleriydi. Daha sonra elbette Türkçe öğrenmiş olmalarına rağmen, eski dillerini kendi aralarında da olsa konuşmalarının gerekçesi tahmin edilebilmektedir. Hâl böyleyken, bâzı Patriyotlar, durduk yere ve neden gerektiyse, kendilerine Türk ırkından kökler aramaktadırlar!
Oysa, Atatürk kısa ve veciz bir cümleyle bunu esastan çözmüş bulunmaktadır: Ne mutlu, Türküm diyene! demiştir. Bu demektir ki, senin kökenin her ne olursa olsun, bu ülkede yaşıyor ve Türklüğü de benimsiyorsan, ne mutlu! Çünkü, Atatürk mensubu olduğu Türk ırkını ne kadar seviyorsa da, diğer etnik unsurları da bağrına basan bir anlayıştaydı. Onlar yeter ki, Türklüğü benimseyip Türkiye´yi sevsinlerdi. Yâni O, bir milliyetçi ve fakat ırkçı değildi.
Kaldı ki, Ülkemizde meselâ Arnavut aslından olmakla Adanalı olmak veyâ Abaza olmakla Ankaralı olmak, Anayasa şemsiyesi altında, hukuk ve siyâset temelinde eşittirler. Meğer ki, vatanın menfaati karşısında suç işlememiş olsun! Yeter ki, vatana ihânet etmemiş olsun!
Patriyotların, Anadolu´da ne kadar tanınmakta olduklarını bilmiyoruz. Trakya´ya gelince, yaşadıkları muhitten uzaklaştıkça daha az tanınmaktadırlar. Şu var ki, onları tanıyan herkes, haklarında yeteri kadar da bir bilgiye sâhiptirler. Durumlarının diğer gruplar karşısında nispeten orijinal olması, bu tanınmışlığı bir bakıma kolay kılmaktadır.
Patriyotların geçmişinde Tepedelenli Ali Paşa´nın büyük rolü olduğu söylenir. Nitekim târih kayıtlarına da bakılırsa bu husus pekâlâ da mümkün görünmektedir. Şöyle ki: Anılan Ali Paşa 1744´te Arnavutluk-Tepedelen´de doğmuş olup, 1822´de de Osmanlı ordusunca Yanya´da öldürülmüştür. Kendisi, görevde olduğu Yanya´yla bunun çevresinde âdetâ devlet içinde devlet gibi hüküm sürmüştür. İcraatının önemli biri, Yanya dolayındaki Suli denen kasabanın Suliot "Sulyot" adındaki Rum sâkinlerini yok etmesidir. Burada yok edilmekten kasıt, elebaşlarının öldürülüp diğerlerinin İslâm´a sokulmaları anlamına gelse gerektir. Yoksa, bütün bir toplumunun çoluk-çocuk denmeden katledilmiş olmaları aslâ söz konusu olmamalıdır! Olay, Batı dünyâsında tam bir katliam olarak görülerek, bunun yağlı boya tabloları bile yapılmıştır. Hâl böyleyken, bunları ressamın, konunun câzibesine kapılarak hayâl gücünü çalıştırmasına bağlamalıyız.
Ancak... Ali Paşa husûsunda şöyle bir kopukluk hemen dikkati çekmektedir: Patriyotların Türkiye´ye göçtükleri Grabene, Kozani, Nasliç, Serez başka yerlerdir, Suli gene başkadır. Gerçi, bunların hepsi de, Kuzey-batı Yunanistan ve Makedonya´da birbirlerine yakın, hattâ bitişiktirler. Bizim bilgi birikimimiz bu noktayı izah için yeterli olmamaktadır. Bunun için çok daha derin araştırma gerekecektir.
Patriyotlara ilişkin olarak şu hikâye de anlatılıyor: Osmanlılar Balkan savaşında yenilip geri çekilirlerken, Grabene şehri Yüzbaşı Bekir Fikri komutası altında iki yıl daha direnmişmiş! İşte bu yüzden, bunlara vatansever anlamında "Patriyot" denmişmiş! Kendilerinin anlattıkları ve gene kendilerinin dinledikleri bu hikâyenin, Patriyotlardaki yersiz ve gereksiz "Türk ırkı" kaygılarından doğduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, vatansever anlamıyla bilinen Patriyot sözü aslında Yunancadır. Fransızcayla İngilizceye buradan geçmiştir. Vatansever anlamının yanında bir de vatandaş ve hemşehrî demektir. Bizim Patriyotlarımız herkesten daha çok vatansever olabilir, bu Ülke´yi de herkesten daha çok sevebilirler. Buna da bir îtirâzımız olamaz. Ancak onların Makedonya´daki Patriyot adlarının anlamı, sâdece vatandaş ve hemşehrîdir! Kendilerine, Ora´da vatansever denmesi için hiçbir sebep yoktur! Bunu diyecek kimse de yoktur! Böyle bir olay eğer gerçekten yaşanmış olsaydı, olayın kahramanları Türkler idiyseler, vatansever diyecekler de Türkler olacaklardı. Hem de bunu Türkçe söyleyeceklerdi ve de vatansever değil, o günkü dil ile vatanperver diyeceklerdi! Oysa kelime Yunancadır! Kaldı ki, hiçbir târih kaydında, böyle Bekir Sıtkı diye bir hikâye anlatılmamaktadır. Ora´da, Türklerle Grekler (Yunanlılar) arasında 1897´de yaşanmış ünlü bir Dömeke Savaşı vardır ki, bunu da zâten Türkler kazanmışlardır! O zaman Grekleri elimizden alan ancak Avrupalılar olmuşlardır!
Ayrıca, Grabeneli Patriyotların hikâyeleri var sayalım ki gerçek olsun. Öyleyse, Kozani, Nasliç ve Serez´den göçen Patriyotlar nasıl vatansever olmuşlardır? Neden, onlara da aynen Grabeneliler gibi Patriyot denmiştir!? Burada, bir de Giritli Patriyotlar hatırlanmalıdırlar! Onların da mı birer Bekir Fikri´leri olmuştur! İşte bunlar, durduk yerde bir takım arayışlara girmiş Patriyotları zorda bırakacak cevapsız sorulardır! Türk ırkı peşine düşen o bir takım Patriyotlar, şu husûsu hatırlarından hiç çıkarmamalıdırlar: Osmanlılar Rumeli´ni fethettikten sonra, Bura´yı Türkleştirmek için ve bir plan çerçevesinde Anadolu, Sûriye ve Kırım´dan Türk nüfus göçürmüşlerdir. Yâni, bu o gün için bilinçli ve tutarlı bir politikadır. Pekiyi, "biz ırken de Türküz" diyen Patriyotların Türkçe konuşmamalarına ne demelidir? Rumeli´ni Türkleştirecekleri yerde, Ora´da kendi kimlikleri ve dillerini mi kaybetmişlerdir!? Kendisine asimilasyon gibi belli bir görev biçilen ve üstelik hâkim bir Türk unsur, kültürünü kaybedip alt statüdeki astların dilini konuşmuştur, öyle mi!? Olacak şey midir bu!?
Öyle anlaşılıyor ki, Yunan Makedonya´sında ve hattâ Girit’te, Ora´nın İslâm´a girmiş yerlilerini anlatabilmek için, hemşehrî vatandaş veyâ yerli anlamında Patriyot denmiştir. Kendileri İslâma girmiş olmak sebebiyle Türkiye´ye göçerlerken; Türk, Arnavut, Pomak, Ulah, Çingene olarak bir adın sâhibi olmadıklarından, hâliyle Patriyot diye anılmışlardır. Çünkü, onları anlatacak etnik isim artık budur.
Bu konunun bir yanı da şurasıdır: Patriyotların bizzat kendileri, Makedonya´nın Grabene, Kozani, Nasliç ve Serez bölgelerinden geldiklerini ifâde etmektedirler. Oysa, bu târihlerde, yâni Patriyotların Türkiye´ye göçünden hemen önce yoğun yaşadıkları Grabene´de Türk nüfus sıfırdır! Eldeki târih belgelerine göre, Bura ve Bura´nın geniş çevresi halkı, tamamıyla Grek ve Ulah nüfusundan ibârettir. Nasliç keza tamâmen Greklerle meskûn iken, Serez Bulgar ve Greklerin yanındaki bir avuç Türk nüfusu barındırmaktadır! Hattâ, bunun yanında Yanya gibi yerler dahi Grekler, Arnavutlar ve Ulahlarla meskûndurlar. Lozan Antlaşmasının ırk ve millet değil, din esâsına dayalı olduğu hususu hatırdan çıkarılmamalıdır. Bu demektir ki, Yunanistan göçmenleri arasında Türklerin yanında, İslâm´ı seçmekle Türkleşenler de bulunmaktadırlar. Yunanistan göçmenlerinin bir kısmı, Anadolu´dan göçen Yörük ve diğer bir kısmı da Kırım´dan göçen Tatar Türkleridirler. Kökenleri tam bilinemeyen Konyarlar ise, Türk aslından olmalarına rağmen, Makedonya´ya nereden geldikleri belirsizdir. Konya´dan olabilecekleri gibi, Tatarlardan önce Kırım dolayından da göçmüş olabileceklerdir. Diğer yandan, Makedonya´da yaşadıkları yerde bir şekilde İslam´a giren bir çok cemaatler da bulunmuşlardır. İşte... Lozan Antlaşmasında anılan Türkler dışındaki Müslümanlar bunlardır. Her mübâdil göçmen, "Atalarım Konya´dan göçmüş, ırkım da Türktür." diyecek olursa, Lozan Antlaşmasında anılan Türk olmayan İslâm unsurlar kimlerdir!?. diye bir soru karşımıza çıkacaktır!
Ayrıca, hemen bütün Balkan göçmenleri "benim aslım Konya´dan göçmüş Türktür" demektedirler. Bu Konya takıntısı da yanlıştır. Rumeli´ye göçlerin merkezi sâdece bir Konya olmayıp, neredeyse bin yerdir! Bunu, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri bilgilerine dayanarak ifâde etmekteyiz. İşte bu kadar geniş bir alandan Rumeli´ye göçülmüştür. Anadolu ve Suriye´den Yörükler göçerlerken, Kırım dolayından da Tatarlar gelmişler ve Rumeli´nde birlikte harman olmuşlardır.
Şimdi, Makedonya etnik İslâm gruplarının İngilizce kaynaklardan sağladığımız nüfuslarını verelim: Yaklaşık ve yuvarlak rakamlarla; 500 bin Türk, 150 bin Pomak, 110 bin Arnavut, 15 bin Roma (acaba Çingeneler mi?), 14 bin Grek yâni Yunanlı (yâni Patriyot) ve 3 bin Ulah yâni Romen. Öyle sanıyoruz ki, bu 3 bin Ulah da Türkiye´de Patriyot sayılmaktadırlar. Bütün bu unsurlar, Osmanlı Balkanlarda küçülüp geriledikçe Türkiye´ye göçe başlamışlardır. Öncelikle, Balkan Harbi sırasında Türkiye´ye 100 bin dolayında Türk göçmüş. Bunun, Mübâdele dönemine kadar zaman-zaman sürdüğü anlaşılmaktadır. Mübâdele sırasında da, Türk ve diğerleriyle birlikte 375,976. İslâm nüfus daha göçerek Yunan Makedonya´sı bu açıdan boşaltılmıştır.
Türk asıllı göçmenlerin özellikle de yetişkin erkekleri, geldikleri yerlerin dillerini elbetteki biliyor, bunu da konuşabiliyorlardı. Ne var ki, Türkiye´ye döndükten sonra geride kalan dili aslâ konuşmamışlardır. Patriyotlarsa ana dillerini Bura´da da konuşmakta devam etmişlerdir. Çünkü, başlarda Türkçe´yi öğrenene kadar bu onlar için kaçınılmaz olmuştur. Patriyotların yeni nesli bir yana, yaşlı-başlı kimliklerin hâlâ da Yunanca konuştukları bilinmektedir! Bu kadar geniş bir anlatımdan sonra, elimizdeki Türkçe, Fransızca ve İngilizce belgelere geçersek... Türkçe olanı Osmanlı Arşivleri belgesidir. Patriyotların, Makedonya´da en yoğun yaşadıkları yer olan Grabene´deki bir İslâm cemaatine işâret etmektedir. Osmanlının ilk devrinde, bu yerde Duralı (Duralu) diyerek Niğde´yle bağlantılı bir cemaat görülmektedir ve bütün bilgi de bundan ibârettir. Ancak, daha sonra buradaki bir İslâm unsurundan hiç söz edilmemektedir. Bu da, anılan cemaatin başka bir yere göçtüğünü düşündürmektedir. Mâlûmdur ki, cemaatler çokçası dînî amacı olmak üzere birleşmiş toplumlardır. Değişik etnik kimliklerden de oluşabilirler. Fransızca belgelerimiz ise, Makedonya´nın bütün etnik gruplarının hayat sahalarını gösteren iki haritadırlar. Bunların biri 1911 târihliyken, öteki daha eski bir târihi işâret etmektedir. Eski haritada Grabene, Yanya ve geniş çevresi aralarına Ulahların da sokulduğu Grekler yâni Yunanlılarla meskûndur. Nasliç´te tamâmen Makedonlar yaşamaktadırlar. Serez ise, diğerlerinden farklı olarak hayli geniş bir Türk nüfusla doludur. 1911 haritasına gelince, durum sâdece Serez´de değişmektedir. Buradaki Türk nüfusu büyük ölçüde azalmış görünmektedir. Patriyotların göçtükleri Grabene´yle Nasliç´teyse Türk diye bir unsur yoktur!
Bir metin olan İngiliz belgesindeki durum ise oldukça sevimsizdir. Burada yazılanlar, yukarıda verdiğimiz Ali Paşa olayını doğrular mâhiyettedirler. Yâni katliam gibi! Buna göre, Grabene ve onun yanıbaşındaki Kozani´de Grekler zorla ve kitleler hâlinde İslâm´a sokulmuşlardır. O kadar ki, metinde ancak dağa kaçanların kurtulduğuna ilişkin ifâdeler okunmaktadır!
Bu kadar bir bilgiden sonra konumuzu şöyle bağlamak istemekteyiz: Irkçılığı düşünmeyen Türklerin yanında, Türk ırkçılığı yapan Patriyotlar ne kadar komik ve zavallı duruma düşmektedirler! Öte yandan, kişi, milliyetini bizzat seçebilmeli, kendini ne hissediyorsa da o olmalıdır. Patriyotlar için de bu böyledir. İçinde Türk duygusunu taşıyorsa, biz ki taşıdığından emin bulunuyoruz, mesele bitmiştir. Buna, uydurma millî destekler aramaya ihtiyaç duyulmamalıdır. Kısacası, etnik kimlikler ancak ilmin konusu olabilmelidirler. Artık kaynaşmış, bir bütün olmuş toplumların bölünmelerine gerekçe değil. Yazımıza Atatürk´ün târih üzerine bir sözüyle girmiştik. Buna paralel olarak biz de şunu ifâde edelim: Birileri yalandan mutlu olsunlar diye de, târih gerçeği değiştirilemeyecektir! Ülke´mizin Türk potasında erimiş bunca etnik grup yanında, demek ki bir de Patriyot denilen vatandaşlarımız bulunmaktadırlar. Mesele, işte bu derecede basit bir husustur. ...ve bundan öteye hiç şey değil!
Mete ESİN
http://www.edirne.web.tr