GÖÇLER, SÜRGÜNLER VE TÜRKİYE'NİN KURUCU UNSURU OLARAK MUHACİRLER
"Osmanlı’nın kaybettiği topraklardaki Müslümanlar katledilmiş ve göçe zorlanmıştır. 1914 itibariyle nüfus verileri incelendiğinde bugünkü topraklarımızın Müslüman nüfusunun hatırı sayılır bir oranının muhacir olduğu görülecektir."
İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ / Hukukçu
Bir milletin hangi unsurlardan teşekkül ettiği ve nasıl meydana geldiği hususu ilk bakışta izahı hayli kolay bir mesele gibi görülmekte ve makul olduğu izlenimi verilen fikirler serdedilip tarifler yapılmaktadır. Artık ırk ve etnik kökene pek atıf yapılmasa da bugün üzerinde tartışma yaratılmak istenilen “Türk Milleti” vakıası ve mefhumu da bu kolaylıktan nasibini almaktadır.
Türk, Türklük, Türk Milleti kavramları hakkında ileri sürülen görüşlerin hangi saik ve sebeplere istinat ettiği kadar hangi vakıa ve tecrübelere ya da tercihlere dayandığı da önemlidir. Müslüman bir etnik unsurun belli bir tarih diliminde fetih ve göçlerle yerleştiği ve bugünkü kalıp ve değer yargılarına göre ilk başlarda etnik bütünlüğünü de koruduğu belli bir bölgede o etnik unsurun bir rüknünün ve yine o bölgenin belli bir bölümünde inanılmaz bir şekilde büyüyerek meydana getirdiği devlet ve o devletle müradif bir “millet” için elbette farklı şeyler söylenmesi tabiidir.
Osmanlı Beyliği’nin devletleşirken sadece topraklarını değil, nüfusunu da büyüttüğü bir vakıadır. Her ne kadar İslamiyet’in amir hükümleri gereği hâkimiyet altına alınan gayrimüslim nüfusun -rıza faktörünün daha baskın ve belirleyici olduğu devşirme siyaseti hariç- Müslümanlaştırılması cihetine gidilmemişse de burada zikre lüzum duymadığımız sebeplerle birçok gayrimüslim unsur İslamiyet’i tercih etmiş, zaman içerisinde Müslümanlar baskın nüfus olmuşlardır. Rumeli’nin Türkleşmesiyle ilgili az da olsa farklı görüşler mevcutsa da İslamlaşmasının Osmanlı’yla gerçekleştiği her türlü tartışmadan azadedir. Arnavutlar, Boşnaklar ve Pomaklar Osmanlı döneminde müslüman olmuşlardır.
KAFKAS VE BALKAN SÜRGÜNLERİ
Tartışma konusu olmayan bir gerçek de Osmanlı’nın bir Rumeli devleti oluşudur. Osmanlılar yönünü hep Batı’ya çevirmiş, ilk fetihler burada gerçekleşmiş, Batı Anadolu Türk nüfusu ilk önce buralara iskân edilmiştir.
Osmanlı topraklarına dâhil edilen ve gayri Türk sakinleri İslamiyet’i tercih eden Kafkasya bölgesi ise Türk iskânına ya konu olmamış ya da iskân kayda değer oranda gerçekleşmemiştir. Bilebildiğimiz kadarıyla çöküş dönemine kadar Osmanlı topraklarında salt Müslümanlardan müteşekkil bir topluluk oluşturma düşüncesi sadece Yavuz Sultan Selim tarafından dile getirilmiş ancak bu girişime Zenbilli Ali Efendi cevaz vermemiştir.
Millet mefhumunun Fransız İhtilali ile bugünkü manasına kavuştuğu kabul edilirse farklı bir izah tarzı getireceğimiz Türk Milleti kavramının oluşum sürecinin başlangıcını da Rusya faktörü dışında bu hadiseye kadar götürebiliriz. Çünkü bu tarihten önce de Osmanlı mağlup olmuş, toprak kaybetmiş ama sosyal ve demografik açıdan hayatî bir müşkülle karşılaşmamıştı. Henüz homojen bir millet oluşturma gayesiyle hareket eden etnik-dini gayrimüslim unsurlarla ve bu düşüncenin sebep olduğu göç olgusuyla karşılaşılmamaktadır.
Konumuz açısından dertlerin başlangıcı, Osmanlı Devleti’nin mağlup olup toprak kaybetmesi değildir. Ne zaman ki kaybedilen topraklardaki Müslümanlar, Müslüman oldukları için, kaybedilen topraklardaki galiplerin homojen bir nüfus meydana getirme niyet ve düşüncelerine zararlı telakki edildiler, o andan itibaren sırf bu sebeple katledildiler ya da göçe zorlandılar. Ancak o an için bu sadece çaresiz Müslümanların elde kalan topraklara sığınması mahiyetindeydi. Zaman içinde Rumeli’de de topraklar kaybedilmeye başlanıp aynı zamanda buralara 4-5 asır önce iskân edilmiş Türkler de elde kalan topraklara hicret etmeye başlayınca göç artık tamamen farklı bir hüviyet kazanmaya başladı. Kafkasya’daki ve Rumeli’deki toprakların kaybı ve oradaki Müslümanların elde kalan topraklara göçü artık siyasî bir renge bürünmektedir. Daha önce Kafkasya’dan göç eden ve bilhassa Rumeli’ye iskân edilen Müslümanlar kendi dilleri, kültürleri ve zenginlikleriyle yerli Müslümanlarla kaynaşamadan bu defa o Müslümanlarla yeni bir göçe maruz kalmışlar, daha iç topraklara iskân edilmişlerdir.
93 Harbi’nin sebep olduğu göçle birlikte makas biraz daha daralmıştır. Tuna eyaletindeki Türklerin, Pomakların ve Çerkezlerin göç edecekleri toprak daha da sınırlı hale gelmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun işgal ettiği Bosna-Hersek’ten çok sayıda Müslüman da zaman içinde daha sonradan Makedonya ismiyle gündeme gelecek bölgeye veya bugünkü topraklarımıza hicret etmişlerdir. Kafkasya’da da benzer şeyler olmuş; bu harp sebebiyle asgari 300 bin Gürcü hicret etmiş ve çoğu da Doğu Karadeniz’e iskân edilmiştir.
Balkan Harbi ise bu göç dalgasının en öldürücü ve acımasız olanıydı. Bu defa Türkler, Çerkezler, Pomaklar ve Boşnaklara ilaveten bir kısım Arnavut da elde kalan topraklara göç etti. Bu göçlerle birlikte yeni ve siyasî bir millet teşekkül etmiştir. Muhterem Hocamız Kemal Karpat’a göre Osmanlı Devleti’nin kaybettiği topraklardaki Müslümanlar, galipler tarafından genelde homojen bir millet meydana getirmek için katledilmiş ve göçe zorlanmıştır. Bu Müslümanlar, sırf Müslüman -ki aynı zamanda Osmanlı tebaasıdır- olduklarından galip dini-etnik gayrimüslim unsurlar tarafından kendilerine kaybedilen topraklarda yaşama imkânı verilmediği için elde kalan topraklara göçmüşler ve İslam temelli yeni bir millet oluşturmuşlardır. Bu Müslümanların belli bir devletin (Osmanlının) elde kalan topraklarında kaynaşarak bir arada yaşama arzusu, birlikte gelecek tasavvuru artık merkezinde Müslümanlığın bulunduğu siyasî bir “Türk Milleti” inşasına yol açmıştır. Bu insanları bir arada yaşatacak, kaynaştıracak en önemli olgu nikâh müessesesidir. Müslüman olmak kaydıyla Pomak, Çerkes, Kürt, Arnavut, Laz, Boşnak unsurların birbirleriyle evlenmesinde hiçbir mani yoktur. Yaşananlar da bunu doğrulamıştır. Bugün Muş’ta bir Çerkez, Elazığ’da bir Pomak, Diyarbakır’da da bir Arnavut kökenliye tesadüf etmek mümkündür. Unutulmamalıdır ki, 1914 itibariyle nüfus verileri dikkatle incelendiğinde bugünkü topraklarımızın Müslüman nüfusunun hatırı sayılır bir oranının muhacir olduğu görülecektir.
Hemen hemen her yerde muhacirlerin iskân edildikleri topraklara daha başka bir aşk ve şevkle bağlandıkları söylenir. Bugünkü topraklarımıza göç eden ve hâlâ etnik kökenleriyle bir şekilde ilgili olanların kahir ekseriyetinin hem dinî hassasiyetleri hem de ülke hassasiyetleri had raddededir. Bunun amilleri Müslümanlık, yeni bir kayba tahammül edememe ve bir arada yaşama arzusudur.
Balkan Harbi’nde Bulgarların tek bir ferdi, tek bir hanesi, tek bir hayvanı kalmayacak gaddarlık ve canilikte yaktıkları köylerin Pomaklara ait olması manidardı. Bulgarlar, Pomakların oldum olası Osmanlı’ya, Müslümanlara, Türklere destek çıkmasını, her harpte onlarla birlikte hareket etmesini ihanet telakki etmişler, mesela Makedonyalı Bulgar Çetnikler çoğu kez Türkleri bırakıp Pomakları boğazlamışlardır. Balkan Harbi’nde esas harbin cereyan ettiği Trakya’da Pomakların Bulgarlara verdirdiği kayıplar tarih kitaplarının sayfalarında unutulmaya mahkûm olacak cinsten değildir. Bunun içindir ki, Balkan Harbi’nden sonra da Bulgaristan’dan yüz binlerce Müslüman bu topraklara göç etmiş, Tek-Parti dönemi dâhil hiç kimse bir Pomak’ı etnik Türk’ten ayırmaya kalkışmamıştır. Bugün artık birçok Pomak kökenli vatandaşımız sırf Müslüman oldukları için etnik kökenleriyle bağlarını bile unutmuşlardır. Ancak bilindiği üzere Yunanistan’la yapılan mübadelede Karamanlı Ortodokslar, etnik Türk olmalarına rağmen Rum sayılıp mübadeleye tabi tutulmuşlardır.
GÖÇLERLE OLUŞAN TÜRKLÜK
I. Dünya Harbi’nde şeref hanemize yazılan kahramanlıklara imza atan Kafkas İslam Ordusu’nun ana gövdesini Çerkezlerin teşkil ettiği hatırlardadır. Türkmen ağıdı olan bozlakları bugün en iyi icra eden sanatçının Gürcü, Forsa yazarı Ömer Seyfeddin’in de Çerkez kökenli olduğunu hiç kimse hatıra getirmemektedir. Bu kabil misaller istenildiği kadar çoğaltılabilir.
Türk milleti, ne bir projedir, ne de bir dayatma. Tarihin, hayatın, yaşanan acı hadiselerin eseridir ve belki de başka topraklarda görülmeyecek derecede de ilginç ve sahicidir. Belki de başka hiçbir göç bir millet teşkiline bu denli katkı sağlamamıştır. Türk milleti, etnik Türk unsurunun ismiyle müsemma olsa, bu milletin fertleri bu unsurun dilini konuşsa da artık bu topraklarda yaşayan insanları ifade eden millet kavramı o etnik kökenle özdeş değildir. Bu sebeple bir Kürt de, Pomak da, Arnavut da, Gürcü de kendisini Türk olarak ifade edebilir.
Anayasa değişiklikleri tartışmasında Türk ve Türk milleti tariflerinde yapılması talep edilen değişiklikler üzücüdür; belli dönemin yanlış politikalarına elbette ki tepki gösterilmelidir ama bunun neticesi bir yanlışa başka bir yanlışla cevap vermek olmamalıdır. Böyle bir yanlış tercihte bulunmak tarihi tecrübeleri ve gerçekliği yok farz etmek manasına gelecektir.
avkucukkilinc@hotmail.com
Kaynak: 28 Mayıs 2012 tarihli Star gazetesi