Author Topic: Goce Delcev Stadium 1989  (Read 6018 times)

0 Members and 1 Guest are viewing this topic.

Offline Aguren

  • Candidate member
  • *
  • Posts: 4
Goce Delcev Stadium 1989
« on: August 18, 2008, 21:25 »
Hi everybody,

I am wondering if anybody has any information, media, photos, documents, about the 1989 meeting at the Goce Delcev stadium.  In particular I am looking for a document that outlines the 16-point declaration calling for greater democracy.  But any information at all would be useful.

Thank You
Aguren

ramize

  • Guest
Ynt: Goce Delcev Stadium 1989
« Reply #1 on: August 19, 2008, 00:56 »
You are not allowed to view links. Register or Login
Hi everybody,

 But any information at all would be useful.

Thank You
Aguren

Kimlik kavgalarımızın yoldönümü rahmet günü  (Hikmet Efendiev)
Sofya’nın “Osvobojdeniye” meydanı 1989’un 29 Aralık  sabahı buz kesmişti. Kar tümseği altında kalmış Atlı Rus Çarı Heykeli’ nin arkasındaki Parlamento binasının merdiven sahanlığında siyah paltolu, el örgüsü beyaz yün şallı orta yaşta, orta boylu bir genç belirdi. Hafif rüzdarda uçuşarak oynaşan ve bugün burada olacak olanları görmeden, ne yere düşüp yok olmak ne de göklere geri dönmek isteyen kar tanecikleri, onun siyah saçlarına sanki beyaz ibadet takesi örmeye başladı. Ellerini oğuşturup ısıtmaya çalışırken, dava kardeşlerini bekliyordu. Onlar, ezildikçe dirilip çelikleşen, güçlü  irade sahibi Pomaklardı. Rodop Dağları’ndan ve yurdun diğer bölgelerinden  yola çıkmış geliyorlardı.


Hak ve adalet, din ve dil davalarında bin bir çileye katlanıp yılmayan öncü soydaşlarından pek çok öncü 1989 Haziranı’ndan sonra Bulgaristan’ı terk etmek zorunda bırakıldı. Böylece Hasan İsa Byalkov 100 yıl süren soy ispatı, dil, din, kültürel kimlik çilesinin ağır yükünü henüz otuz beşinde üstlenmek zorunda kaldı. Yaraları kanlı davanın son aşamasında başı çekmek ağır ve sorumlu bir görevdi.  Gündüzü geceye katıp yüreklileri bulmak,  herbiriyle göz göze görüşüp, eylem yolu çizmek, ince hüner isteyen bir işti. Değişmeye yüz tutan dünyaya işaret eden, yeni rüzgarların esintisiyle ruhları uyandıran, demokrasi fikirlerini aşılayarak, bu sabah zirve noktasına gelen, dava yolunda kitleleri kenetleyen Lider, bekleyiş içindeydi. 


Şimdi oynaşan kar taneciklerini gözlerken, işi gücü bırakıp bu sabah bu meydana dolacak kader kardeşlerinin ayak seslerini artık işitir oldu. Yoldakilerin kuşak kuşak dayandığına başkaları demirden olsa dayanamazdı. Sabır ve gücü Hak’tan aldılar. Totaliter rejime göğüs gerenlerin haklı olduğundan şüphe duyan yoktu. Dine yasak, dile yasak, geleneksel kültüre yasak, yasakların üstüne yeni yasak! Ve işte şimdi yasakları geri verme ve özgürlüğü kucaklayıp öpme, ruhlarını ebedi yaşatmaya ne gerekiyorsa söke söke alma zamanı gelmişti. Uzak dağ yamaçlarından yola düşenlerin o gün başka hiçbir derdi yoktu. Özgürlük gibi gözle görülmeyen, elle tutulmayan, yenip içilmeyen bir nimetin sevdalıları yoldaydı. Meydana dolmalarını beklemek bambaşka bir mutluluktu…

Meclis Meydanı’ndaki gencin baba tarafı Nevrekop’un (Gotze Delçev)  Kornitsa köyünden, ana tarafı da Tuvişta köyünden, O eski Pomak soylarının devamcısı, iki çocuk babası, aile sahibiydi. Dedesi harplerden geçmiş, babası 1958’de Kazanlık’a bağlı Dolno İzvorovo köyüne sürgün edilmiş, ayrıca uzun zaman cezaevlerinde kalmıştı. Ağabeyi Alil Byalkov 1973 “Kornitsa Ayaklanması” nın başını çekenlerden biriydi. Baskılı rejimlerin boyun eğdirme politikalarından Byalkovlar’ ın son oğlu da bol bol nasip almıştı. Aynı kaderi paylaşan ve 5 yıl Stara Zagora Hapishanesi’ inde, 2 yıl da Sofya Merkez Cezaevi’nde yatan köydeşi Ramadan Ahmet Runtov hak ve özgürlük davasının başını yıllar yılı çekti. Onun grubu 1989 başında Belgrat’ da kovulduktan sonra, Haziran’da Paris İnsan Boyutları Konferansı’na katıldı. Bulgaristan içinde Pomak Davası’nın temel dokusunu oluşturan Runtov’ un yarattığı teşkilatı ayakta tutma, yeni atılımları yönetme ve dış dünya ile temasları sürdürme görevlerini yerine getirirken genç Liderin gecesi gündüzü yoktu. 


Geniş ufuklu kimliğini ön plana alan Byalkov yeni boyutlara geçen direnişleri Batı radyolarına taşıdı. Almanya’dan yayın yapan “Dойче веле” den gazeteci Rumyana Uzunov’a Pomak kadınları ile 30 telefon söyleşisi yayınladı. “Türkiye’nin Sesi”, BBC ve “Amerikanın Sesi” Radyo korosu 1989’da bizde kaynayan politik kazana alev verdi, cadı kazanın kapağı kalktı, iğrenç olaylar batı basınına konu oldu, dünya kamuoyunda yankılandı. Dünyayı yardıma çağıranlar korkuları yenmiş, meydanlardan taşmaya geliyordu.


Lider eğitimini hücre “akademisi” nde aldı. Pomakların hapis ve sürgün günleri 1 milyonu aşmıştı. İçerde yazgı kardeşlerinin yüzünü görmek, onlarla iki söz etmek, bin kitabın bilgeliğinden çok daha büyük bir zenginlikti. Mazlumların yüreklerindeki özgürlük gözlerinde kıvılcım kıvılcım parlıyor, en sönük bakış bile söndürülmesi imkansız ateşler yakıyordu.  Cezaevi kapılarında dava ruhu halka mal oluyordu. Kimlik dokularında yeşeren özgün halk topluluğu bilinci yeni renkler aldı, emsalsiz güzelliklerine güzellikler kattı. Ve bu sabah sokakları zorlayan bu güzellikler cümbüşü Meclis meydanında serpilip açacaktı.   


Hayalle sınırlanan bu duygular onun sabah endişesini yenemedi. Yakın geçmişin yaraları dinmeden sızlıyordu:
28 Mart 1973’te Kornitsa’da isim ve din uğruna direnenlere açılan yaylım ateşinde Muharem Balganov, Hüseyin Karahalil, Mustafa Amidiev ve Muharrem Hacı Bekir şehit düştü. 90 kişi kurşun yarası aldı. 17 yıl önce, şimdi olduğu gibi, isim ve dinsel haklarını geri almak için Batı Rodoplar’dan Sofya’ya doğru yola çıkan Pomak kafilesi Samokov yakınlarında pusuya düştü, 2 şehit,  50 yaralı kanı beyaz kar üzerine aktı.  Kurtuluşu “Studena Barajı”nın kalın buz tabakası altına sığınmakta arayan 6 köydeşinden bir daha haber alınamadı. Bu olaylardan sonra 500 erkek “Ölüm Adası” Belene’ de yattı. Zincirleme trajik olaylar, sindirme çizgisini fersah fersah  aşan zalimlik,  faşizan ırk ve iman düşmanlığını görmeyen kalmadı. Vahşet anıları gönlünde sıkıntı yaratırken, kulaklarında bir uğultu belirdi. Emzikli bebeleriyle ite kaka askeri araçlara doldurulan gelinlerin feryadı uğultu gibiydi. Endişeliydi! 100 yıl sözünde durmamış iktidarlardan bu defa medet ummakla yanlış mı ediyordu!?


Ne var ki, ölenlerle ölünmüyor, acılar içinde düşe kalka da olsa hayat devam ediyordu. Genç kuşaklar soy kimliğini yaşatma davasını kucaklarken milis ve askerle hep kapıştı, kavga kazanı kaynamayan yer kalmadı. Mücadele sertti! Tek Türden Bulgar Ulusu yaratma heveslilerinin gözü dönmüştü. Sosyalist bir ülkede ulusal azınlıklara karşı uygulanan barbarlığı Karl Marx görmüş olsa, “İnsanın insana kardeşliğini” adadığı komünizm ideolojisini, kendi eliyle ateşe verirdi. Başa gelen vahşet bir çılgınlıktı.  TKP Genel Sekreteri Yakup Demir BKP MK’ne konuya ilişkin mektubunda “Pomaklara uygulanan isim ve din faciasına son verilmesini” istedi.  Aldığı cevapta “işaret ettikleriniz, sosyalizm düşmanlarının yalanlarıdır!”, deniyordu. Olayı yakın takip eden Arap Birliği Genel Sekreterliği 7 kişilik heyetini Sofya’ya gönderdi. Yüce Tanrı’nın ismini taşıyan ve İslam’la yaşayan müminlerin başına gelenleri yerinde görünler söyleyecek lanet sözü bulmakta güçlük çekti. En büyük ”suç”ları Müslüman olanların çilesi dünyayı ürpertmişti.


Byalkov’u avutan güçlü düşünceleri vardı. Örgütlenen haklı demokratik bir eylemdi! Politik muhalefet oluşuyordu.  7 Aralık 1989’da Demokratik Güçler Birliği (СДС) kuruldu. Başkanı Jelü Jelev şöyle diyordu: “Türk ve Müslümanların hakları bir an önce bütünüyle iade edilmelidir; Bu yapılmadıkça ülke felaketle karşı karşıya gelebilir; Demokratik süreçler içinde,  Türklerin haklarını aramayacağını, yeniden ayaklanmayacağını düşünmek, yanlış olur! Onlar, Jivkov’un yarım yıl sonra düşeceğini kimse tahmin etmezken,  ayaklandılar, şimdi dururlar mı hiç!? Adların iadesi zorunludur! Bunu yapmazsak alternatifi bir iç savaştır!”


Bu iş komünistlerin de uykusunu kaçırmıştı.1989 Aralığı’nın son günlerinde çağrılan BKP MK oturumunda, demokratik dönemin ilk başbakanı Andrey Lukanov, “Türklerin politik partisi kurulmadan, Batı bizi demokratik dünyaya kabul etmez,” diyordu. T. Jivkov’un devrildiği 10. 11. 1989’dan birkaç gün sonra BKP yönetimi bir Türk etnik partisi kurulmasına karar vermişti ama bu karar yayınlanmadı, böyle bir parti kurulmasına ilişkin zorunlu kılan iç ve dış koşulları basın yorumlamadı, dış etkenlerin ağır bastığı iddia edilse de, “Moskova mı?” yoksa “Washington mu?” fazla üsteliyordu, bu da halka açıklanmadı. T. Jivkov’u devirmek için Türkleri Türkiye’ye kışkırtanlar, şimdi “Türklere yaralarını kendi elleriyle mi sardırmak istiyordu?”, bu da sadece bir ihtimaldi. Bulgaristan’a bir Türk partisinin yerleşmesi, milli dokusu Türk düşmanlığı ile örülmüş Bulgar halkını yeniden kudurtabilirdi. Bundan dolayı Byalkov bu işten biraz uzak kalmak istiyordu… Bu konuda onu arayan da olmadı. Koşulları olgun, zamanlaması doğru olan bu haklı eyleme, yazgıda kardeş olan, Türkleri davet etmemesine neden işte bu oldu. Komünist idare çürümüş, bireysel rejim çökmüştü ama, sanki Pomaklar üstüne hesaplar biraz farklıydı. Türklerin Mayıs İsyanları’ndan sonra, Kuveyt’te görüşen, T.C. Dış İşleri Bakanı Mesut Yılmaz ile Bulgar temsilci Georgi Yordanov Pomak sözünü ağızlarına almadı. O zaman Byalkov ve arkadaşlarında “Her koyun kendi bacağından asılır!” görüşü ağır bastı.


Öz davaları için kalkıştılar ama bu bir İsyan değildi! Müslümanlar kendi adlarıyla, İslam diniyle, adetleriyle, gelenekleriyle ve töreleriyle yaşamak istiyordu. Şarkı, türkü ve oyunlarını, Pomak folklorunu dünya halklarıyla paylaşmak istiyordu. Bu tamamen doğal isteklerle kendilerini demokratik mücadele selinde bulmuşlardı. Onların felsefesindeki özgürlük kavramı politik yaşama çağrılan demokrasiye özdeşti. Özgürlük yasak kabuğunu kırmış yaşam gereği olmuştu. Vatan olarak sevdikleri bu topraklarda, bayrağını öptükleri bu devlette, etnik halk topluluklarının ruhsal özgürlüğü, ulusal bilincin solmayan güzelliği olmalıydı.


Bunları düşünürken, içindeki kaygıları yendi. Meclis binasını dört duvar olarak değil, Tanrı iradesini dile getirecek bir kurum olarak görmeye başladı. Derken, kutsal dava alayında kenetlenmiş canından can, kanından kan kardeşlerini gördü. Hep beraber kurban olma ya da birlikte bayram etme özlemi ile büyük meydanda toplanıyorlardı! 


İçi içine sığmıyordu. Kar tanecikleri de sanki seviniyor, daha hızlı oynaşıyordu. En önde Koçan, Godeşevo, Kornitsa, Ablanitsa, Tuhovişte, Satovça, Pletena ve Fırgovo kafilesi geldi. Nevrokop’un 75 köyünden temsilciler hemen arkadaydı. Uzunca kızılcık çomağı elinde, külah başta, kuşak belde Mustafa Çavuş alay başı, ağır basıyordu. Ardında Bayram Zülev, Bayram Getov, Mustafa Byalkov ve Ruse, Loveç ve Vratza köylerinde sürgün 12 sünnetçi kadın. Çavuş Sofya’nın kaldırım taşlarına “küt” “küt” vurdu çomakla. Tok ses başkentlilere “Uyanın!” “İşte geldik!” diyordu. Bu defa kutsal haklarını fırından ekmek alır gibi, alıp gitmek istiyorlardı.


Meydanda ümit dolu bir hava esti. Herşey yeni baştan başlayan, köhne mirastan hiçbir kimsenin hiçbir şeyde istemeyeceği bir gelecek, bir Vatan istiyorlardı. Öze dönme vakti gelmişti. Tarih sahnesi süpürülürken rahmet günü ağarıyordu. Yeni Gün ezilmişlerin kardeşliğinden doğyordu. Belki bir gün bu memlekette vahşetin anıtı da dikilecekti.
Saat 10, meydan iyice doldu.  Smolyan ilinin Zmeitsa, Barutin, Alamovtsi, Lıki, Dospat, Borievo, Madan’a bağlı Bukovo ve Vırbina, Rudozem ve Davitkovo dağ yerleşim yerlerinden, Loveç’in Glogovo, Gradeşnitsa ve Galata muhtarlıklarından, Kazanlık ve Teteven şehir ve köylerinden beklenenler geldi. Velingtar ve Asenovgrat kentlerinin takviye gruplar da yoldaydı.


Görkemli bina önünde Hasan Byalkov’un etrafına toplandılar. Lider’in sağ elini yukarı kaldırmasıyla bir ağızdan: “İMENATA!” (İsimlerimizi istiyoruz!) diye haykırdılar. Ve tekrar ettiler: “İMENATA!” Bir daha yinelediler: “İMENATA!”
Bütün Sofya,  Bulgaristan ve dünya bu haykırışı işitti. Ortak istek dile gelmişti. 1913’en beri kanayan Etnik Volkan böyle patladı. Sonra hepsi birden sağ döndü, giderayak sıra düzdü, yürüyen alay Parlamentoyu kuşattı. İkide bir “İmenata!” kulakları çınlatıp alabildiğine yankılanmaya devam etti. Yeni Bulgar tarihinde böyle bir eylem görülmemişti. Direnişin orijinalliğinden etkilenen başkentliler yanlarına akın etti. Alaca torbaları püsküllü insanların bir film çektiğini düşünen bile oldu. Kadınların etnik yerel kıyafetlerine hayran kalanlar vardı. Antonina Jelyaskova, Mihail İvanov ve Kazım Memişev gibi günün seçkin demokratları misafirlere çay ve kahve dağıttı. Şimdiki Baş Müftümüz Mustafa Hacı, o zaman levent bir genç, karlı meydanda kardeşlerinin yanındaydı.


Bulgaristan Türk aydınlarından gazeteci yazar Sabri Alagöz, mühendis Bahar Memiş, edebiyatçı  Fehmi Hüseyin, öğretmen  İsmail Zogo, mühendis Bahar Memiş, Sofya’da çalışan Türk işçileri, üniversite öğrencileri, ülkenin hemen hemen bütün köy ve kasabalarından Türk temsilciler, Kırcali’den Hüseyin Durgudov, Şumen’den Mehmet Beyrullov, D-r Enver Hatibov, Karlovo’dan Mehmet Feyzulov, Hüseyin Aguşev v.b.  haberi alır almaz başkente geldi. Türklerin aktif hak ve özgürlük direnişleri Cebel, Benkovski, Yablanovo, Kaolinovo ve daha birçok yerde alevlenen ayaklanma ateşlerinden geliyordu.


İkinci gün saat 17’de Meclis’in arka kapısı açıldı. Byalkov Parlamento Başkanlığı’na davet edildi. Görüşmeler 3 saat sürdü. Saat 20’de ön kapıdan çıktı, ellerini semaya açtı, “Şükür Allah!”  beklenen hayırlı haberi duyurdu: “İsimlerimize kavuştuk!”. “İbadet hayatımız serbesttir!” Müjdeyi alanlar coştu. Zorlu bir mücadele zaferle sonuçlanmıştı.
Sofya başkent olalı böyle bir coşku görmemişti. Bu nasıl bir sevinçti!? Binlerce insanın gözü aynı anda parladı. Lambaları sönük meydan gündüz oldu. İlahi haberi alan gökyüzü, bir asrın yaralarını çok derin bir kar tabakası altına gömmek üzere, alabildiğine boşandı. Sofya’ya böyle bereket düşmemişti.

Gazeteciler soruyordu: “Geçmişinize ait en çok neyi özlediniz?”

Cevaplar hep aynı oldu: ”HÜR İNSAN OLMAYI!”

Hikmet Efendiev

     


Offline bogutevolu

  • Charter member
  • *****
  • Posts: 1000
  • Gender: Male
Ynt: Goce Delcev Stadium 1989
« Reply #2 on: August 19, 2008, 10:30 »
Yazının içinde bir kavram dikkatimi çekti. "POMAK DAVASI "

Pomak Davası Bulgaristandaki Pomakların başından geçen onca baskı ve zulümlere karşı gösterilen direncin öyküsü olarak  dünya kamuoyuna yansıyabildiğinden daha trajik ve hüzünlüdür. Üstelik bu dava sadece 1972 ve 1976 ların olaylarından ibaret değildir. Ta bir asırdan beri devam edegelmektedir. Gerek Bulgar Kırallığı döneminde ve gerekse Komünist dönemde Pomakların başından geçen isim ve milliyet değiştirme uygulamaları 1989 yılından sonra ve özellikle Bulgaristanın Avrupa Birliğine girmesinden sonra hız kesmiş durumdadır.

Bu sitenin ana gayelerinden birisi insanları acılarla fazla oyalamamak ve geleceğe bakmaktır. Çünkü acının insanlarımızı radikalleştirmesini istemiyoruz. Ama Bulgaristandaki Pomak toplumunun hafızasında bir asırdan fazladır acı hiç eksilmemiştir. Bu acıları yok saymak ve görmezden gelmek de gerçeklere haksızlıktır. Dost ve düşmanını tanımayanlar kendini savunamaz. Onun için Bulgaristandaki totaliter uygulamalar heveslisi kesimlere olan dikkatimiz sürecektir.

Kim olursa olsun iyi insanların bir araya gelmesi geleceği insani koşullarda birlikte kurabilmek için el el verilmesini destekleyeceğiz. O yüzden Pomak davası asla etnik anlamda bir mikro milliyetçilik olmamalıdır. Pomak devleti kavramına gösterdiğimiz tepkinin anlamı budur.Pomaklar her başka toplum gibi kendi gelenek ve kültürü ile var olmasını istiyor. Bunu yaparken de daima yasal zeminlerde bulunmak gerekmektedir.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42