Author Topic: Aren tanımının tarihsel serüveni  (Read 59491 times)

0 Members and 1 Guest are viewing this topic.

Offline istanbul

  • Member
  • **
  • Posts: 10
    • View Profile
Aren tanımının tarihsel serüveni
« on: October 15, 2008, 11:56 »
Arinnitti’nin (Anadolu Güneş Tanrısının) çocukları olarak “Arenler”, Işığın (Alba) çocukları olarak “Albanlar”, Babbar’ın (Sümer Güneş Tanrısının) çocukları olarak “Barbarlar”,.. Bütün bunlar Rodoplar’ın dağlık (Alpin) kesimlerinde yerleşmeye direnen “göçebe” topluluklar için kullanılan sıfatlar olarak çıkıyor karşımıza. Üstelik aynı karakterli toplumlarla alakalı “Güneş Kültü”nün temel motiflerini oluşturduğu ve yerleşikler tarafından Heteredoks (sapkın) olarak nitelenmiş “Bogomiller”in torunları olduğu düşünülen topluluklardır bunlar. Böyle bir altyapı üzerinde karşılaştığımız “Aren “ adlandırması hayli ilginç görünmüyor mu?...

Bitmedi; Rodopların Pomakları (Arenleri) ile “Keltler (Galyalılıar)”in kültürü arasında da ciddi çakışma noktaları var. Rodopların Tulum(gayda)’u Keltlerin torunları olan İrlandalılarda da var mesela,.. Kafkas kültüründe de rastlanıyor bu saza…

Roma hakimiyeti öncesinin Ankara çevresinde; “Galatya” adlı bir devlet kurduğunu biliyoruz Keltler’in. Ankara adı da onlardan miras. İskenderun civarına çıkartma yapan Mısır güçlerini yenip, gemilerini batırdıkları bir savaş sonrasında; başkentlerine kadar taşıdıkları bir gemi çapasından geliyor Ankara’nın adı. Bu savaş için sergilenen bir anıt olarak kullanmışlar onu. “Ankyra”, Kelt dilinde gemi çapası demek. Gelibolu (Gallipoli) adı da “Galyalı (Kelt) Şehri” anlamına geliyor…

Keltlerin (Galyalılar) göçebe bir topluluk olduğunu, meşhur “Asteriks” adlı çizgi romandan hatırlayacaktır herkes. Fransa civarında yaşayan “Barbar” topluluklar olarak, yerleşik Roma düzeniyle çatışmaları anlatılır orda. Roma döneminde bir ara Fransa’ya da “Galya” dendiğini öğreniyoruz bu romandan. Kırım civarından Avrupa içlerine ve Balkanlara yayıldıklarını düşünüyor tarihçiler. Galatya’yı kuranlar; Romalıların Fransa’dan kovduğu topluluklar. İlk yayılış ve daha sonra Galya(Fransa) topraklarından kovulanların geçişi ile; Balkanlara katmerli Kelt akını olmuş yani,.. Galatya Devleti de Roma hakimiyetine girince; göçebe Keltlere haram oluyor Anadolu. Romalı efendilere toprak rantı üreten tarımcı köylüler olmayı reddettikleri için göç yollarına koyulurlar yeniden. İstikamet, merkezi devlet egemenliğinden korunma olanağı sağlayan dağlık arazilere çevrilir gene. Bir kısmı kuzey doğudaki Kafkasya’ya göç eder. Ana kütle ise Balkanlar (Rodoplar) üzerinden Avrupa yolunu tutar. Rodoplar’dan geçen üçüncü dalgadır bu… Göç yollarında ekile döküle Fransa, İrlanda, Galler, İngiltere gibi yörelere dağılırlar.

Tulum öncelere ait bir Anadolu/Rodop sazı mıydı? Yoksa Keltler mi taşımıştı onu buralara? bilemiyorum. Çok eski çağlarda Anadolu’da; benzer bir sazın varlığına dair bulgular mevcut gerçi. Keltler’in göç ettiği ülkelerde hala yaşıyor olması bir biçimde onu benimsediklerinin göstergesi. Konumuz açısından; göç trafiğini izleme olanağı sunduğu için önem taşıyor. Bu trafikte Rodop İstasyonunun; öyle ayaküstü uğranıp geçilen bir durak olmadığına da işaret ediyor bence. Tulum üzerindeki ortaklaşma uzun süre birlikte yaşandığı anlamına geliyor çünkü. Uzun süreli kalış; belirli bir kaynaşma demektir aynı zamanda. Yoğun bir kültür alışverişi de olacaktır kaçınılmaz olarak. Bu nedenle “”Kelt” inançlarına da göz atmak gerekecektir.

“Druid” adı verilen ve “inisiye edilmiş Rahipler” kontrolünde yaşatılan “Kelt” inançları da Paulikan, Bogomil ve Alevi inançları gibi ezetorik (İçrek, Batıni) karakterliydi. Bogomil ve Alevi inançlarında Aziz (Hagia) ve Eren (Evliya, Kamil İnsan) lere denk gelen “Druid”lik dışında halk arasında inançları yayan Derviş, Ozan gibi unsurları (Bard’lar) vardı. İnanç yapısında ağaç kültü (“meşe” özellikle de üzerinde “ökseotu” yaşayan meşe kutsaldı.) öne çıkıyordu. (Bir Pomak pesnasında; Tatarlarla savaşırken yaralanan genci iyileştiren ağaç (orman) perisinden söz edildiğini anımsıyorum!?...) Mağara ve ve Kuyular da önemli bir kutsallığa sahipti. Yaşanan ve öteki dünya arasında geçiş alanı olarak algılanıyordu bu yerler,.. Trakya kökenli ezetorik Orfizm (Orfeusçuluk) mitlerinde de, ağaç ve yer altı kültleri dikkat çeker. Orfeus efsanesinde Ağaç Peri’si önemli bir motiftir. Yeraltı tanrısı “Dis”; Orfizm ve Kelt inançlarında ortaktır.

Rodoplar’a yönelik Kelt göçleri üç dalga olarak gözlenmektedir. Kırım civarından yayılan ilk dalgada bir kısmı buraya gelirken; Avrupa içlerine yönelenler de daha sonra Roma baskısıyla ikinci dalga olarak gelmiş ve Anadolu’ya geçmiştir. Anadolu’da kurdukları Galatya Devleti Roma hakimiyetine geçince de bir kısmı Kafkaslar’a yönelirken ağırlıklı kısmı ise Rodoplar üzerinden Avrupa’a geçmiştir. Bundan başka Anadolu’da Türk hakimiyeti yerleşirken yerli nüfusun İstanbul üzerinden Batıya yönelik sınırlı bir göç yaşadığına işaret eden kaynaklarda vardır. Anadolu yerli nüfusunda önemli izler bırakan “Kelt” kültürü nedeniyle bu son göçü; “Bogomiller’in batıya göçünü destekleyen ardçı “Kelt akımı” olarak yorumlayanlara da rastlanmaktadır. Ezetorik (Batıni,İçrek) inanç formları, ortak kültler ve “gayda” gibi kültürel ürünler; ardışık göçler sonucunda Kelt kitlelerin Anadolu ve Rodoplar arasındaki kültür etkileşiminde önemli taşıyıcı unsurlardan birini oluşturduğuna işaret etmektedir.

Keltler’in yerleşik tarım düzenini temsil eden Roma hakimiyeti sonrasında Galatya’yı terk etmesi; tarımcı Hitit Hakimiyeti sonrasında göçebe karakterli Anadolu yerlilerinde de benzer göçlerin yaşandığını düşünmeyi gerektirmektedir. Böyle bir göçün de; tıpkı Keltler’de olduğu gibi doğu ve batıdaki dağlık ülkelere (Kafkasya ve Rodop) yönelmesi beklenmelidir. Günümüzde Kafkas Kültürü ile Anadolu’nun bilinen en eski halklarından Luwi’lerin kültürü arsında bağlar bulunduğuna dair araştırmalar mevcuttur. Batı Anadolu ve Kafkasya’daki ortak yer adları üzerinden bu bağlantıya dair izler gösterilmiştir. Aren-Arin benzeşmesi de; Arenler’in Hitit hakimiyeti sonrasında yaşanmış bir göç sonucu Rodoplar’a gelmiş Anadolu yerli halkına işaret eden bir olgu olarak değerlendirilebilir.

Balkanlarda Aren-Aren-a-vut (Arnavut)-Alban adlandırmalarının özdeşliği üzerinde durmuştuk. İlginç bir şekilde Arran-Alban eşleşmesi Kafkasya üzerinde de karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde Kuzey Azerbaycan’ı oluşturan bölgeden tarihler; Arrania-Albania olarak söz etmektedir. M.Ö.3. ve M.S. 4. asırlar arasında bölgede “Arrania-Albania” adında bir devletin yaşadığı bilinmektedir. Zaman zaman Pers Hakimiyetinde bir Satraplık olarak adı geçen bu devlette; çok çeşitli etnik unsurların bir arada yaşadığı, topraklarında 25’ e yakın farklı dil konuşulduğuna işaret edilmesinden anlaşılmaktadır. Bu etnik unsurlar arasında sonradan “Pomak” oluşumuna katıldıkları da tartışılan Peçenek ve Kuman’ların da bulunuyor olması hayli ilginçtir. Adlandırma ortaklığı yanında, Tulum (Gayda) sazının kullanımı ve Kaşa,Kaçamak gibi mısır ununa dayalı yemek kültüründeki benzeşmeler; Rodop-Kafkas bağlantısı üzerinde ısrarlı araştırmaları gerekli kılmaktadır. Şimdilik Kafkasya’daki Alban(Arran) toplumu hakkında fikir edinilmesi için bir alıntıyla yetiniyorum.


“‘Albanya Tarihi’ eserinin müellifi M. Kalankaytuklu;,,,, kitabının bir yerinde Albanya hanedan soyunun Yafes neslinden ve Sisakan (bunların Si/saklar yani Sakalar’dan bir boy oldukları biliniyor) (Sünük) kökenli Aran isimli bir hükümdardan geldiğini belirtmektedir.” Bir Hazar Yahudisi olan Kankatuklu Musa’nın aktardığı efsanelerin; Albanlar’ın geçmişini “Aran” adlı bir hükümdar soyuna bağlaması ilginçtir. Kanımca; Güneş Tanrıçası “Arinnitti” ile bağlantısı nedeniyle anaerkil kültüre belirgin vurgu içeren bu adlandırma; ataerkil kültürde yasaklanan eski inanç izlerinin silinmesine yönelik bir çabayla, yeni anlayışta tanrıya vekaleten hüküm süren (Tanrının yeryüzündeki temsilcisi sayılan) “erkek” hükümdarlar soyuna yöneltilmiş olmalıdır. Tıpkı Tanrıçaların zaman içinde aynı nedenlerle (erkek) Tanrılara dönüştürülmesi gibi…

Arrania-Albania İskit (Saka) ların uzun süre yaşadığı coğrafyadır aynı zamanda. Aktardığım yazı da “Albanlar”ı bir İskit grubu olarak ele almaktadır. Yazının diğer bölümlerinde sonradan Peçenek’lere kaynaklık etmiş olabilecekleri tartışılan “Pasianlar”dan söz edilmektedir. Aynı şekilde Sümer Güneş tanrısı “Utu” yu çağrıştıran adlarıyla “Uti” lerden…(Merak edenler verdiğim link üzerinden yazının tam...okuyabilir.). İskitlerin ve sonraki dönemlerde Peçenekler’in, Balkanlar’a, dolayısıyla da Rodoplar’a yoğun göçlerle aktıkları bilinmektedir.

Hitit öncesi Anadolu’sunun “anaerkil” inanç kültleriyle bağlantılı olduğunu sandığım “Arinnitti-Arin-Aren” adlandırmasının Karadeniz’in kuzey ve güneyinden sayısız göçlerle Rodoplar’a taşınmış olabileceğini gösteriyor bütün bunlar. Yalnızca dağlık arazide yaşayan göçebe karakterli topluluklarda korunması nedeniyle giderek yalnızca “dağlı” anlamına indirgenebilmesinin; göçlerle gelip yerleşik düzenle uyumlulaşan kesimlerde, “ataerkil” kültür içinde yasaklanan eski inanç izlerinin silinmesiyle alakalı olduğunu sanıyorum.

“Aren” adlandırmasının; Rodop-Anadolu kültür etkileşimleri ile alakalı olabileceğine dikkat çekmeyi amaçlayan bu yazımı; “Drama”, “Rodop”, “Arda” gibi bölgeye özgü adların Anadolu kültürüyle bağlarına işaret ederek bitirmek istiyorum.

Eski Anadolu Kavmi olan Luwiler’de; “odra/adra” sözü; erkek, koca, eş, özellikle de “ana tanrıçanın kocası; yani (Erkek) Tanrı” anlamına geliyordu. “-u–ma” ekleri ise; … halkı ya da …–lılar, (Truva halkı ya da Truvalılar gibi) anlamı katıyordu söze.. (O)dra(u)ma (Drama) sözü “Tanrının Halkı” yani “Tanrının İnsanları” anlamına geliyordu. (Bkz.: DRAMA SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE ETİMOLOJİK BİR İNCELEME/ Naci ASLAN - http://www.yazimhane.com/modules.php...rticle&sid=416 )

Dağlarda yaşayan “Ana Tanrıçanın (göçebe) Halkı- insanları” (Arin-Aren) karşısında; kentli (yerleşik) tarımcılar, “(erkek) Tanrının Çocukları” (Drama) olarak görülüyordu. Rodoplar’ın eteğindeki bölgenin en eski kentine; Luwi dilinden gelen “Drama” adının verilmesi; Anadolu kültüründe derin izler bırakan yerleşik-göçebe çatışması ile alakalı görünüyor. “Drama” sözü “Aren” sözünün karşıtı gibi,.. Sosyal çatışmanın iki tarafında bulunan insanları ifade etmede kullanılıyor.

Trak dilinde “dağ” anlamına gelen “Rodop” sözünün de “Arin- Aren” sözü ile bağlantılı olduğunu sanıyorum. “Arin” sözcüğündeki “ar” kökü; ışık, beyaz ışık, beyaz anlamına geliyor. Dilimizde temiz, pak (beyaz) anlamına gelen “arı” sözü bu kökle alakalı sanırım. Anadolu Rumcası’nda dağ anlamına gelen “or-o” sözü de öyle… (Trabzon/Maçka’daki Sumela manastırının bulunduğu dağın adı: “Karadağ”dır. Bu ad Rumca’dan aynen çevrilerek Türkçe’leştirilmiştir. Rumca’da “oro” dağ ve “Melas” ise kara anlamına gelir. “Oro(s)melas” Karadağ demektir. Adını bu dağdan alan “Orosmelas Manastırı”, Giderek “Sumela” biçiminde söylenir olmuştur. Benzer şekilde “Toros” adı da dağ anlamı veren aynı “oro’s” kökünden türemedir.) Dağlar güneşin doğup battığı yerlerdir. Yani Güneş Tanrıçasının (ışığın) evi. Bu nedenle adlarının Güneş Tanrıçası (Ar-innitti) ile bağlantılı olması doğal. “Ar” kökünden türeyen “Rodop” sözünün başındaki a/o sesinin düşmesiyle (a-rodop, o-rodop) bugünkü formuna geldiği anlaşılıyor.

Ar-da sözcüğündeki “ar” kökü olduğu gibi korunmuş. Nehir adı olduğuna göre Arinnitti’nın suyu-sütü gibi bir anlama geldiği düşünülmelidir.

Aren (Arran) sözü; Alban sözüyle yanayana kullanılıyor hep. Hitit ve Luwi dillerinde "Işığın İnsanları" (Güneş Tanrıçası'nın- Ana Tanrıça'nın Çocukları) anlamına geliyor bunlar. Ataerkil toplumun sınıflı düzenine direnen ilkel toplumları ifade etmede kullanılıyorlar. Ortaçağın aristokratik tarım toplumlarına diklenen göçebelerini adlandırmada kulanılan "Barbar" sözü; kökünü dayadığı Sümer Güneş Tanrıçası "Babbar"ın adından bağımsızlaşmış görünüyor. Buna bakarak köken tartışmalarında değer ifade etmediğini düşünebilirdik. Ama Rodopların kökleri çok eskilere uzanan şimdinin Müslüman çobanları olan "Arenler"; yakın denecek bir geçmişe kadar Bogomildi, Alevi'ydi. Anadolu'nun yerlisi Luwiler'in, Ana Tanrıça kültüne dayalı inanç sistemi; daha Hitit döneminde; kendisine dayatılan inançları görünüşte benimseyerek yaşatılan "gizli din"e dönüşmüştü. Kendi inanç akidelerini; zorla benimsetilen dinin motifleri arasında gizledikleri sembollerde yaşatan bu "gizli din" taraftarları Bizans "Paulikanları", Bulgar "Bogomilleri" ve Türk "Alevileri" haline gelmişti zamanla. Yani Arenler yalnız adlarıyla değil; inançlarıyla da köklerini Anadolu'ya dayamış görünüyor. 5000 yıllık bir ağaç sanki. Biraz Trak olmuşlar, biraz Slav'laşmışlar, biraz Türk, biraz Arap... Her gelen başka bir meyveyi aşılamış dallarına... Ama onlar; ille de Anadolu Zeytini'nin kurşuni yeşilini yaşatmış görünüyorlar. Adlarıyla, inançlarıyla...

Rodoplar’da yaşayan Arenler’ gibi; en eski dağ, ırmak ve yerleşim adlarında Anadolu Güneş tapımı kültürünün damgası çıkıyor karşımıza. En eski adlandırmalardan başlayan bu karşılaşma göçebe kültüründe yerleşik kültüre oranla çok daha yoğun izleri gözlenebilen “anaerkil” kültlere işaret ediyor hep. Göçebe kültür de çok eski çağlardan beri “ataerkil” kültürün parçasıdır. Ancak ataerkil toplumların ürettiği “sınıf” olgusu bu yapılanmalarda henüz belirginleşmediği için çok silik görünümler altındadır. Bu nedenle “anaerkil” kültürdeki “eşitlik” ilkesinin izleri hala gözle görünür denecek kadar belirgindir. Başka ayırt edici kültürel olgularla birlikte önemli geçmiş izleri olarak ele alınmaya müsaittirler. Yazının kullanılmadığı bu toplumların geçmişini; (yazı kullanan yerleşik kültürlerin yanlı verilerini yorumlama dışında ancak) bu izleri takip ederek araştırmak mümkün olabilmektedir. Zaman içinde daralan alanlarda yerleşiklerle iç içe yaşamanın getirdiği kültürel geçişkenlikler izleri iyice karışık hale getirdiği için bu araştırmalardan kesin sonuçlar elde edilmesi beklenmemelidir. Burada bir sürü benzerlikleri diğer tarihsel verilerle birlikte değerlendirildiğinde bir fikir edinilebilmesine katkı sağlayabilmeleri umuduyla sıraladım. Pomakların geçmişine değişik bir açıdan bakabilmeye kapı aralayabildiysem ne mutlu!...

http://edirnelisesi.13.forumer.com/viewtopic.php?t=429

Offline hillmidal

  • Candidate member
  • *
  • Posts: 2
    • View Profile
Ynt: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #1 on: October 24, 2008, 01:49 »
Evet uzun süredir izlediğim bu adam, Recep Memiş yani Soyka; her yönde sorgulamalar yaparken hayli ilginç yaklaşımlar sergiliyor. Bakın; Pomaklara Masallar "Aren Adlandırması Üzerine bir Deneme" başlıklı makalesine nasıl ek yorum yazmış bir sitede...

Quote from: 'Recep Memiş'
Adı üzerinde, bu yazı; bir pencere aralama, farklı bir bakış denemesiydi. Mevcut bakışların yeniden sınanmasını reddetme önermesi içermiyor kuşkusuz. Ya da henüz görünürde olmayan değişik bakışları...

Agaryan, Ahriyan, Achryani ve Aren söylemleri, verili bir olguyu farklı güdülerle açıklama ekseninde şekilleniyor. Yorumlar birbiriyle çelişse dahi; Pomak oluşumunda, kökenle alakalı olabilecek böylesi bir olgunun reddedilemediğini ortaya koyması yönünden olumlu bir birliktelik sergiliyorlar. Öyleyse bu konu gerçekten irdelenmelidir diye düşünüyorum.

Pomak (Rodop) folklorunda "Trak" renkerini çağrıştıran hayli fazla motif dikkat çekiyor. Nestinare (bir tür ateş dansı) bunlardan biri. Rodop kökenli, suda boğularak ölen sevgili söylenceleri de öyle... Orfeus ve Euridis söylencesi ile alakalı gibi görünüyorlar.

Euridice bir su perisidir. Hebrus (Maritsa, Meriç -belki de Arda'da?..-) nehrinde sulara kapılarak boğulur. Ardından Orfeus kendini sulara atarak Hades'in (ölüler ülkesi, öbür dünya) yolunu tutar. "Deryalar" türküsünde kayığı batan Yusuf ile "Arda Boyları" türküsünde ardından; "Arda'lar aldı ya nerde bulayım" ağıtları yakılan Recep'in kaderi Orfeus'a çok benziyor nedense...

Dikkatimi çeken bu olgu Traklar üzerinde biraz daha yoğunlaşmamı sağladı diyebilirim. Trak kabile adları içinde "Aren" adına yakın bir boy olabilir miydi acaba?.. Bunda, Trak uzmanı bir Profesörün tanıştığımızda bana; "Sen Pomak olmalısın" çünkü burnun sivri, tipik bir Trak morfolojisidir bu ve Pomaklar aslında Traklardan gelme. Slavdillilik sonraki dönemde edinilmiş bir özelliktir." demesinin tetikleyici etkisini de inkar edemem doğrusu...

Araştırmalarım esnasında Traklar arasında çok ilginç bir kabile adına denk geldim. Agriani'ler!...

Şu Yunan tezlerinin Achryani dediği kabile bu olmalı kanımca... Büyük İskender'in ordusunda savaşma, Yunanlaşma iddilarına dayanak olan... Trakların bir dönem Yunan/Makedon kültüründen etkilenmesi, sonra Slavik bir renge boyanması, daha sonra /Osmanlılaşma Türkleşme yönünde biçimlenmesi... Roma döneminde Rumlaşma (Romalılaşma), sonra Slavlaşma ve daha sonra Osmanlılaşma/Türkleşme Balkanlar'ın genel kaderiyle paralel ve reddedilemeyecek bir olgudur aslında. İllirya'da Arnavutlaşma, Karpatlarda Romenleşmenin alt süreçleri de bunlar değil miydi?.. Bu görece yeni kimliklerin, daha önce etkileştiği kültürler nedeniyle Yunanlı ya da Slav olduğundan söz edilebilirmi ki; Pomakların da sırf bu nedenle kendilerinden başka bir kimlik olduğundan söz edilebilsin...

Kimin nasıl yorumlayacağı ayrı bir sorundur kuşkusuz. Ama "Agrian" kabile adı; "Aren" adlandırması ile hayli benzeşme içinde... Üstelik bu kabilenin yaşama alanları ile Arenler'in yaşama alanları neredeyse birebir eşleşiyor. Ergene adı da aslında Agrian sözünün dönüşmüş hali kanımca... Çünkü Ergene nehrinin eski adının "Agrianes" olarak yazıldığı dikkatimi çekmişti eski bir haritada... Aşağıda sunduğum Trak kabile dağılımını gösteren harita; Agrianlar'ın Rodoplarda yaşayıp Doğu Trakya yönüne göç ettiklerini vurguluyor... Buna göre son dönem yaşama alanları Ergene Ovası olarak algılanabilir.

Daha da ilginci Agrian kabilesinin Spartaküs'le alakalı olduğunun haritada vurgulanması. Bu açıdan bakıldığında Spartaküs'ün; Aren Pomaklarının atalarından olduğunu söylemek mümkün...




Recep Memiş

http://www.edirnelisesi.com/modules/smf_forum/smf/index.php?topic=31.msg768#msg768

Offline recep memis

  • Avarage member
  • ***
  • Posts: 94
    • View Profile
Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #2 on: April 21, 2010, 22:43 »

 YAZICIOĞLU ALİ'de  "AHRİYAN" NİTELEMESİ

Selçuklu  ülkesinin; II. İzzedin Keykavus; ve IV. Rükneddin Kılıçarslan arasında paylaşılmasının (1258) ardından iki hükümdar 1261 yılında birbirleriyle  savaşa girişti. Yenilen Keykavus ailesi ve yanlılarından oluşan maiyetiyle birlikte dayısı, Bizans İmparatoru Mihail Paleolog'a iltica etmek zorunda kalmış ve İmparator tarafından Dobruca civarına yerleştirilmişti. Bazı kaynaklar Sarı Saltuk'un da bu grup içnde balkanlara geçtiğine işaret etmektedir.

II. Murat dömeminin ünlü tarihçisi Yazıcıoğlu Ali; Keykavus ve Sarı Saltık ile Balkanlara (Dobruca) gelen Müslüman Türkler için: "Saru Saltuk fevt oldıgmdan sonra mürted ve ahriyan oldular" ifadesini kullanmıştır.


Pomaklar için de kullanıldığını bildiğimiz "ahriyan" ifadesinin Yazıcıoğlu Ali kullanımındaki içeriği, adlandırma tartışmalarına ışık tutacak mahiyettedir.  Osmanlı merkezinden sonradan Pomak olarak adlandırılacak toplulukların nasıl göründüğü hakkında fikir verecektir çünkü... Bu nedenle eşdeğerli olarak kullanıldığı "mürted" sözü ile bağlantılı olarak bu sözün yüklendiği mesajı irdelemekte yarar görüyorum.

Mürted sözü islam dininden dönenler için kullanılır. Saru Saltuk'un ölümünden sonra dönüp  "din dışı"na çıktıkları söylenen bu mürted'ler kimdi peki?.. Yüzkırk yıl kadar sonra, Manisa'da, Aydın'da ve Dobruca yakınlarındaki Deliorman'da patlak veren Şeyh Bedrettin İsyanlarını konu alan destanında büyük ozan  Nazım Hikmet;  Jandarma ağzından  onları:

"Jandarmaya göre bunlar, ne müslüman, ne gâvurdular. Belki kızılbaştılar. Ama, tam da kızılbaş değil."
        (Nazım Hikmet/Şeyh Bedrettin Destanı-Ahmed'in Hikayesi)

ifadesiyle tanımlamış ve Bedrettin'in Serez'de idam edilişini anlatırken şöyle anmıştı:

"...
Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
..."                              (Nazım Hikmet/Şeyh Bedrettin Destanı)

 "Mürted" sıfatı; her ne kadar islam inanışından vazgeçme (dönme) gibi eylemsel bir yönelimle ilişkilendiriliyorsa da burada böyle bir eylemin varlığı tartışmalıdır. Doğrudan doğruya İslamın heteredoks yorumunu benimseyenleri ifade etmek için kullanılmıştır çünkü... Bu insanların belirli bir zaman diliminde İslamın ortodoks(sünni) yorumunu benimsedikleri varsayılmıştır sadece..  Selçuklu saray çevresinin bilinen sünni karakterine dayanarak bu varsayım makul görülebilir ilk bakışta. Ancak saray çevresine bakarak Selçuklu tebaası için aynı şeyi söylemenin  doğru olmayacağı gibi II. İzzedin Keykavus'un saraylı karakteri de maiyetindeki Türkmen kalabalığın sünni olacağı anlamına gelmez. O dönemde Anadolu Türkmenlerinin inanç karakteri batınidir (heteredoks) çünkü... Bu nedenle Dobruca'ya göçen Türkmenlerin de aynı inanç yapısında olduklarının kabulü akla daha yakındır.

Bu açıdan bakıldığında; sırf Selçuklu saray çevresinden gelen lider (Keykavus) ve yakın çevresindeki komutanlarla sınırlı sünni odağın dağılmış olması nedeniyle topluluğun  inanç karakterinin değiştiği (döndükleri) sonucuna varmak  için  çoğunluğun Anadolu'dan getirdiği heteredoks karakteri inkar etmek gerekir. Selçuklu/Osmanlı sünni geleneğinin günümüze taşıdığı bu inkar yaklaşımı siyasi tercihler bağlamında anlam ifade edebilirse de gerçeği anlama noktasında yanılgıya yol açması kaçınılmazdır.

Topluluğun inanç yapısını belirlemede siyasi önderlikten ziyade dini önderliğin baz alınacağı tabiidir. Dini önder; göç öncesi  Anadolu yaşamında olduğu gibi Balkanlarda da izleri günümüze kadar ulaşan, heteredoks karakterli  güçlü bir  inanç kültünün öznesi ve nesnesi haline gelmiş olan Saru Saltuk'tur. Adında yaşatılan heteredoks karakterli efsane topluluğun inanç yapısını gösteren en somut veridir.

Neticede;  "Saru Saltuk fevt oldıgmdan sonra mürted ve ahriyan oldular" ibaresindeki  "mürted" sıfatı; İslam terminolojisindeki mutlak anlamı doğrultusunda bir "dönme" olgusunun yaşandığı sonucuna varmayı gerektirmez. Başından beri mensubu oldukları ve sünni yaklaşımda küfürle eşdeğer görülen heteredoks inançlarını yaşamada özgür kaldıklarını, bunları sünnileştirmesi beklenen siyasal kadronun dağıldığını ifade eder sadece...  Bu kadronun dağıldığını ifade eden olgu olarak;  sünni karakteri temsil eden Keykavus ve komuta çevresi yerine heteredoks karakterli "Saru Saltuk"un ölümüne referans verme tercihi de aynı inkar kaygısının ürünüdür. Sarı Saltık efsanesinin sünnileştirilmesi gayretini yansıtır sadece...

Kısacası, Yazıcıoğlu Ali'nın; Dobruca'ya geçen Türkmenler "mürted oldu" demesinden,  onların inançlarında Sünni İslamdan Heteredoks İslama doğru bir değişiklik olduğu sonucuna varmak doğru bir çıkarım değildir. Anlaşılması gereken Sünni inanca kazanılma olasılıklarının  yitirilme kanısıdır ki sünni geleneğin klasik inkar yaklaşımının bir tezahürüdür bu. Selçuklu ve Osmanlı tebası Türkmenlerin heteredoks karakterli (Alevi) inanç yapısındaki farklılığı yok sayarak huzur dönemlerindeki birlikte yaşanmışlığın resmi ideoloji perspektifinde tutarlı bir görünüme taşınması amaçlanmaktadır bununla.Dava edilmemiş uyumsuzluklar "müruru zaman"da hallolacaktır nasılsa. İsyan benzeri sorun hallerinde ise dinden döndüklerinden(irtad)  bahisle "mürtedlerin şer'an katli vaciptir" fetvalarını vermek kolaylaşır böylece...

Konunun üzerinde bu kadar uzun durmamın nedeni inançsal zemine oturtulmuş ideolojik yaklaşımlarla hesaplaşmak değildi kuşkusuz. Heteredoks ya da sünni yaklaşımlardan birinin diğerine tercih edilebilirliğini tartışmak benim işim değil. İrtad/Mürted gibi kelle alan kelle veren bir kavramın resmi ideoloji baskısı altında nasıl yamulabileceğini gösterebilmekti gayem. Dinden dönmek; İslam inancında tereddütsüz ölüm cezasını gerektirir çünkü. Hiç Müslüman olmamış "kafir"ler ise İslam hükümleri tebliği edildikten sonra küfürde diretirse idam edilebilir ancak. Mürted'lerin durumu kafirlerden çok daha ağırdır yani... Yazıcıoğlu Ali'nin bu durumu bilmemesi düşünülemez. Din değiştirme olgusu varit olmayan bir topluluk için buna rağmen "mürted" sıfatını kullanabilmesi; Alevi inançlı toplulukların ensesinden kılıç gölgesini indirmemeye yönelik resmi yaklaşımı tekrarlamaktan başka bir amaçla izah edilemez. (Uslu durduğunuz sürece Müslüman olduğunuzu varsayacağız. Sapkın inançlarınızı yüksek sesle söyleme alışkanlığınız depreşirse, dinden döndünüz diyerek gereğini yapma hakkımız saklıdır. Özeti bu...)

Selçuklu/Osmanlı süreğinin sünni geleneğinde heteredoks Aleviler için "mürted" tanımlaması ihtiyaç duyulan her durumda kullanılagelmiştir. Tartıştığımız konumda da "mürted" ifadesi; inanç yapılarında kayda değer bir değişme söz konusu olmadığı halde doğrudan doğruya Alevileri ifade etmek üzere kullanılmıştır.

İslam terminolojisinin çerçevesi içtihatlarla çizilmiş temel kavramlarından biri olarak "mürted" kavramının ideolojik ihtiyaçlara göre nasıl bir sapmaya uğratılabildiğini göstermeye çalıştım. Yazıcıoğlu Ali de bu kavramı asıl anlamından tercihan saptırılmış formuyla kullanmıştır. Bu saptamadan sonra "ahriyan" kavramını irdelemeye geçebiliriz.

Yazıcıoğlu Ali'nin yaklaşık 550 yıl önce, "Tevârih-i Al-i Selçuk"  adlı eserinde kullandığı "Saru Saltuk fevt oldıgmdan sonra mürted ve ahriyan oldular" ifadesinde; Pomaklar ya da en azından Pomakların bir bölümünü adlandırmada da kullanıldığını bildiğimiz "ahriyan" ifadesidir bizi  asıl  ilgilendiren.

Kullanış biçiminden; bunun bir ad değil, sıfat olduğunu anlıyoruz en önce... Ahriyan doğulmaz, ahriyan olunur sonucu çıkıyor bundan. Göreli bir kavram yani... Pomaklar açısından etnik kimliği ifade etmeye uygun değil. Belirli bir niteliğin edinilmesine ya da yitirilmesine bağlı... "Ve" bağlacıyla ayrılarak yanyana kullanıldığı için eşdeğer olduğunu anladığımız "mürted" kavramından hareketle inançsal bir niteliğe vurgu yapıyor. Sünni İslam tercihi bilinen  biri tarafından, heteredoks karakterli insanlar için kullanılmış olması köken araştırmasında öncelikle İslamın dili olan Arapça'ya müracaatımızı gerektiriyor. Ahar sözünden gelme olasılığını sorgulamalıyız bu yüzden.

"Ahar" hukusal durum (statü) belirlemede; "asıl" olarak ele alınan kapsamın dışında kalanları ifade etmede kullanılır. Yabancılar ya da başkaları anlamına gelir. Günümüz Türkçesinde en uygun  anlamı "öteki" kavramında bulacağını zannediyorum.

Ahriyan sözcüğünün,  inanç eksenli bir tanımlama olarak, ahar'dan türeme olduğu kabul edilirse; mutlak anlamıyla, Müslüman olmayan,  İslam ya da din dışı olanları tarif için kullanıldığı sonucuna varılabilir. Bu vargı o dönemde henüz Müslüman olmamış Pomaklar'ı niteleyen bir sıfat olarak mantığa uygun gibi görünse de diğer Hıristiyan ya da Musevi topluluklar için kullanılmamış olmasını açıklayamaz.  Pomaklar  oluyor da; Sırp, Rum, Rumen ya da en yakın topluluk olarak Bulgarlar neden ahriyan  olmuyor? sorusunun ağırlığını kaldıramaz. Onlar da Müslüman değil  çünkü... Üstelik yalnız Pomaklar için  değil; Trabzon çevresinde Rum kökenli oldukları zannedilen bazı gruplar için de günümüze kadar taşınan folklorik bir adlandırma olarak "ahriyan" teriminin kullanıldığını da biliyoruz. Ve asıl önemlisi bu tartışmanın çıkış noktası olarak ele aldığım Anadolu kökenli Dobruca'ya göçmüş Türkmenler için de kullanılıyor olması cabası...

Elimizdeki bulgular din (İslam) dışında kaldığı varsayılanların bir kısmını nitelemede kullanılan "ahriyan" sıfatının, aynı kapsama giren diğer kısım için kullanılmadığını gösteriyor. Bu durumu çözmek için "Din" sözcüğüyle çizilecek çerçeveyi genişletmeyi deneyebiliriz. Çünkü temel İslam akidesinin oluşturduğu statüyü esas alarak belirlediğimiz "öteki" tanımı yeterli olamadı...

İslam Hukukunda; temel  akidenin belirlediği "Müslüman" statüsü dışında kalanlardan, tek Tanrılı büyük din mensuplarına; günümüz hukukunda yabancılara tanınan haklara yakın ayrıcalıklar tanıyan ayrı bir statü de vardır. Zımmi'ler olarak adlandırılan bu grupta yer alan Yahudilik ve Hıristiyanlık inananları; "hak din mensubu statüsü" olarak tarif edebileceğimiz bir  haklar manzumesinden yararlanma olanağına sahiptir. "Ahriyan ya da öteki" sıfatının içeriğini belirleyen "asıl" tanımını; Zımmi'leri de içine alacak biçimde genişlettiğimiz zaman taşlar yerine oturacaktır.

Ortodoks Hıristiyanlar kapsam dışında kalacağı içindir ki: Pomaklar "ahriyan"olurken; Bulgar, Rum, Rumen ya da Sırpların olmamasını ve  Trabzonlu Rumların tamamı yerine bir kısmına, hatta Dobrucalı Türkmenlere aynı sıfatın yakıştırılmasını anlayabilmek mümkün hale gelir. "Ahriyan"  olarak nitelenen toplulukların; o dönemde "pauluikan-bogomil-alevi" tarikatlarına mensubiyetten kaynaklanan heteredoks karakterli ortak paydaları, bu denli ötekileştirilmelerini izaha yeter de artar çünkü...

Yazıcıoğlu Ali, zaten heteredoks inançlı olan Türkmenlerin,  sünni otoriteden bağımsızlaşmış olmasını "ahriyan" olmalarına yeterli görmekle kalmayıp; İnanç yapılarında "dönmek" olarak tarif edilecek bir değişim olmadığı halde, İslam Hukukunda "kafir"den bile ağır yaptırımı davet eden "mürted" sıfatıyla da vasıflandırarak, ne denli vahim bir  "öteki"den söz ettiiğine vurgu yapmak istemiş olmalıdır.

Bünyesinde çok tanrılı ana erkil kültlerden, iyi ve kötü tanrı kavramları üzerine oturmuş Zerdüşt inancı ve onun bir Hıristiyan senkretizmi olarak Manicilikten izler barındıran "pauluikan-bogomil-alevi" eksenli heteredoks geleneğin; İslam ve Hıristiyan öğretisinde putperestlikle eşdeğer görüldüğü bilinmektedir. Bu bilgi;  "ahriyan" kavramının, böylesine  vahim bir "öteki"yi anlatmak üzere kullanılmış olmasını izaha elverişlidir. "Jandarmaya göre bunlar, ne müslüman, ne gâvurdular. Belki kızılbaştılar. Ama, tam da kızılbaş değil."   saptamasıyla Nazım Hikmet; bütün çıplaklığıyla bu vahameti tarif etmiştir. "beyaz ve çıplak "mürted" ayaklarının" tamlaması da Yazıcıoğlu Ali'de gördüğümüz vurguya işaret eder.

Sonuçta Arapça kökenli "ahar" sözcüğünden türeme bir kavram olarak ele alındığında, Yazıcıoğlu Ali'nin 550 yıl önce kullandığı "ahriyan" ifadesinin; "paulikan - bogomil -alevi" inançlı heteredoks toplulukları nitelemede kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, günümüzün Pomaklarını oluşturacak topluluklar için de  belirli bir dönemde aynı sıfatın kullanılmış olması; onların "bogomil" geçmişlerine işaret eden önemli bir kanıt olmalıdır.

Öte yandan "ahriyan" sözcüğünün kökenini, zerdüşt inanışındaki kötülük tanrısı "ehrimen/ahriman" dan almış olabileceği de ileri sürülmektedir. Arapça içerikle alakası olmamasına rağmen bu yaklaşım da ulaştığımız sonuçla uyumludur. Zira Ortodoks/Sünni bakış açısı, genel olarak heteredoksiyi; Zerdüşt/Mani/Mazdek/Paulikan/Bogomil/Alevi zinciri üzerinden, ardışık bir bütün olarak ele almaktadır. Bu nedenle Arapça "ahar"dan gelen "hak din mensubu olmama" içeriği de, Zerdüşt dininin kötülük tanrısı "ehrimen/ahriman"a inananları tarif eden içerik te sonuçta aynı inançlara mensup toplulukları niteleyen  vahim bir "öteki"ye vurgu yapan bir anlamda buluşmaktadır.

Sözcüğün; "ehrimen/ahriman" kökenli olma olasılığı; bu topluluklar için Osmanlı öncesinde de inanç yapılarındaki "zerdüşt-mani" karakterli unsura vurgu yapmak üzere kullanılıyor olma olasılığını akla getirebilir. Dışarıdan dayatılan böyle bir sıfatın zamanla "Aren" sözcüğüne dönüşerek topluluğu ifade eden adlandırmaya kaynaklık etmesi mümkündür. Daha da ileri giderek; Zerdüşt Dininin kötülük tanrısı olan "Ahriman"ın; belki de Zerdüşt öncesi toplulukların güneş tanrıçasının (Arinniti'yi anımsayalım) dönüşmüş bir biçimi olduğunu düşünebilmek te olasıdır. Zaman ve mekanda değişen dinsel inançlar arsında bu türden tanrı geçişkenliklerine yaygın olarak rastlanmaktadır çünkü...

Bu olasılıklar ayrı ve uzun tartışmaların konusu olabilir. Yazıcıoğlu Ali'de, günümüzden 550 yıl önceki içeriğini gördüğümüz "ahriyan" ifadesinin; Müslüman, Hıristiyan ve Yahudileri kapsayan hak din mensupları kapsamı dışında kalan heteredoks  inançlı toplulukları niteliyor olması önemli bir saptamadır. Pomaklar için kullanıldığı zaman diliminde sünni otorite nazarında ne tür bir inanca mensup olduklarını gösterir çünkü. İnançlarının putperestlikle, birden fazla tanrıya inanmakla eşdeğer bir ötekileştirmeyi gerektirecek yapıda olduğuna işaret eder. İfadenin kullanıldığı dönemde

onların düalist karakterli Bogomilizm mensubu olduklarının kanıtıdır bu.  Bulgarlar için kullanılmamış olması, sırf bu nedenle Bulgar toplumundan ayrı bir kategori olarak algılandıklarının da kanıtıdır...

Paulikan/Bogomil geleneğinin devamı olan İslam heteredoksisi, Babai isyanları sonrasında Osmanlı Devletinin kuruluş ve gelişme süreçlerinde iki kutup halinde varlığını sürdürmüştür. Şeyh Şüca, Sarı Saltuk, Akyazılı, Otman Baba ve Şeyh Bedrettin süreğini takip eden  eğilim olarak Aleviler (Işıklar) inanç yapılarındaki radikal içeriği uzun süre muhafaza ederken, Başlangıçta göçebe karakterli Osmanlı devletinin ideolojik aygıtı olmaya yönelen Bektaşilik kanadı ise ılımlı bir karaktere bürünmüştür. İstanbul'un alınmasından sonra değişen devlet karakteri ideolojik yapının büsbütün sünnileşmesine yol açınca Bektaşilik sistem dışına itilmiştir. Bu durum zaman içinde etkinliğini yiteren radikal Alevilik ile ılımlı Bektaşiliğin yeniden kaynaşmasına ve  bu kesimlerin günümüzde bile ikiz bir adlandırma ile "alevi bektaşi" biçiminde anılmasına yol açmıştır.

Sünni gelenek Alevileri her zaman yukarıda içeriğini irdelediğimiz "ahriyan" sıfatıyla nitelerken, Bektaşi kesim bu kapsamda görülmemiştir. Bu nedenle Bogomil Pomaklar için  "ahriyan" sıfatının, bogomilizm sonrasında "alevi" geleneğe bağlı oldukları dönemi de kapsadığı düşünülmelidir. 04/2010



Recep Memiş


Offline Тоска

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 2310
  • Gender: Male
  • % 100 + POMAK
    • View Profile
Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #3 on: April 21, 2010, 23:05 »
Recep, Değerlendirmene katkısı olacaksa bizim köyce konuştuğumuz slavik lehçenin smolyanın üst bölgelerinde konuşulan ve bölge pomaklarının "ahriyan" olarak tanımladığı kitle ile aynı olduğunu bizzat o bölgede yaşayan çok değerli ve tarihe meraklı pomak asıllı bir ağabeyimizden öğrendim. Ahriyanlar ile anadolu toprakları arasındaki bağlantına ise kısmen çekinceli olarak yaklaşıyorum zira kültürel doneler anadoludan bariz izler taşımıyor aksine balkan slavlarının ortak kültürel mirasını içeriyor.
Si vis pacem, para bellum !

Offline Тоска

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 2310
  • Gender: Male
  • % 100 + POMAK
    • View Profile
Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #4 on: April 21, 2010, 23:44 »
http://www.goear.com/listen/9934315/zona--zamfirova
 
Bu şarkıyı dinlemenizi tavsiye ederim. Günümüz Sırbistanınının niş kentinde geçen ünlü "Zona Zamfirova" adlı filmin jenerik müziklerinden birisi. Şarkıda bayanların vokal yaparken çıkardıkları ses uzatmalarının pomak kadınlarının şarkılarında da aynı şekilde yer alması ve bu sitilin sadece balkan slavlarına özgü olması acaba sizlere ne düşündürüyor?
 
 
Pp: 1960-70 li yıllarda manisa pomak köylerinde pomak kadınlarının şarkı söylerken aynı sitile yer vermeleri ilginç değil mi?
Si vis pacem, para bellum !

Offline recep memis

  • Avarage member
  • ***
  • Posts: 94
    • View Profile
Ynt: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #5 on: April 22, 2010, 00:06 »


Sevgili Önder; Anadolu bağlantılarına yaptığım vurgu, bir soy süreği iddiası içermiyor aslında. Kültürel bağlara işaret etmekti asıl niyetim. Başından beri söylemeye çalıştığım Pomaklarda çok çeşitli toplulukların farklı bir etnisiteye doğru sentezlendiğidir. Bu nedenle Pomakları belirli ve bütüncül bir etnik kökene bağlama arzusu taşıyanlar için yeterince veriyi bünyesinde barındırırlar. Çeşitli etnik bileşenlere işaret edebilen bu verilerden birini öne çıkarıp diğerlerini tümden yadsıyarak Yunan, Bulgar, Arap, Makedon, Trak, Kelt ya da Türk hiç farketmez arzu edilen bir kökene dayandırmaya yönelik teoriler üretilebilir. Üretiliyor da...  Bunlardan herhangi birinin doğru olabileceğini düşünmüyorum. Birileri oransal olarak bazı unsurların daha fazla olduğundan hareket ederek te bir sonuca ulaşmaya çalışabilir.  Bunu da anlamsız buluyorum.   Verili tarihsel süreçlerde, farklı bileşenlerin, ilk  kimliklerini yitirerek yeni bir kimlik edinmeleri olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum.

Tek bir soy kökenine ulaşmak değil yani amacım; bunun mümkün olmadığını biliyorum.  Her bileşenin bu yeni kimliğe kattığı rengi  ya da elbisemizde bulunan herhangi bir desenin, hangi geçmiş süreçlerde dokunmuş olabileceğini anlamaya çalışıyorum. Saf bir kökene indirgenebilecek başka  herhangi bir etnik yapının günümüzde mümkün olamayacağını da biliyorum ayrıca....

Dil ve  din gibi kültürel alanda gerçekleşen herhangi bir  değişimin, şu veya bu oranda soy karışımını içereceğini de kabul etmek zorundayız. Kültür karışımla transfer olur çünkü. Karışım olmaksızın pazardan alınır gibi edinilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan az da olsa tarih boyunca çok yönlü olarak yaşanan bütün göçlerden  süzülmüş bileşenleri yadsımamalıyız. Slavlaşma öncesi mevcut olduğunu varsaydığımız yerli Trak unsurlar da homojen değildi. Traklaşmış bir karışımdı. Onların Slav dilli olmadığını bile bile, günümüzdeki dil karakterine rağmen, içerilen Slavik unsurun ağırlığını reddetmek akıl işi olamaz. Bizansın iskan/sürgün siyasetleri olmasaydı eğer salt misyoner faaliyetleri üzerinden; ne Paulikan/Bogomil;  ne de Osmanlı öncesi (Kuman, Uz Peçenek vs.) ve sonrası (Çepni, Germiyan, Türkmen vs.)Türk iskanları olmasaydı Alevi/Bektaşi ve onları takiben sünni inançlar nüfuz edebilirdi topluluğa...

Benim bakış açım budur.

Offline recep memis

  • Avarage member
  • ***
  • Posts: 94
    • View Profile
Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #6 on: April 22, 2010, 00:25 »

"Bir Balkan Yolculuğu/ Tri Mi Zvedzo";...


;... bulup ekleyebilirsen eğer; asıl vokalin arkasında ondan daha yüksek volümle "dem" tutan ikinci vokale çok daha çarpıcı bir örneği daha yakından, bir Bulgar halk ezgisinden izleme şansına sahip olabileceğiz.  Bunun Slavik mi yoksa daha eski Orfeist kültüre  mi işaret ettiğini bilemem ama Balkan kültürünün tipik bir karakteristiği olduğunu düşünüyorum.  Düğünlerimizde çalınan davul zurna havalarında zurnanın biri;  bir veya birkaç nota üzerinden dem tutar çünkü aynı şekilde, asıl melodiyi işleyen öteki zurnaya....

Offline Тоска

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 2310
  • Gender: Male
  • % 100 + POMAK
    • View Profile
Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #7 on: April 22, 2010, 00:40 »
Elbette Recep, Türk tabiriyle türlüyüz ama özgünüz. Ben örnek olma vasfı taşıyan bir veriyi senle paylaştım sende farklı bir örnek verdin. Ama biliyoruz ki örnekler hakikatı bulmaya yarayan birer vasıta.  Ha ... kimlik yitirme hususundaki savın kendimce geçerli değil.
Yaşadığımız toplum içinde özeliz, özelim çünkü o renksel harmoni içinde farklıyım, farklıyız. Bu etnik ayrım değil, dini ayrım değil olsa olsa beşeri kültürün bir parçası olduğumuzu vurgulamaktır. Masum bir istek değil mi ?
Si vis pacem, para bellum !

Offline recep memis

  • Avarage member
  • ***
  • Posts: 94
    • View Profile
Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #8 on: April 22, 2010, 01:03 »

Dili konuşabilen, Pesnaları anlayabilen ve söyleyebilen halinle senin için kesinlikle doğru söylediklerin. Ama yakın gelecekte bunun çocukların ve torunların için ne kadar geçerli olabileceği konusunda aynı şeyi söyleyebilmek mümkün olabilseydi keşke...  Ana kütleden kopmuş olan bizlerin eninde sonunda asimile olarak göç öncesi kimliğimizi yitirmekten kaçınma şansına sahip olamayacağımızı düşünüyorum ben. Senin gibi homojen birimlerde yerleşebilmiş Pomakların, karma iskana tabi tutulanlara oranla biraz daha öteleme şansı olabilir sadece asimilasyonu...  Ama çok sonraki zamanlarda bile,  taa Hitit öncesi Anadolu'da, Kafkas Halkları ve İrlandalı Kelt'lerin gayda / tulumlarında, Bulgar Pesnalarında, Ukrayna ve Sırp ezgilerinde birileri hep arayacak, büyük senfoniye katmış olabileceğimiz tını kırıntılarını...

Offline Тоска

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 2310
  • Gender: Male
  • % 100 + POMAK
    • View Profile
Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #9 on: April 22, 2010, 01:14 »
Haklısın diyorum aynı şekilde pomakların konuştuğu dil ile "şapka da svalyam" şapkamı çıkartıyorum. Amma velakin yine amalarım eksik olmayacak. Son safkan pomak veya pomağım diyebilecek kalıncaya kadar asimilasyona karşı savaşacağız. O asimilasyon ki maalesef çoğunluğumuzun benliğini esir alan... Yapacak bir şey var mı ? Evet var! Varın düşünelim...
Si vis pacem, para bellum !

Offline bogutevolu

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 1000
  • Gender: Male
    • View Profile
Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #10 on: April 22, 2010, 10:07 »
Geniş açıdan bakıp bütünü görmeye çalışıyoruz.
Pomaklığı salt bir soy, kan etnik bağına dayandırmanın mümkün olmadığını görüyoruz.
Bütün uluslaşma süreçleri de yaratılan mitoslara dayandığından aslında birer hayaldir.
Asimilasyonlar ise bütün tarih boyunca hep süregelen bir gerçeklik.
Birileri yaşar, birileri ölür.
Biri diğerini öldürdüğü gibi, egemen bir kültür başka bir kültürü yada kültürleri de öldürebilir.
Tarih ölmüş toplumlarla, ölü dillerle ve ölü kültürlerle doludur.
Ölmemek istiyorsak yaşamanın yollarını arayacağız.
Açıkçası bizim de ölmemizi isteyenler çok.
Yaşama hakkının da kendi kimliğine sahip olarak yaşamayı seçenlere mahsus olsa gerek.
Kimliğimizi oluşturan tüm bileşenler ne ise onları korumalıyız.
En azından kayıt altına almalıyız.
 
Uluslaşma süreçleri yerel kültürlerin ulusal bir kazana atılıp eritilmesidir.
Küreselleşme de küresel kazan içinde ulusal kültürlerin eritilmesidir.
Standartlaştırma ve tektipleştirme de bireyin ve özgünlüğün ölümüdür.
 
Büyük balık küçük balığı yutuyor.
Ulusal kültür mitosları bizim yerel gerçekliğimizi süpürmeye çalışırken bu sefer kendisi de daha büyük küresel bir yamyama yem oluyor.
 
Yerel, ulusal ve küresel kültürlerin bir uyum ve uzlaşma noktasına ihtiyacımız var.
Hem yerelliğimizi koruyalım.
Hem ulusal kültür içinde biz de temsil edilelim.
Hem de küresel ve çağdaş kültür içinde kalıp zamana yenik düşmeyelim.
 
O yüzden kan bağı ve soy bağı güden, etnik milliyetçi, ayrımcı ve ayrılıkçı değiliz.
Bu yüzden de bu tarzda hareket edip silaha sarılanlarla hiç bir işimiz olmaz.
Hiç bir bölgesel veye küresel gücün de aleti vesaire olmaya niyetimiz yok.
Onun için insani ve toplumsal hakların yaygınlaştırılmasından başka bir beklentimiz yok.
Beklentimiz sadece kendi insanlarımızın kendi hakklarında duyarlı olmasıdır.
Kendine sahip çıksın yeter.
 
Kendine sahip çıkmak istemiyorsa da bu artık kendi bileceği iştir.
Kimseyi zorlayamayız.
 
 

Offline Karacaovalı Pomak

  • Avarage member
  • ***
  • Posts: 97
  • Gender: Male
    • View Profile
Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #11 on: April 23, 2010, 19:34 »
Biz Karacaovalı Pomaklar ''arna=iyi'' kelimesini dişil ve eril olarak iki şekilde telaffuz ediyoruz.Erkekler 'kak si=nasılsın ?' sorusuna 'aren sam=iyiyim' şeklinde kadınlar 'arnu sam' şeklinde cevep verirler.
Acaba ''aren=iyi(eril)'' aryan veya aren den gelme ihtimali olabilir mi ??

Offline Тоска

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 2310
  • Gender: Male
  • % 100 + POMAK
    • View Profile
Ynt: Re: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #12 on: April 23, 2010, 21:59 »
Biz Karacaovalı Pomaklar ''arna=iyi'' kelimesini dişil ve eril olarak iki şekilde telaffuz ediyoruz.Erkekler 'kak si=nasılsın ?' sorusuna 'aren sam=iyiyim' şeklinde kadınlar 'arnu sam' şeklinde cevep verirler.
Acaba ''aren=iyi(eril)'' aryan veya aren den gelme ihtimali olabilir mi ??

Karacaova bu diyaloğu bir sırp sitesinden buldum  ;)
 
x:
Arna sum..hvala
hmm..neZz šo da ti kažam.:S
Ti aren li si??
Si vis pacem, para bellum !

Offline bello

  • Adviser
  • ****
  • Posts: 588
  • Gender: Male
  • Göçler, göçler, göçler...
    • View Profile
Ynt: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #13 on: April 23, 2010, 22:40 »

Karacaova bu diyaloğu bir sırp sitesinden buldum  ;)
 
x:
Arna sum..hvala
hmm..neZz šo da ti kažam.:S
Ti aren li si??


Yani ne anlıyoruz bundan Toska?
''Neden olmasın güzel günlerimiz''

Offline recep memis

  • Avarage member
  • ***
  • Posts: 94
    • View Profile
Ynt: Aren tanımının tarihsel serüveni
« Reply #14 on: April 23, 2010, 23:25 »

Türkçede "karanlık güçler" tamlaması kötülük odaklarını tanımlamakta kullanılır.  Olumlu ve olumsuzu renk referanslarıyla ifade etmeye yönelen bir dil tekniği kullanılır burada...  Renkler kaynağını güneşten alır ve "güneş/ışık" ana tanrıça kültlerinden beri olumlandığı için onu ifade eden renk olarak "beyaz ya da ak", iyilik / olumluluk ya da iyilik güçlerini ifade eder...

Kara          : kötü, soğuk, kuzey (Karadeniz/Kuzeydeniz), gece, karanlık...
Ak(Beyaz) : iyi, sıcak, güney (günü, güneşi gören taraf - Akdeniz/Akyel) , gündüz, aydınlık.....

Kısacası nasılsın sorusuna  "beyaz" biçiminde yanıt veren birinin iyi olduğunu anlamak mümkün Türk dilinde de...

Verilen örnekte kullanılan ve ışık/beyaz ışık/ışıldayan beyaz anlamları taşıdığını düşündüğüm  "aren" sözcüğü de; benzer bir anlam kayması ile başlı başına "iyi/lik" halini ifade eden bir içerik kazanmış olabilir zamanla...

"dikişsiz ak libas giyen" güneşin çocukları",  ya da güneşin evinde (dağlarda) yaşayan topluluklara işaret eden içeriğiyle sonradan "Pomak" olarak adlandırılacak toplulukları ifade eden "aren" sözü bağlantılı olabileceğini söyleyebilmek mümkündür kanımca...