Türkçe > Tarih
Pomaklar üzerine farklı bir tarih okuması - Recep MEMİŞ
bogutevolu:
POMAKLAR ÃœZERÄ°NE FARKLI BÄ°R TARÄ°H OKUMASI
Recep MEMÄ°Åž
İÇİNDEKİLER
I – GİRİŞ
II- OSMANLI YAYILIŞI ÖNCESİNDE BÖLGEDEKİ SOSYO EKONOMİK DURUM
III- POMAK OLUŞUMU İÇİN OLASI KOPMA NOKTALARI
IV- TARTIÅžMA HATTI
V- POMAKLARIN MÃœSLÃœMAN OLUÅžU ÃœZERINE TARTISMALAR
VI- HETEREDOKS TARÄ°KATLAR
V - MÜSLÜMANLIK ÖNCESİ POMAKLAR HANGİ DİNE MENSUPTU?
VI – POMAKLAR BOGOMİL MİYDİ?
VII - BULGARLAÅžMA SÃœRECÄ°NDEN KOPUÅž
VIII – POMAKLARIN HETEREDOKS MÜSLÜMANLIK DONEMI
IX- SÃœNNÄ°LEÅžME SÃœRECÄ°
POMAKLAR ÃœZERÄ°NE FARKLI BÄ°R TARÄ°H OKUMASI
I - GÄ°RÄ°Åž
Günümüzde Pomakları en genel tanımıyla “Slavik†kültürden, “İslami†kültüre yönelmiÅŸ bir balkan topluluÄŸu olarak ifade etmek sanırım yanlış olmayacaktır. Slav gramer ailesine ait dil ve Ä°slam inancı; en ayırdedici özellikleridir. Bu nedenle “Pomak Kültürüâ€nün kökleri üzerine yürütülecek bir tartışma; dil yapısı ve inanç detaylarına dair oluÅŸum süreçlerini araÅŸtırmayı zorunlu kılmaktadır.
Hem bu tanımlama hem de; “balkan yayılışında Osmanlıdan yana tutum aldıklarını ifade etmek üzere; Slavlar tarafından (düşmana) yardım edenler anlamında, slavca ‘pomaga’,’pomaci’ sözcüğünden hareketle “Pomak†olarak adlandırıldıklarını ileri süren ve genel olarak benimsenen içerik†; “Pomak†oluşumunun belirli bir dönemde Slavik Bulgar etnisitesinin oluşum-gelişim sürecleri içinde yer aldığına ve ondan kopuşla ayrı bir kimlik oluşturmaya yöneldiğine işaret etmektedir.
Bu bakımdan “Pomaklara†dair tartışma; oluşumun kaynaklarını, Osmanlı öncesi dönemde arayarak; sonraki dönemlerde izlerini sürecek bir hat izlemek zorundadır.. Böyle bir tartışma tartışma konusu yapılan dönemin genel karakteri hakkında bir fikir sahibi olmadan yürütülemeyeceği için öncelikle dönemin sosyo-ekonomik koşullarına göz atmalıyız.
II- OSMANLI YAYILIŞI ÖNCESİNDE BÖLGEDEKİ SOSYO EKONOMİK DURUM
Osmanlının bölgeye gelişi XIV asrın ikinci yarısındadır(1350 sonrası,.). Bunun 5-6 asır öncesinden beri Pomakların yoğun olarak yaşadığı Trakya ve Makedonya civarında Bizans ve Bulgar egemenliği hüküm sürmüştür. “Askeri Feodal Devlet†olarak tanımlanabilecek bir rejim yapısı bu iki devlet ve hatta sonrasında Osmanlı devletinin temel karakteristiği olmuştur.
1-) Askeri Feodal Devlet Yapısı
Askeri feodal devlet yapısının temel özelliği; toprak mülkiyetinin genel olarak hükümdar ya da devlet mülkiyetinde tutularak; görevde oldukları süreyle sınırlı olmak üzere; askeri-bürokrat devlet kadrolarının tasarrufuna sunulmasıdır. Bu sistem orduya dayalı güçlü bir merkezi yapıyı gerektirir. Ruhban (Osmanlıda ulema) sınıfı da devlet aygıtının meşruiyet mekanizması olarak sistemin merkezinde yer almaktadır.
Zaman zaman baskın mülkiyet ilişkisi görünümü alabilecek şekilde; belirli bir seçkinler (soylular) sınıfının büyük toprakların mülkiyetini ele geçirdiği dönemlerin de bulunduğu yadsınamaz. Soylular sınıfının özel mülkiyeti; genelde krizlerle eşzamanlı olarak ve süreklilik arzetmeyecek şekilde ortaya çıkan bu dönemlerle birlikte (özellikle 1204 tarihli sefer sonrasında oluşan haçlı egemenliği etkisiyle); yükselen ve alçalan bir grafik içerisinde varlığını sürdürmüş; ancak uzun vadede sosyo-ekonomik yapının baskın unsuru olabilme yeteneğine kavuşamamıştır.
2-) EgemeniÄŸi Finans Modeli
Bu yapı içerisinde devlet kendine ait toprakları Osmanlıdan tanıdığımız “tımar†sistemine benzeyen bir model (Pronoie) içerisinde asker ve bürokrat sınıfına; kazancından belirli bir payı vergi olarak ödemek koşuluyla tahsis etmekte ve bu bunlar da; bir çift öküzle (çiftlik) işlenebilecek ölçekte küçük ünitelere ayrılmış olan araziyi köylüler aracılığıyla çalıştırmaktadır. Tımar sahiplerinin arazi gelirleri toprağı fiilen işleyen köylülerden belirli bir yüzdeyle aldıkları üründen oluşmaktadır.
Aynı araziyi sürekli olarak ve çoğu kez babadan oğla devreden bir hukuk içerisinde işleyen köylülerin (çiftçi) toprakla ilişkisi küçük ölçekli özel mülkiyeti andırmakla birlikte gerçekte; köylüler bir yana, tımar sahiplerinin bile toprakla bağı “kiracı sıfatıyla zilyetlik†olarak tarif edilebilecek bir düzeyi aşamamaktadır. Zira bürokratın görevi bir biçimde sona erdiğinde aynı arazi; benzer statüye sahip bir başka görevliye devredilmektedir.
Ruhban sınıfı da kiliseye tahsis edilmiş ve çoğu kez vergiden muaf tutulan topraklara benzer biçimlerde tasarruf eder.
Sonuç olarak sistemin finansmanı temelde topraktan elde edilecek gelirlerden alınan vergilerle sağlanmaktadır. Bu nedenle (soylular+üst dereceli asker ve bürokratlar +ruhbanlardan) oluşan egemen sınıfların refahı kendilerine tahsis edilmiş toprakların en verimli şekilde işletilmesine bağlıdır. Bu da toprağı fiilen işleyen köylü-çiftçilerin ve özellikle soylular açısından toprak kölelerinin varlığını gerektirmektedir. Yani köylü nüfusun artması hakim kesimlerin refahını arttırırken; nüfustaki daralmalar ise azaltmaktadır.
3-) “Fetih†Mekanizması
Refahı(zenginliÄŸi) arttırmanın bir diÄŸer yolu ise sahip olunan toprak miktarının arttırılmasıdır. Egemen ittifak bileÅŸenlerinden herhangi birinin iktidardaki ağırlığının; diÄŸerleri aleyhine veya lehine artması ya da azalması biçiminde de ifade edilebilecek iç paylaşıma yönelik deÄŸiÅŸiklikler dışında; toprak miktarını arttırmanın tek yolu savaÅŸ sonucunda yeni yerlerin iÅŸgal edilmesidir. Bu bakımdan askeri-feodal devlet yapılarının temel eÄŸilimlerinden biri de “fetihâ€Ã§i karakterleridir. Bu yapılar kriz dönemlerinde krizi aÅŸmak ve refah dönemlerinde ise zenginliÄŸi arttırmak adına sürekli yeni yerler fethetme ihtiyacındadır.
Batıda Roma ve ardçıllarının oluşturduğu Katolik sınıra dayanan Bizansın, doğusunda güçlü “askeri feodal devletler†olarak İslam ve Türk İmparatorluklarının ortaya çıkması; Karadeniz ve Akdeniz ötesi fetihlerin de zorlaşması sonucunu doğurmuş ve Fetih olanaklarının sınırlanması; düşüşünün başlangıcını oluşturmuştur. Bundan sonra giderek hızlanan bir ivme ile yerini alan Osmanlı İmparatorluğu da benzer şekilde “batıda bizansın en geniş sınırını oluşturan çizgiye†ulaştıktan sonra girdiği “fetih krizi†nedeniyle gerilemeye başlamıştır. Doğusunu tutan “Akkoyunlu†engelini aşamadığı için Arap çöllerine yönelmişse de çölden elde edilen toprak rantı yeterli olmadığı için gerileme, çöküşe kadar devam etmiştir.
Ele geçirilen topraklarda sistemin oturmasını kolaylaştırıcı yanıyla “egemen sınıf geçişkenliği†olarak tanımlanabilecek bir mekanizma daha dikkat çekmektedir.
Fetih mekanizmasına bağlı bu tali mekanizma; fethedilen yerlerin prens ya da beylerinin vergiye tabi olmak koşuluyla “pronoie-tımar†sahibi olarak kolayca sisteme dahil edilmesi biçiminde kendini gösterir.
“Fetih†için yapılan savaş; bir yandan yeni toprak edinmeyi sağlarken aynı zamanda toprağı işeyecek bağımlı köylülere (toprak köleleri); de sahip olma sonucunu doğuran karakteristik bir iktidar mekanizmasıdır.
4-) İç Savaş ve “İsyan†Eğilimi
Öte yandan son 1000 yıllık dönemde kavimler göçünün hedeflerinden biri haline gelen bölge coÄŸrafyasında, nüfusun önemli bir unsurunu daima; dalgalar halinde akın eden göçebeler oluÅŸturmuÅŸtur. YerleÅŸik iktidar aygıtları açısından bu göçebe kitleler; yukarıda toprak ve iÅŸleyenini temin aracı olarak tanımladığımız savaÅŸ (fetih) ve topraktan gelir elde etme aracı olarak tanımladığımız köylü biçimindeki iki temel ihtiyacı çözmeye yönelik önemli bir kaynak olarak görülmüştür. Fethedilen topraklarda yaÅŸayanların bir kısmı ordunun asker ihtiyacının karşılanmasında kullanılmış ama asıl olarak; zorla iskan ettirilmek suretiyle iÅŸledikleri topraktan rant elde etmek üzere, zenginliÄŸin doÄŸrudan kaynağı olarak deÄŸerlendirilmiÅŸlerdir. SavaÅŸtan ayrı olarak “iskanâ€Ä± saÄŸlama ve sürdürmede kullanılan ÅŸiddet düzeyi birçok kez savaÅŸta kullanılanı aratmayacak boyutlardadır. Bu nedenle “iç savaÅŸ eÄŸilimi†olarak ta tanımlanabilmesi mümkün olan bu “içe yönelik savaÅŸ düzeyinde ÅŸiddet kullanma†alışkanlığı da askeri feodal yapıların karakteristik özelliklerindendir.
Toplumun alt kesimleri açısından; kölelikten “topraÄŸa bağımlı köylü†statüsüne doÄŸru nispi bir özgürleÅŸme biçiminde geliÅŸen klasik feodalizmden farklı olarak; özgür göçebelikten “topraÄŸa bağımlı köylüâ€lüğe doÄŸru geliÅŸen bu sürecin göçebe kökenli kitleler açısından ortaya çıkardığı; “özgürlük yitimi†biçimindeki statü kaybı; “isyan†olgusunu süreklilik gösteren bir dinamik olarak, tartıştığımız iktidar modelinin bir baÅŸka karakteristik özelliÄŸi haline getirmiÅŸtir.
Ayrıca özellikle kriz dönemlerinde geliri azalan egemen kesimlerin, gelir açıklarını; toprağa yerleşik köylülerden daha yüksek oranda vergi alarak çözmeye yönelmeleri bir başka iç savaş ve isyan üretici mekanizma olarak gözlemlenmiştir.
5-) Sonuç
“Pomak†etnisitesinin mayalandığını varsaydığımız dönemlerde; bölgede egemen olan Bizans-Bulgar toplumlarında sosyo ekonomik yapıyı;. “Köylülüğün; kölelikten özgürleÅŸmeye doÄŸru iÅŸleyen süreç yerine; “özgür göçebelikâ€ten “topraÄŸa bağımlı köleliÄŸe†doÄŸru iÅŸleyen süreçlerde; “savaÅŸ ve“iç savaş†mekanizmaları altında; “zorla iskan†uygulamaları marifetiyle yaratılmaya çalışıldığı†iktidar modeli olarak tarif etmeye çalıştık.
İlk belirtileri Perslerde gözlenmeye başlayıp;Bizans-Bulgar yapılarını da kapsayacak şekilde; doğulu toplumların tamamına hakim olan bu yapı; tanımında yer alan savaş ve iç savaş eğilimleri nedeniyle askeri bir karakter taşımak ve merkezi olmak zorundadır. “Doğu merkeziyetçiliği†olarak ta adlandırılan bu eğilimin belirleyici olduğu iktidar modelini
“askeri feodal devlet†olarak adlandırdık.
Ve yine “savaş†ve “iç savaş†karakteristiklerinin bir türevi olarak; göçebe kitlelerde gelişen “isyan†eğiliminden söz ettik.
Böyle bir perspektiften hareketle incelenecek Bizans-Bulgar tarihi (aynı zamanda Selçuklu-Osmanlı tarihi de); göçebe kabilelerinin silah zoruyla topraÄŸa “iskan†ve buna karşı geliÅŸen kabile “ isyanâ€larının tarihi olacaktır. Ve öyle olduÄŸunu; Avrupa yakasından Asya’ya ve Asya’dan Avrupa yakasına yönelik sayısız sürgünü anlatan birçok kaydın günümüze kadar taşınabilmiÅŸ olmasından anlıyoruz.
Bu sürgünlere neden olan sayısız isyan içinde, etkileri günümüze kadar ulaşan; Selçuklu dönemindeki “Babai†isyanlarına benzer karakterdeki , “Paulikan†ve “Bogomil†isyanları da sürecin işleyişine dair veriler olarak ele alınmalıdır. Özellikle bölgede iktidarın el değiştirdiği döneme rastlayan ve Osmanlıya karşı gibi görünmekle beraber; Bizans tarafından da tehdit unsuru olarak değerlendirildiği anlaşılan“Şeyh Bedrettin†isyanlarının ; iktidar sahiplerinin değişmesine rağmen, iktidar modelinin değişmediğini gösteren yanı da dikkate alınmalıdır.
bogutevolu:
III- POMAK OLUŞUMU İÇİN OLASI KOPMA NOKTALARI
Verili tarihsel dönemi belirleyen bu sosyo-ekonomik yapı içerisinde cereyan eden hiçbir sosyolojik hareket; tanımlamaya çalıştığımız bu “iskanâ€-“isyan†süreçlerinden bağımsız olarak deÄŸerlendirilmemelidir.
Ä°ÅŸte benzer karakterli Bizans-Bulgar-Osmanlı egemenliÄŸi altında; bir sosyolojik olgu olarak geliÅŸen “Pomak Etnisitesiâ€nin kaynağı da aynı “iskanâ€-“isyan†süreçlerinde aranmalıdır. Çünkü önceye dair hiçbir iz barındırmayan bu oluÅŸumun; temel iki karakteristiÄŸinden biri olan slavik dil; belirli bir dönemde Slavik Bulgar etnisitesinin oluÅŸum sürecine dahil olunduÄŸuna iÅŸaret eder ki; bu da oluÅŸumun baÅŸlangıç noktasının tanımladığımız tarihsel süreçler içinde ve balkanlarda aranması gerekeceÄŸi anlamına gelir.
Osmanlı yayılışından sonra, ikinci karakteristik olarak edinilen “islami inanç†ise; slavik süreçten kesin bir kopuÅŸu göstermektedir. Ayrı bir etnik kimliÄŸe yöneliÅŸin kesin ifadesi olan böyle bir kopuÅŸ; aynı zamanda yeni bir doÄŸuÅŸtur. Her doÄŸum gibi bunun da gerçekleÅŸmesi için ÅŸiddetli sancılara ihtiyaç olacaktır. Bu sancıları, büyük acıların yaÅŸanmasına neden olan “toplumsal travmaâ€larda aramak gerekir. Söz konusu tarihsel dönem içinde böylesi travmalara neden olabilecek olgular ise “savaÅŸâ€, “iç savaş†ve “isyan†mekanizmalarıdır.
Bu nedenle Osmanlının gelişi sonrasındaki iskan ve isyan süreçlerinde yeni bir oluşuma yol açabilecek düzeyin mevcudiyeti araştırılarak; Osmanlı etkisinin başlı başına yeni bir oluşuma yetip yetmeyeceği değerlendirilmeli ve buna göre başlangıç noktasının Osmanlı öncesinde mi? Yoksa sonrasında mı? olması gerektiği tartışılmalıdır.
Pomak oluşumunun başlangıç noktasına denk gelmesi olası döneme ilişkin sosyo-ekonomik koşullar ve hangilerinin yeni bir oluşuma yol açabilecek kapasite taşıyabileceğine dair değerlendirmelerden sonra artık Pomak oluşumunun nasıl başlayıp gelişmiş olabileceğini tartışabiliriz.
IV- TARTIÅžMA HATTI
Geçmişteki bilinmeyenleri hedefleyen bir tartışma bugünden başlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle bugüne ve geçmişe dair bilinenler içinden; aralarında bağlantı olabileceğini öngördüğüm olguları, başlıklar halinde ele alıp; mevcut yaklaşımları da içerecek bir değerlendirme ile aralarında kurulabilecek mantıksal bağlardan, çıkarımlar elde etmeye çalışacağım.
V- POMAKLARIN MÃœSLÃœMAN OLUÅžU ÃœZERÄ°NE TARTIÅžMALAR
Tanım gereği Pomakların tamamı müslümandır. Yine bugün tamamına yakını Sünni (Hanefi) dir. Yalnızca Meriç nehrinin batısında kalan rodopların doğu eteklerinde yer alan bazı Pomak köylerinin heteredoks alevi-bektaşi inancına sahip olduğunu biliyoruz.
Acaba Pomaklar nasıl ve ne zaman Müslüman oldu. Başlangıçtan beri Sünni miydiler?
1-) Pomaklar Nasıl Müslüman Oldu?
Pomakların Müslüman oluş biçimlerine ilişkin genel olarak iki yaklaşım söz konusudur.
Bunlardan ilki daha çok Bulgar yazarların öne sürmeye çalıştığı “Osmanlının zora dayalı din değiştirme uygulamaları sonucunda Müslüman oldukları†yolundaki görüştür.
Genel olarak; 16. yy da II.Selim ve 17.yy da IV. Mehmet’in veziri Sokollu Mehmet tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen uygulamalara dayandırılmaya çalışılan bu görüşün; Dragonov adlı bir papazın olaylardan söz etmeyen yorumlarını aktardığı ve orijinali bulunmayan eserinden başka; böylesi uygulamalardan söz eden tarihi kayıtlara rastlanmadığı için; daha çok subjektif bir kimlik yaratma gayreti taşıdığı tarafsız yazarlarca ortaya konulmuştur. (Ulf Brunnbauer) .
Bu görüş; adlandırmaya ilişkin ve genel olarak kabul gören; Osmanlıya yardım edenler anlamındaki Pomaklık kavramı ve Osmanlının inançlar konusundaki bilinen genel politikalarıyla da bağdaşmamaktadır. Müslüman olmayanlardan ilave vergi aldığı için Hıristiyan kalmalarında sakınca görmemesi gereken Osmanlının; hüküm sürdüğü yerlerde başka hiçbir topluluğa reva görmediği bu tür uygulamaları Fetih esnasında kendisine yardım ettiği için (aşağılanmak kastıyla) “Pomak†adını alacak bir topluluğa yöneltmiş olması olağan bir durum değildir. Somut kanıtlarla desteklenmediği sürece hayatın normal akışına aykırı düşünceleri dikkate almamak mantığa daha uygundur.
Adlandırmanın içinde taşıdığı mantıksal veri; Osmanlı bölgeye geldiği anda sonradan Pomak olarak adlandırılacak topluluklar ile komşu Bulgar Slavları arasında belirli bir kopuşun varlığına işaret eder niteliktedir. Aksi halde ilk kez temas edildiği varsayılan yabancı bir topluluğun yanında tutum almak akla uygun düşmeyecektir. Böyle bir kopuşun üzerine oturan Osmanlı yanında tavır alış; İslamlaşmanın en geç Osmanlı ile temas anında başlamış olması gerektiğini düşündürmektedir.
Müslüman oluş biçimine dair ikinci görüş ise sürecin Osmanlının gelişi ile eşzamanlı olarak başladığı yolundadır. Bu görüşün iki versiyonu vardır.
Birinci versiyon; Osmanlının gelişi sonrasında yavaş yürüyen bir süreç içinde İslamiyetin benimsendiğini ileri sürer.
Bu görüşe uyumlu mantıksal ve somut bazı veriler mevcuttur. Yabancılardan alınan “cizye†adlı vergiden muaf tutulma adına gayrı Müslim tebaa’da “ihtida†(İslam dinine geçme) eğilimi gözlendiğine sıkça değinilmektedir. Vergi muafiyeti ile bağlantısı nedeniyle göçebe topluluklardan ziyade yerleşik kesimler üzerinde etkili olduğu düşünülebilir.
Ancak bu eğilim cümlesinden Müslüman oluş, daha çok bireysel tercihlerle alakalandırılabilir. Az çok toprak ve mevki sahibi Bulgar-Bizans soyluları dahil birçok gayrı müslim; benzeri kaygılarla Müslüman olduktan sonra; ayrı bir kimlik iddiasında bulunmaksızın, Osmanlı-Türk kimliği içinde yer almışken; Pomakların ayrı bir kimlik iddiasını sürdürebilecek biçimde Müslüman oluşunu izah etmekten uzaktır bu görüş...
Yrd. Doç. Kemal Gözler “Lofça Pomak Köylerinin İlk Müslüman Sakinleri†adlı çalışmasında; Lofça Pomakları açısından bu görüşe uygun veriler ortaya çıkarmıştır. 1479 (20 kişi), 1516 (81 kişi), 1545 (134 kişi) ve 1579 (701 kişi) tarihli tahrir defterleri ve 1873 (37.480 kişi) tarihli salnameler üzerinden müslüman nüfusun 500 yıllık dönem içinde yavaş yürüyen bir süreç içinde arttığını göstermiştir.
Burada Pomak nüfusun tamamına yakın bölümünün bulunduğu Rodop-Pirin bölgesinden tamamen ayrı bir konumda bulunan Lofça Pomaklarının durumu; ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulmalarını gerektirecek başka özellikler de göstermektedir. Aynı çalışmada; onların göçebe karakterli diğer Pomak kitlelerden farklı olarak; 500 yıl öncesinde Lofça dere boylarının verimli arazilerinde tarımla iştigal eden yerleşik köylüler oldukları da ortaya konmuştur. Lofça Pomaklarının bu ayrık durumu üzerine değerlendirmeleri sonraya bırakarak şimdilik; ana kütleden uzak ve verimli küçük ovalarda tarımla uğraşan sınırlı bir topluluğa ait olan bu verilerin dağlık yörelerde göçebe hayvancılık yapan çoğunluğun müslüman oluş sürecini izaha yeter nitelikte olmadığını belirtmekle yetinelim.
Müslüman oluş sürecinin Osmanlının gelişiyle eşzamanlı olarak başladığına dair görüşün ikinci versiyonu ise “12 yüzyılda bölgede geniş kapsamlı isyanlar çıkaran bogomillerin Osmanlının gelişiyle kütleler halinde Müslüman olmaya yöneldiklerini ve bunların sonradan “Pomak†olarak adlandırıldıkları yönündedir.
Bu görüş, fethettiÄŸi ülkeleri Ä°slamlaÅŸtırma siyaseti gütmeyen Osmanlı yönetimi altında; kitleler halinde islama yöneliÅŸi, paulikan-bektaÅŸi-bogomil etkileÅŸimleri üzerinden izaha yarayacak; “inanç akrabalığıâ€nı çaÄŸrıştıran unsurlar içermektedir. En dikkat çekici yanı diÄŸer görüşlerin inandırıcı bir biçimde içermediÄŸi “toplumsal travma†unsurunu içinde barındırmasıdır. Niyetlerden bağımsız bir deÄŸerlendirme için baÅŸlangıçta tanımlamaya çalıştığımız; sosyo-ekonomik ortamda yer alan dinamiklerle uyumlu bir süreç önermektedir.
Adlandırma olgusunun içermiş olduğu; yabancıdan yana tutum almayı anlamlı kılacak, “önceye dayalı farklılaşma†gereğini karşılamaktadır. Makedonya Pomaklarına “torbeşi†ve bazı Slavlarca; Bulgaristan Pomaklarına “bogomil†denmesini de anlamlı kılmaktadır.
Bu nedenle Pomakların durumu bu görüşü ekseninde tartışmaya çalışacağım.
bogutevolu:
I- HETEREDOKS TARÄ°KATLAR
1-) Paulikanizm
“ Maddi dünyayı yaratan ve yöneten Tanrı ile tapılması gereken, ruhları yaratan göklerin Tanrısı arasında ayrıma dayalı ikicil görüşleri ile “Manicilikâ€ten etkilenmiÅŸ bir ermeni tarikatıdır. Göklerin tanrısı iyiliÄŸi; Maddi dünya ise kötülüğü temsil eder. Bu nedenle haçı sevmez, kiliseyi ve ruhban sınıfını; maddi dünyaya ait kötülüklerin temsilcisi olarak görür ve reddederler. Aynı ÅŸekilde dünyevi iktidarı da,.. Toplantılarını cemevi’ni çaÄŸrıştıran “dua evlerinde†yaparlar. Bu nedenle bize yabancı gelmeyen “mum söndü†suçlamalarıyla karşılaÅŸtıkları kayıtlıdır. Pir ve DerviÅŸ kavramlarını andıran “aziz†ve “yoldaÅŸâ€ları vardır. Bütün insanların birliÄŸini savunurlar.
IV. Constantine ve II. Justinian, Paflikyanlara şiddetli bir baskı uygulamış; özellikle V. Leo, müthiş bir Paflikyan avına çıkmıştır. Bu dönemde bir çok Paflikyan, Bizans'tan kaçarak Müslümanlara sığınmıştır. Liderlerinden Sergius 835 yılında öldürülmüştür. İmparatoriçe Theodora zamanında da baskı sürmüş, Karbeas yönetiminde isyan eden Paflikyanlar kitle halinde Müslüman topraklarına göçetmiştir.
Daha sonra Tephrike'de (Divriği) bir kale kuran Paflikyanlar, sürekli olarak Bizans topraklarını yağmalamışlar, giderek etkilerini arttırarak politik bir güç durumuna yükselmişlerdir. İmparator I. Basil zamanında, Paflikyan ordusu Anadolu'yu boydan boya geçerek Efes'e kadar gelmiş, İzmit'i işgal ederek neredeyse Istanbul'un karşı kıyılarına kadar ulaşmıştır. Ancak sonunda yenilgiden kurtulamamışlar ve 871 yılında Tephrike kalesi yerle bir edilmiştir. Yakalananlar kılıçtan geçirilmiştir. Bu durum tarikatın askeri gücünü yok etmiş ve geride kalan Paflikyanlar Anadolu'nun çeşitli yörelerine dağılmışlardır. V. Constantine ve I. Johannes, Paflikyanları kitleler halinde Trakya'ya, özellikle Filibe kenti ve çevresine sürgün etmişlerdir.
Bulgaristan'daki Bogomil tarikatı Paflikyanların devamıdır. Bogomiller, Ortaçağ boyunca Batı'ya doğru öğretilerini yaymışlar, Katharlar (Albililer) ve diğer Manici akımları etkilemişlerdir.†Thamos (Geometri)
2-) Bogomiller
10. yüzyılda Bogomil (Tanrının Sevdiği) adlı bir papaz tarafından kurulan ve Trakya’ya sürülen manici Paulikenler arasında gelişmiş bir tarikattır.
“Bulgaristan'da Çar Peter (927-969) zamanında Bogomil mezhebi, Roma Kilisesi'nin radikal düşmanı olarak ortaya çıktı. Bogomil'in kendisi, Bulgar ortodoks papazdı ve mezhebinin temel düşünceleri arasında Messalian, Paulikian ve daha önceki Manikeizm fikirleri vardı. Bogomil’e göre dünya iki idare altındadır: “İyi†(Tanrı) ve “Kötü†(Satanael). Bütün görülebilen dünya, Kötü'nün yapısıdır ve Kötü'nün hedefi oldu. Temiz canlı din ve afif asketik hayat için çabaladılar. Her nevi dış kült, kilise merasimleri de hemen hemen Roma Kilisesi'nin tüm teşkilâtını bıraktı. Bu, aynı zamanda dünyanın var olan teşkilâtının bırakılması da demekti, çünkü buna en kuvvetli dayanak veren teşkilat, Hıristiyan Kilise idi. Bogomil hareketi halkın hükümdarlara, büyüklere ve zenginlere karşı itiraz etmesinin bir ifadesiydi. 11. yüzyılda Bogomil mezhebi tarafından, o zamanda Bizans’ın en tehlikeli düşmanı olan Peçenekler desteklendi. İmparator I. Alexios Komnenos (1081-1118), Bogomil mezhebine karşı, bunun hem devlet için, hem de kilisenin teşkilâtı için tehlikeli olduğundan dolayı, Ortodoks Kilise ile elele savaş ilan etti. Balkan Yarımadası'nda oluşmuş Bogomil dalaleti (heresis-sapkınlık-), geniş alanda yaygınlaşmıştı ve devletin başkentinde de sayısız üyesi vardı. İmparator tarafından dalalet hareketinin yok edilmesi, devletin önemli bir vazifesi sayıldı.; Basileos; Bogomil lideri ve fikirlerini kabul eden öğrencileri, ateşe verdi.†(İmre Adorjan)
“Bogomillere verilen diÄŸer bir ad olan ve Türkçe “torba†sözcüğünden türemiÅŸ olan “Torbeshiâ€, gezgin Bogomil keÅŸiÅŸlerinin omuzlarına astıkları ve içine aldıkları sadakaları koydukları torbadan kaynaklanmaktadır. Günümüzde Torbeshi adı, Makedonya’nın Müslümanları olan Pomak’lara verilen bir addır.
Bogomiller, diğer dinlerle ya da din dışı akımlarla bağdaşmaktan çekinmezlerdi. Bu eğilim zamanla daha belirgin biçime dönüştü ve XIII. Yüz yıldan başlayarak Bogomilizm daha sık olarak Paganizm, büyü ve batıl inançlar ile iç içe geçti. XIV. Yüz yılda Bogomilizm giderek etkisini yitirdi ve Osmanlıların Bulgaristanı (1393) ve Bosna’yı fethetmelerinden sonra (1463) Bogomillerin büyük çoğunluğu İslam dinine geçti.†Thamos (Geometri)-Bogomiller
3-) Alevi BektaÅŸiler
Alevi inancının temeli Hak-Muhammed-Ali sevgisine dayanır. Hak gerçekliÄŸi idealize eder. Muhammet - Ali (Ehl-i beyt: Peygamber ailesi ve soyundan gelenler) ise gerçekliÄŸin yeryüzündeki biçimsel yansıması olarak bütün insanları sevmeye kadar varmaktadır. Dört Kapı, Kırk Makam ÅŸeklindeki Kâmil (olgun) insan olma ilkelerini Hünkâr Hacı BektaÅŸ Veli’nin tespit ettiÄŸine inanılır.Hacı BektaÅŸ “Kul Tanrı’ya dört kapı, kırk makamda erer, ulaşır, dost olur.â€. Bu dört kapı ÅŸeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarıdır. Her kapıda 10’ar tane olmak üzere 40 makam vardır. Ä°nananlar bunları aÅŸama aÅŸama katederek kemale erer.
Kötülük yapanlara açıkça tavır alınır ve toplumdan dışlanırlar.
Babai isyanlarından sonra dağılan yapının tekrar toparlanmasını sağlayan Hacı Bektaş Veli nedeniyle Alevilik bazen Bektaşilik olarak ta adlandırılmıştır.
Hak-Muhamemet -Ali üçlemesi Hıristiyan teslis (üçleme) inancıyla benzeÅŸir. Ancak asıl vurgu iyilik ve kötülük üzerinedir ki; bu ikicil (düalist) temeli mazdek - Manicilikte aramak gerekir. Ä°nsan içindeki kötülükten arınıp (“eline,diline beline,hakim olâ€) gerçeÄŸe-tanrıya (kamil-olgun insana) ermeye çalışmalıdır. Tanrıyı doÄŸada arama ve ona ulaÅŸma düşüncesi ise panteizm (doÄŸa varlıklarına tapınma)den gelen deÄŸerdir. Maddi doÄŸaya tapınmaya yönelen antik panteizmden farklı olarak, alevi panteizmi; “vahdet-i vücut†anlayışında manevi niteliÄŸi öne çıkan bir tanrı doÄŸa özdeÅŸleÅŸmesi önermektedir ki; bu daha çok ÅŸamanist deÄŸerlerin içselleÅŸmesine iÅŸaret eder. Bu haliyle Alevilik Ön Asya’da tarih boyunca egemen olmuÅŸ inançların sentezi gibidir.
4-) Tarikatlar Arasında Benzer Özellikler
a - Heterodoksi
Her şeyden önce bu üç tarikat da “heteredoks†karakterlidir. Heterodoksi, türdeş olmayan yorum, ana yorumun dışına çıkarak yapılan yorum demektir. Burada Ortodoks ve Sünniliğin, egemenler tarafından; mutlak ve şekli kalıplar halinde iktidarı kutsayan bir ideoloji formatında sabitlenmesine karşı çıkarak; içsel (Batıni) bir yorumla ele aldıkları dinin asıl içeriğinin yani özünün savunulması söz konusudur. Bu onları eşitlikçi bir din anlayışına
götürmektedir ki; ezilen kesimlerin ideolojisi karakterine bürünmelerinin temeli burada aranmalıdır.
b - Düalizm
Düalist (ikicil) inanış: asıl olarak tek tanrılı dine geçiş öncesinde egemen olan çok tanrılı anlayışın; iyi ve kötüyü temsil eden iki tanrıya indirgenmesini öneren iran kökenli “Mazdek†dinine özgüdür.; Ahura-Mazda iyi tanrı ve Agrimen kötü tanrıdır. Daha sonra bu dini Hıristiyanlıkla bağdaştıracak Urfa kökenli “Mani†dini özellikle Hıristiyan heteredoks inançlara kaynaklık etmiştir.
Tarikatlar bu ikicil yorumlarıyla; iktidar sahiplerini ve iktidara eklemlenen Ortodoks Ruhbanı ile İslam Ulemasını reddederler. Onların din kisvesi altında menfaat peşinde koşan “kötülüğün yeryüzündeki temsilcileri†olduklarını savunurlar.. İyiliğin ancak dinlerin özünde yer alan “eşitlikçi bir toplum yapısında†bulunduğundan hareketle göçebelik ve yoksul köylülüğün ideolojisini üretme misyonu yüklenirler.
c - Muhalif Karakter
Öğretilerinde “aktif bir karşı tavır önermesi†belirgin bir vurgu noktası olarak ortaya çıkar. Egemen yapıya doğrudan yönelme anlamına gelen bu içerik yüzünden her üçü de sapkın tarikatlar olarak nitelenip ahlaksızlıkla suçlanarak dışlanmaya çalışılmışlar ve kitleselleştikleri durumlarda kanlı bir şekilde ezilmek istenmişlerdir.
“11. yüzyılda Bizanslı felsefeci Psellos tarafından Bogomillere karşı yazılan “eleÅŸtiride†artık EskiçaÄŸ'da da mevcut olan orgia (mum söndü) suçlaması kullandı. Bu tarihten sonra, bu tip suçlamalar, Ortaçağ’ın sonuna kadar, hem DoÄŸu Ortodoks (Bizans), hem Batı Roma Katolik Kilisesi'nden dalalet dinlerine karşı sürdüren mücadelenin en uygun aracıydıâ€-Ä°mre Adorjan
Din adına girişilen bu uygulamalar; gerçekte tarikat inançlarında sembolize edilen eşitlik talepleri ile isyana yönelen yoksulların kıyımıdır. Yani gerçekte “iç savaş-iskan ve isyan†mekanizmalarının faaliyetidir söz konusu olan... Bu cümleden olmak üzere söz konusu tarikatlar ekseninde gelişen ancak doğrudan iktidarı hedefleyen yapılarıyla siyasal nitelik taşıyan sayısız isyan içinde en önemlileri...
d - Başlıca İsyanlar
Tephrike (Divriği) merkezli örgütlenmeyle; Marmara ve Egeyi ele geçirecek boyutlara ulaştıktan sonra kan gölünde boğulan 871 tarihli Paulikan ayaklanması (ki kıyımdan kurtulanlar Trakya’ya sürülerek yüz yıl kadar sonrasında Bogomil hareketine kaynaklık etmiştir)...
Alevi isyanları arasında; ilki ve en kapsamlısı 1240 ta patlak veren Babai isyanları; 1413 fetret devri sıralarında ortaya çıkan Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa,Torlak Kemal ayaklanmaları, 1502-1511’de Doğu Anadolu’da patlak veren aşiret ayaklanmaları, 1590’lardan 1640’lara uzanan Celali isyanları,
Bogomillerin çıkardığı ya da karıştığı; 927 yıllarında başlayıp 972 kadar süren ve 1018 de 1. Bulgar Krallığının yıkılmasına varan ayaklanmalar,. Bizansa karşı Samuil öncülüğünde girişilen Sperkheos (996) ve Strumica (1014) isyanları,. I. Alexios Komnenos’un büyük kıyımına yol açan 1115 civarındaki isyan,. 1218 de gasıp Borile karşı; İvan III Asen II’yi iktidara getiren ayaklanmalar,. 1277 de Çoban İvaylo’nun iktidarı almasına yol açan ayaklanmalar...
bogutevolu:
e - Ortak Coğrafya ve İnanç Temelleri
Her şeyden önce bu tarikatların coğrafi temelleri aynıdır. Üçü de Anadolu kaynaklıdır. Bu nedenle eski Anadolu inançlarından etkilenmemeleri mümkün değildir. Hıristiyan Ermeni tarikatı olarak Paulikanizm ve Müslüman Türk Tarikatı olarak Alevi-Bektaşilik ... İran kültürü ile de yoğun bir etkileşime sahiptir. Dahası Müslüman olmadan önce yerleşmeye başlayan Türkler; Mazdekçilik, Manicilik ve Ortodoks Kilisesince aforoz edilen Hıristiyan Nesturi Mezhebine giriyordu. Ayrıca göçebe kitlelerde halen etkin olan Şamanizm de Mazdekçilikten etkilenerek ikicil bir nitelik kazanmaya başlamıştı. Gök Tanrı aydınlığı (iyiliği) ve Yer Tanrı ise karanlığı (kötülüğü) temsil ediyordu,..
“Anadolu’da yaşayan değişik etnik gruplara mensup insanların nüfusu ne idi?
Batılılar, bu soruya abartmalı ve yandaş bir yanıt vermektedirler. Batı kaynaklarına göre, gelen Türkler 500.000’i geçmemekteydi. Anadolu’da yaşayanlar ise, 15-20 milyondu ve bunların büyük çoğunluğu hıristiyandı. Doğu kaynaklarına göre, Anadolu’ya gelen Türkler 1.000.000’un üstündeydi ve Anadolu’da 3-4 milyon insan yaşıyordu.
Doğu Türk kaynaklarına yakın bir yorum içerisine girdiğimizde dahi görürüz ki Anadolu’ya gelen Türkler, yerli halkın %25’i kadarını oluşturmaktaydılar. Bu konuda, kuşkusuz kesin bilimsel açıklamalar yapmak olanaksızdır. Ancak gelenlerin çok daha az olduğu kesindir. Anadolu, bu dönemlerde bir soykırım yaşamamıştır. Büyük göçler de yoktur. Anadolu ahalisine ne oldu? Yeni Müslüman, Hıristiyan kökenliydi; Pagandı; Nesturiydi; Manikheendi; Mazdeistti. Gelenlerin tarihinde, aynı veya benzer inanç biçimleri yaşanmıştı. Ama artık hepsi Müslümandı ve Müslümanlığın sevgiden, yürek haccından, insana ağırlık veren hümanist yorumundan yanaydılar. Aksi halde, birbirleriyle kucaklaşamaz, bir harman, alaşım oluşturamazlardı.
Kohen, Kahin, Şaman hep benzer sözcüklerdi ve büyücü-din adamını deyimlemekteydi. Türkler Müslüman olmadan önce, sadece Hint dinlerinin, Brahmanizm, Budizmin değişik yorumları içerisinde değil, aynı zamanda Mazdeist, Manikheen ve Nesturiydiler. Özellikle yerleşik toplum aşamasına geçenler, bu üç dinin mensubu olmuşlardı.†(Prof.Niyazi Öktem – Anadolu’da Alevi Düşüncesinin Oluşumu ve Gelişimi)
“BektaÅŸilik, Hıristiyanlığın kutsal saydığı yerleri yadırgamamış, hoÅŸgörü çerçevesinde benimsemiÅŸ ve sahiplenmiÅŸtir. Kendi ibadet yerlerinin, tekkelerinin ve kutsal yerlerinin kapılarını da Hıristiyanlara açmıştır. Her iki inancın kültleri özdeÅŸleÅŸtirilmiÅŸ, ortak inanç konusu edilmiÅŸ, bu durum kaynaÅŸmanın çimentosu yapılmıştır. “Hızırâ€, çoÄŸu kez “Aziz Yorgi†ile özdeÅŸleÅŸtirilmiÅŸ, Dersim Alevileri Ermeni ermiÅŸi “Serciyusâ€u “Hızırâ€la aynı görmüşlerdir. Aziz Serciyus’a ait Ermeni kiliselerini Hızır ziyaretgahları sayarak, ziyaret etmiÅŸlerdir. “Hızır†ile “Aya Yorgi†ve “Aya Elyas†arasında da baÄŸlantı kurulmuÅŸtur. Karadeniz Bölgesi’nde Åžeyh Elvan Tekkesi’nde “Hızırâ€, “Aya Teodorosâ€un yerini almıştır. DoÄŸu Anadolu Alevileri ile Hıristiyan Ermeniler Hz. Ali’yi Hz. Ä°sa ile, Oniki Ä°mam’ı Oniki Havari ile, Hasan’la Hüseyin’i Petros ile Pavlus’la özdeÅŸtirmiÅŸlerdir. HacıbektaÅŸ Tekkesi Hıristiyanlar’ca da ziyaret edilmektedir. Burada önceleri “Ayos Harambolos†adlı bir manastırın bulunduÄŸu inancındadırlar. Teselya’da Ayvalı Tekkesi Aya Yorgi manastırı ile, Kalkandelen’de Sersem Ali Tekkesi Aya Elias manastırıyla, ayrıca Korfu’daki Aziz Spyridon BektaÅŸi ünlüsü Sarı Saltuk’la özdeÅŸtirilir. Bu anlayışın sonucu olarak, Batı’nın Akyazılı, Sarı Saltuk gibi önemli tekkelerinde Türk kökenli derviÅŸlerle birlikte Hıristiyan kökenli derviÅŸlerin de olduÄŸuna belgelerde rastlanılmaktadır. Varna yakınlarındaki Sarı Saltuk Tekkesi’nde Dimitro oÄŸlu Gyorgi, Kalfal ve BoÄŸur gibi Hıristiyan kökenli BektaÅŸi derviÅŸleri olduÄŸu kaynaklarda görülür.†(Baki Öz-Hacı BektaÅŸ Velinin YaÅŸadığı Tarihsel Ortam)
Alevi inanışının içerdiği Hıristiyan etkisi en belirgin olarak “Hak-Muhammet-Ali inancının†“Baba-Oğul-Kutsal Ruh†olarak ifade edilen “teslis†anlayışı ile kıyametten önce ortaya çıkıp düzeni sağlayacağına inanılan “Gaip İmam†(12.İmam) inanışının, İsa’nın yeniden dirileceği inancına paralellik oluşturmasında gözlenmektedir..
Paulikan’ların bir devamı niteliğindeki Bogomillerin de bu değerlendirmelerin dışında kalması düşünülemez. Yani her üç tarikat ta aynı sosyal ve inançsal temeller üzerinde gelişmiştir.
f - Fiili Bağlantılar
Bundan başka bu üç tarikat arasında fiili temaslar da söz konusu olmuştur.
İç Anadolu’da özellikle de Sivas ve Malatya yöresinde yaşayan Paulikan inanca sahip yoksul Hıristiyanların Babai ayaklanmalarına kitleler halinde katıldığı bilinmektedir.
Baba ilyas, o dönemden kalan kaynakların (Dominiken misyoneri Saint-Quentin’li Simon, Suriyeli Arap yazar Sibt al-Cezvi, Süryani yazar Bar Harbeus Gregory Abu’l-Farac’in yazıları) belirttiği gibi, “Baba Resulullah’’ olarak ün yapmış; sadece Alevi Türkmen halkın değil, tüm ezilen Sünni ve gayri-Müslim yerlesik ve göçer kırsal topluluklar arasında, ‘Tanrının Baba’ya göründüğü; ona Sultanlık bağışladığı ve kendilerini kurtaracağı’ yayılmıştı. Dönemin merkezi feodal yönetimi ve beylerinin baskısı altındaki toplum, onu ‘‘Peygamber’’ kişiliğine büründürerek bir kurtarıcı kabul etmişti.
Bu katılım Babai dervişleri ile Paulikan dervişler (yoldaşlar) arasında kurulan doğrudan ilişkilerin de sonucudur. Günümüzde artık Aleviliğin Anadolu’da Paulikanlar ile kurulan temaslar sonucunda şekillendiği ve Paulikan Bogomil bağlarının alevi Bektaşilerin organik tekke ilişkileri aracılığıyla sürdürüldüğü tartışma konusu yapılmaktadır.
g - İç içe geçen Söylenceler
* Battal Gazi
Müslümanlığı yayan bir Arap Gazisi iken sonradan Türk kültürünce içselleştirildiği öne sürülen Battal Gazi’nin Paulikan olabileceği de; söylencelerin niteliği ve yaslandığı tarihsel yapı nedeniyle artık tartışma konusu yapılabilmektedir.
“özellikle Malatya ve Sivas arasındaki dağlarda göçebe olarak yaşayan ve hayvanlarının ürünü ile geçimlerini sağlayan, çoğu zaman müslümanların yanında, hıristiyanlara karşı savaşan Pavlikienler yaşamaktaydılar†(Mevlut Oğuz’dan aktaran; İsmail Onarlı- Seyit Battal Gazi Ocağı)
Gerçekte de Battalnâmelerde; “Rumca bilmesi, Ä°ncil’i ezbere okuması, yüksek dini bilgiye sahip olması, yerel halkların törelerini bilmesi onun kılıktan kılığa girmesi Malatya civarında Bizans kalelerine karşı serüvenleriâ€nden (agy) söz edilmesi, dönemin Paulikan verileri ile uyumludur.
* Sarı Saltuk
“Balkanlarda ortak bir “Sarı Saltık kültü†vardır. Bu inanışın izlerine, etkinliÄŸine Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Kırım ve Azerbaycan’ın tümünde rastlanır. Tarihlerin anlatımına göre Sarı Saltık 1263’lerde 12 bin Türkmen ailesiyle Kırım ve Dobruca yörelerine gidip yerleÅŸmiÅŸ ve Ä°slamlığı yaymaya çalışmıştır. 14. yüzyılda yöreyi dolaÅŸan ünlü Arap gezgini Ä°bni Batuta bu yıllarda yörede “Ahilikâ€le birlikte “Sarı Saltık kültüâ€nün de yaygın olduÄŸunu, en çok Edirne ve Ä°sakça’da yaÅŸadığını yazar . DoÄŸu Avrupa BektaÅŸiliÄŸinin “sarışın dedesi†Sarı Saltık Dede’nin yaÅŸamı, misyonerlik çalışmaları tüm DoÄŸu Yunanistan’da, DoÄŸu Bulgaristan’da, Güney Romanya’da Arnavutluk’ta, Altınordu ükesinde ve Rumeli’de söylenceleÅŸmiÅŸtir… Balkanlarda Hıristiyan kesimler dahi Sarı Saltık’ın kendi dinlerinin yayıcısı olarak görürler. Balkanların çok yerinde ve Yugoslavya’da; Ä°pek, Kruya, Prielp ve PaÅŸtrik Dağı’nda Sarı Saltık’ın mezarı olduÄŸu söylenir.â€(Baki Öz- Balkanlarda Alevilik BektaÅŸilik)
“Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebussuud efendiden Sarı Saltuk hakkında bir fetva vermesini şu suretle istemiştir: ‘Sinde sindeşim, halde haldaşım, ahiret karındaşım eimme-i selef bu meselede ne buyururlar ki; Saru Saltuk dedikleri şahıs evliyaullah mıdır, beyan buyurulup musap oluna’ Şeyhülislam bu soruya ‘Riyazet (perhiz) ile kadid olmuş (zayıf düşmüş) bir keşiştir.’ Cevabını vermiştir. Okiç (mevcudiyetine dair tartışmada) bu fetvanın veriliş sebebini aydınlatmaya çalışmıştır. Ölümü üzerinden uzun zaman geçmeden Sarı Saltuk’a ait menkıbelerle Hıristiyan azizlerinin menkıbeleri arasında irtibat kurulmağa başlandığı anlaşılıyor. Sarı Saltuk menkı¬be¬le¬ri¬nin Hıristiyan azizlerinden en çok Nikola, sonra Cörc Simeon, Eli, Spiridon ve Naum’un men¬kı¬beleriyle karışık olduğu görülmektedir.†(Prof.Dr Şükrü Akalın – Anadolu ve Balkanlarda Sarı Saltık)
* Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa
Örnekleri çoÄŸaltılabilir. Biz son olarak Serez’de asılarak idam edilen BektaÅŸi kökenli “Şeyh Bedrettinâ€in müritlerinden Manisa civarındaki isyanın Lideri “Torlak Kemal†de ÅŸeyhi gibi Müslüman inanışına uygun ÅŸekilde asılarak idam edilirken; Karaburun’daki Lider Börklüce Mustafa’nın Hıristiyan sapkınlarına reva görülen çarmıha germe yöntemiyle öldürülmesini Fransız Prof. Ä°ren Melikof’tan aktarmakla yetinelim. Bu isyanlara da yöredeki Hırıstiyan köylülerden yoÄŸun katılım olduÄŸunu ayrıca vurgulamak gerekir.
Şeyh Bedrettin isyanını sünnileşme sürecindeki fonksiyonu açısından daha sonra tartışacağım.
5-) Sonuç
En baÅŸta çerçevesini çizdiÄŸimiz sosyo-ekonomik yapıda iÅŸleyen “fetihâ€,â€iskanâ€,â€isyan†ve “kıyım†süreçleri içerisinde fetih olgusuna baÄŸlı “egemen sınıf geçiÅŸkenliÄŸi†kavramının bir türevi olarak aÅŸağı kesimlerde de bir geçiÅŸkenlik eÄŸilimi geliÅŸtiÄŸi anlaşılmaktadır. Aynı maddi koÅŸulları paylaÅŸan faklı etnik yapıdaki kitlelerin kaynaÅŸmasını kolaylaÅŸtıran bu eÄŸilim kendisini daha çok; giderek alt sınıfların partisi olarak nitelendirilecek ÅŸekillere bürünen “tarikat†iliÅŸkileri içinde ifade etmiÅŸtir.
Böylesi mekanizmaları da barındıran heteredoks tarikat süreçleri; yerlilere oranla çok az sayıda “Müslüman Türkâ€Ã¼n yerleÅŸtiÄŸi Hıristiyan Anadolu’nun; zamanla Ä°slamlaÅŸmasını saÄŸlayabilmiÅŸtir. Unutmamak gerekir ki bu yapı ekseninde oluÅŸan dönüşüm; baÅŸlangıçta Sünni deÄŸil bütünüyle “Heteredoks Ä°slam†karakteri taşımıştır. Sünnilik tıpkı Bizans’taki “Ortodoksluk†gibi Selçuklu ve belirli bir dönemden sonra “Osmanlı†egemenlerinin ideolojik tercihi olmuÅŸ ve yine benzer iskan-isyan-kıyım mekanizmaları içinde alt sınıflara dayatılmaya çalışılmıştır.
Osmanlının ilk dönem PadiÅŸahlarının Ahi-BektaÅŸi tarikatlara mensubiyeti ve yine bu dönemde oluÅŸturulan “yeniçeri ocağıâ€nda sonuna kadar hakim olan BektaÅŸi kültürünün mevcudiyeti bugün artık tartışılmamaktadır. AÅŸiret federasyonu biçiminde ortaya çıkan Osmanlı Devleti; oluÅŸuma katılan ikinci büyük aÅŸiret olan Çandarlı ailesinin tasfiyesiyle kendini gösteren “askeri feodal†niteliÄŸin belirginleÅŸmesine paralel olarak sünnileÅŸmeye baÅŸlamıştır. Bu döneme kadar Çandarlı ailesine ait olan sadrazamlık makamı; gücün merkezileÅŸmesini gösterecek ÅŸekilde toplumsal tabanı bulunmayan devÅŸirme kökenlilerle doldurulmaya baÅŸlanmıştır.
Gerek Bizans-Bulgar ve gerekse Osmanlı Balkanlarında da durumun Anadolu’dan farklı olmadığı anlaşılmaktadır. Anadolu’da ortaya çıkan Alevi-Paulikan etkileÅŸimi; Balkan MüslümanlaÅŸmasında Alevi BektaÅŸi – Bogomil etkileÅŸimi olarak kendini göstermiÅŸtir. Bu dönüşümün tam ortasında bulunduÄŸunu gösterecek ÅŸekilde bir kült halinde kutsandığı anlaşılan “Sarı Saltıkâ€Ä±n Müslüman DerviÅŸi mi yoksa Hıristiyan keÅŸiÅŸi mi olduÄŸu PadiÅŸahın bile karar veremeyeceÄŸi kadar belirsizleÅŸmiÅŸtir. Bu durumun aynı ÅŸekilde, kültü üreten ve sahiplenen toplulukların da; ne kadar Hıristiyan ve ne kadar Müslüman olduklarını saptamanın güçleÅŸtiÄŸi bir “geçiÅŸ dönemiâ€ne iÅŸaret ettiÄŸi kabul edilmelidir.
Bu bölüme ilişkin sözlerimi; İHF den Felsefe Hocam Niyazi Öktem’den bir aktarma ile tamamlamak istiyorum.
“Mazdeizm, Zerdüşt dininin bir yorumu olup, bir tür ateşe tapma kültünü benimsemiştir. Manikheizm ise MS 3. yüzyılda Mardin’de doğan, Manes veya Mani adındaki bir bilgenin kurduğu dindir. Manikheizm, bir Mazdeizm Hıristiyanlık senkretizmidir. Bu eski dinin alışkanlık, inanç biçimi ve kültüyle Hıristiyanlığı meczetmiştir. Tüm Akdeniz havzasını, Orta Asya’yı 15. yüzyıla kadar etkileyen Manikeizm heretik (sapkın) bir yorum olarak, egemen dinin mensupları tarafından aforoz edilmiş ve Manikeen inanca mensup olanlar öldürülmüştür. Bulgaristan’da Bogomiller, Bosna’daki Boşnaklar, Fransa’da Albijua denilen insanlar hep Manikeendir. Boşnakların, 15. yüzyılda kolayca Müslümanlaşmalarının
nedenlerinden biri de o döneme kadar Manes’e bağlılıklarını sürdürmüş olmalarıdır. Artık kendi dinleri iyice dünyada küçülürken, yüzyıllarca mücadele ettikleri Hıristiyanlık ve özellikle Ortodoksluk karşısında Müslümanlığı tercih etmeleri kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Manikheizmle ilgili bir başka ilginç husus, Alevi-Bektaşi unsurların Balkanlar’da yoğun olduğu bölgeler, eski dönemlerde gene bir Heterodoksi hatta herezi (sapma) olarak kabul edilen Manikheen yerleşim merkezleriydi. Pisyen (Pavliisiyen) Manikenlere Bogomil denilmekteydi.†Niyazi Öktem-a.g.y.
bogutevolu:
V - MÜSLÜMANLIK ÖNCESİ POMAKLAR HANGİ DİNE
MENSUPTU?
Veri kıtlığının en çok hissedildiği konulardan biri Pomakların İslam öncesi inanışlarına ilişkindir. Kemal Gözler’in “Lofça Pomakları†konusunda yukarıda değindiğim çalışmasında da gösterdiği gibi; kayıtlara yansıyan istisnai hallerde dahi, geçmişin üstünü örtme gayreti sezilmektedir. Çalışmanın esas aldığı “Tahrir Defterlerinde†ilk kez Müslüman olanlar açıkça belirtilmemiştir. Ancak baba adı hanesinde yer alan “Abdullah†ya da “Veled-i Abdullah†ibarelerinin çokluğu ve Abdullah adlı kişi isimlerinin yok ya da yok denecek kadar az olmasından hareketle; “Allahın Kulu†anlamına gelen “Abdullah†sözünün, baba adı hanesine; Müslüman bir babadan gelmeyenlerin Hıristiyan geçmişini gizlemeye yönelik olarak yazılmış olabileceği fikrine ulaşılmıştır. Çalışma bu şekilde; Lofça Pomaklarının Hıristiyan geçmişine işaret eden güçlü ipuçlarını ortaya çıkarmıştır.
Ancak yine belirttiğimiz gibi; gerek konum ve gerekse sosyal durumları (yerleşik ziraatçi) bakımından ana kütleden ayrı özellikler taşıyan Lofça Pomaklarına dair bu bilgilere bakarak; bütün Pomaklar hakkında karara varmak mümkün değildir. Ana kütlenin yaşadığı Rodop-Pirin bölgesine ilişkin bu tür bir araştırma henüz mevcut değildir. Bu nedenle; İslam öncesi inanış konusunda da; mevcut veriler üzerinden akıl yürütme dışında olanağa sahip değiliz.
1-) Bölgeye Müslüman Olarak Gelindiğine dair Görüşler
Bu konuda Pomakların bölgeye Müslüman olarak geldiğine dair görüşler de ileri sürülmüştür. İmparatoru V. Constantinus,un 746'da çıktığı Suriye seferinden getirdiği tutsakları Trakya'ya yerleştirdiği kayıtlıdır.
“Bir başka görüşe göre ise Pomaklar Balkanlara Müslüman olarak geldikleridir.
2000 nüfuslu Pomak Köyü Smilyan’ın muhtarı, Pomakların orijini hakkındaki bir hikayeyi bana anlatmıştı. Birinci bölümde Merkezi Rodoplardaki (Smilyan dahil) Müslüman nüfus olan, Achryane ve Pomakların arasındaki ayrımı anlattı. Pomakların Orta Asya Steplerinden gelen savaşçı bir boy olan Hakiki Bulgarlar olduğu, Achryane’ların ise 8. yüzyılda Suriye’den gelip, Rodop’lara yerleşen bir kavim olduğuydu. Bu hareket Bizans İmparatorluğu tarafından zamanında Slavlara karşı bir önlem olarak desteklendi. 8. Yüzyılda ise Suriye’li yerleşimciler
de Bizans İmparatoru 5. Constantin Copronymus (741-775) tarafından Trakya’ya yerleştirildiler
Fakat Pomakların geçmişte bu Asyalı ve Suriye’li yerleşimciler’den ortaya çıktığına dair herhangi bir kanıt da bulunmamaktadır. Teori İslamlaştırma’da olduğu gibi, sağlam temellere dayanmamakla birlikte Smilyan Muhtarı gibi pek çok entellektüel ve eğitimli kişiler tarafından kabul görmektedir.†(Ulf Brunbauer a.g.y.)
Burada ifade edilen verilere uygun olarak daha önce de ifade ettiğim bir olguya değinmek istiyorum. Smilyan kasabasının yaklaşık 25 km batısında bulunan eski Çernak köyünden mübadele ile göçmüş büyüklerim; kendi dillerine “ahrenski†diyorlardı.
Benzer şekilde Balkan Aleviliğinin Bedrettini (Şeyh Bedrettin) koluna bağlı Kızıldeli Sultan Ocağına dair bir yazışmada dikkatimi çeken bir olguyu da aktarmak istiyorum. Kızıldeli Tekkesi Kırcaali ve Dimoteka arasında bulunan Ortaköy’deydi. Bugün Dimoteka civarında bu ocağa bağlı Alevi Pomak köylerinin bulunduğunu biliyoruz.
“Kızıldeli ocağında halen AREN olarak adlandırılan bir topluluk da vardır. Bu toplumun aslında Pomak Türklerinden bir grup olduğu söylenmektedir.†(Refik Engin-Tekirdağ Kılavuzlu Köyü)
Buradan hareketle bugünkü Yunanistan sınırlarında kalan bölüm ile; buna bitiÅŸik olan ve Bulgaristan topraklarında bulunan, Rodop sırtlarının güney yamaçları olarak tarif edilebilecek bölgede yaÅŸayan “Pomakların†kökeninin bu olgularla baÄŸlantılı olabileceÄŸini; daha sonra dilde “Katrancı Lehçesiâ€ni tartışırken ele alacağız. Åžimdi asıl konumuza dönelim.
a - Göçmen Türkmenlik ve Asker Melezliği
“Bir diğer Resmi Pomak Tarihi karşıtı bir görüş de aşağıdaki gibidir. Göçebe Yörüklerin bir kolu, Pomaklar olarak tanımlanmakta olup, bunlar Balkanlardaki Rodop Dağları’na yerleşmiş, Anadolu’lu göçebe çiftçilerdi ve 14. yüzyılda başlayan İslamlaştırma hareketlerinde önemli bir rol oynamışlardı. Fakat yine de Pomaklar’ın bunlardan kaynaklanıp, kaynaklanmadığına dair kesin bir kanıt bulunmamaktadır†(Ulf Brunbauer a.g.y.)
Son olarak Pomakların baÅŸlangıçtan beri Müslüman olduÄŸu görüşünü “Bulgar kadınlarıyla evlenen Osmanlı-Türk askerlerinin torunları olduklarıâ€na dayandırmak isteyen bir anlayışın varlığına da iÅŸaret edelim.
Burada Asker evliliklerine dayandırılan görüşü; doğrudan Türkleşmeyi gerektireceğinden “slavik dil†olgusunu açıklayamaması nedeniyle tartışmayacağım.
Anadolu kökenli göçmen çiftçilere dayandırılan görüşün bazı açılardan doğruluk payı bulunması olasıdır. Gerçekten de Rodoplardaki Köy adlarının Batı Anadolu köy adlarıyla uyumlu bulunması ile dile sonradan girdiği basit bir değerlendirmeyle de anlaşılan Anadolu Türkçesinin de içerdiği Arapça Farsça sözcüklerin Osmanlıca’ya ait olması bu olasılık ile uyumludur. Yaşlıların kökene ilişkin anlatımlarında zayıf bir motif olarak “Konya†kökenliliğe dair izlere de rastlanmaktadır. Hatta bunu çağrıştıracak köy adları da mevcuttur. Dipotama (Hatun/Katun) köyünün 10 km kadar kuzeybatısında bulunan eski “Konitsa†köyü Pomaklar arasında “Konyova†biçiminde telaffuz ediliyordu.
Ancak gene de bu görüş; dilin Slavlaşmasını mantıklı bir şekilde izah etmekten uzaktır. Pomak bölgesine Türk göçmenlerinin yerleştirilmiş olması akla yakındır. Ancak dildeki Slavlaşmaya bakarak; 500 yıl öncede ve Osmanlı hakimiyetinde gerçekleşen iskan döneminde gelenlerin, yerlilere oranla çok düşük bir nüfus oluşturduğunu da kabul etmek gerekir. Bu da bölgedeki Pomakların asıl kökeninin bu göçebeler dışında aranması gerektiğini ifade eder ki; Pomakların bölgeye Müslüman olarak geldikleri gibi bir sonuca varmada işe yaramaz. Bu Türk göçebelerin Selçuklu öncesi Anadolu’ya gelen Türklerden Bizans tarafından bölgeye yerleştirilmiş olduğu varsayımında dahi durum değişmeyecektir. Ayrıca Balkanlara bu şekilde gelen Türk topluluklarının diğer yerlerde kimliğini muhafaza ettikleri de bilinen bir olgudur.
Osmanlının geliş dönemlerinde Rodop Pomaklarının çiftçi karakterli kabul edilmesini gerektirecek yeterli veri yoktur. 20. asrın başlarına kadar süren sürü yetiştiriciliğine dayalı geçim modeli 1400’lü yıllarda ancak istisnai alanlarda sabit köylerin oluşmuş olabileceğini; çoğunluğun göçebe-yarı göçebe bir yaşam sürdüğünü düşündürmektedir.
Drama-Smolyan (Paşmaklı)-Gotse Delcev (Nevrokop) üçgeninde yaşayan Pomakların mübadele öncesine kadar sürü yetiştiriciliği ile geçindiği ve sabit köyleri bulunmasına rağmen kışın sürülerini Sarışaban (Chrysoupoli) ovasına indirdikleri şahsen yaşadığım çevrenin sözlü anlatımlarında tereddüte yer bırakmayacak ifadelerle vurgulanmaktadır. (Buradan bölgede mutlak bir göçebelikten söz ettiğim sonucu çıkarılmamalıdır. Özellikle tarıma elverişli havzalarda Osmanlı öncesine dayalı nispi denecek bir zirai faaliyetin mevcut olabileceğini de akıldan çıkarmamak gerekir.) Diğer Pomaklar açısından da farklı düşünmeyi gerektirecek bir durum söz konusu değildir.
Böyle bir yapıda ilk yerleşmelerin; ziraat kültürü bulunan Batı Anadolu göçmenleri -sürgün de denebilir- tarafından oluşturulması bu nedenle de isim uyumluluğuna yol açması mümkün görülebilir.
Bölgeye göçebe Türk yerleşimcilerin getirildiğine dair görüşler de vardır.
“1065 yıllarından itibaren Bizans, Slavların güneye inmelerini önlemek amacıyla Konya’nın bazı kesimlerinden birçok Türk kabilelerini gayet tavizkar tekliflerle Teselya ile Makedonya ve Rodoplara götürüp iskan ettirmiştir. Bu kabilelerin 55-60 bin kişilik bir topluluk olduğu Bizans kroniklerinde belirtilmektedir. Daha sonra 1345 yılında Gazi Umur Beyin fütuhatına sahne olan bu bölgelere 100 bin kadar Yörük Türkmen iskan edilmiştir.†(Basri Zilabid-Pomaklar)
Ancak Bizans döneminde iskan edilen göçebelerin Müslüman olduğunu düşünmemizi gerektirecek bir durum da yoktur. Bilindiği gibi Anadolu’nun ilk Türk sakinleri daha çok Hıristiyan dinine mensuptu. Karamanoğulları Devletinin Hıristiyan oluşu gibi,. Bu Türklerden inancını değiştirmeyenler Mübadele ile Yunanistan’a giden ve Rumca bilmeyen Ortodokslardır. Anadolu’nun Müslüman oluşu 1071 sonrasındadır. 1345 sonrasındaki yerleşimler ise yukarıda da değindiğimiz şekilde slavik dili benimseyebilmeleri için yerlilere oranla sayıca az olmak durumundadırlar ki bunlar üzerinden inanç aktarımı inandırıcı değildir. Küçük bir azınlık olabilecek bu yerleşimcilerin buralara sonradan yerleşen kalabalık Pomaklar arasında erimesi de mantığa daha uygundur.
b - Müslüman Suriye-Arap Kökenlilik
“V. Constantinus,un 746'da çıktığı Suriye seferinden getirdiÄŸi tutsakları Trakya'ya yerleÅŸtirdiÄŸiâ€ne dair kayıtlar ve dildeki Arapça sözcüklerin mevcudiyetinden hareketle savunulmaya çalışılan bu görüş yukarıda deÄŸindiÄŸim “Achryaneâ€,â€ahrenski†“Aren†gibi adlandırma olgularına da dayandırılmak istenmektedir.
Osmanlının bölgeye geldiği 1350’li yıllara kadar geçen 600 yıllık sürede islami inançların muhafaza edilmesini gerektiren bu tez güçlü bir sosyal yapı halinde varoluş gerekliliğini de beraberinde getirmektedir. Zira Hıristiyan nüfusla kuşatılmış olan sınırlı bir alanda temel kültür değerlerini başka türlü korumak mümkün olmayacaktır. Bunun için genele damgasını basan yerleşik bir yaşam vazgeçilmez koşuldur. Göçebelik geniş bir alanda hareket etmeyi gerektireceği için temas edilen kültürlerle kaynaşma ve erime ya da onları bünye içinde eritme kaçınılmaz olur. Yukarıda tarikatlar üzerine tartışırken, Şamanist inanışa sahip Göçebe Türkmenlerin; İran’da Mazdek ve Anadolu’da Nesturi Hıristiyan inanışlarından nasıl etkilendiklerini; ve Müslüman olduktan sonra da diğer topluluklarla etkileşmelerini göstermiştik.
Çok daha küçük bir kütle olması kaçınılmaz olan Suriyeli göçmenlerin; uzun süre inançlarını koruyabilmeleri; içine kapalı bir yaşam modeli içinde mümkün olabilir ki bu da yerleşik ziraat toplumu olmayı gerektirir. Hatta bu da yetmez; zamanla kentlerini de oluşturmaları beklenir. Çünkü zirai yaşam sınırlı da olsa ticaret ve zanaati de içermek zorundadır ve değerlerin muhafazası için türdeş bir ilişki çevriminde hallolması gerekir. Osmanlı öncesi bölgede bu kültürün izlerini taşıyan kentsel yerleşim olmadığı gibi; genele damgasını vuracak şekilde yerleşik yaşamdan söz edebilmek de mümkün değildir. Nitekim bu yaklaşıma göre Arapça olması gereken dilin; muhafaza edilemediği gerçeği kapalı yaşamdan çok kaynaşmaya işaret etmektedir. Bu kadar uzun sürede inancı koruyabilecek kadar güçlü bir sosyal yapıya sahip olmayı gerektiren bu tezle; dilin neden ve nasıl değiştiğini izah etmek mümkün değildir.
Burada dilde Arapça sözcüklerin mevcudiyeti ayrı bir dayanak noktası olarak gösterilmiştir. İnanç başlığı altında tartışmayı gerektirmeyen bu konu hakkında; bunların sadece Osmanlıcanın içerdiği Arapça sözcüklerden ibaret olduğunu; Osmanlıcaya girmemiş tek bir Arapça sözcüğün gösterilemediğini belirtmek gerekir. Osmanlıdan bağımsız bir islami temelden, buna dayalı olarak söz edebilmek için; Osmanlıcanın içermediği Arapça sözcüklerin mevcudiyetinin de gösterilebilmesi gerekirdi.
Ayrıca; Pomakların yalnızca belirli kesimine yönelik mahiyeti de; bütünün durumunu açıklamaya yetmeyeceği gerçeğini ortada bırakır.
Bu nedenlerle etnik köken ve dilde lehçe tartışmasında yeniden ele almak üzere; şimdilik “Pomakların bölgeye Müslüman olarak geldiklerini†varsayan bu tezi benimsemeyi gerektirir düzeyde somut ve mantıksal dayanaklar olmadığını belirtmekle yetineceğim.
c - Müslüman Olarak Bölgeye Gelen Kuman-Peçenek Kökenlilik
Pomakların Orta Asya ve Kafkaslar’da Ä°slamlaÅŸtıktan sonra Kuzey Karadeniz yolu ile Balkanlara gelip Osmanlı yayılmasına kadar inançlarını Koruyan Kuman Peçenek’lerin devamı olduÄŸunu savunan bu görüşün de yukarıda benzer ÅŸekilde Güney Karadeniz göç yolunu izleyen Türkmenlerin temas ettikleri topluluklardan aÅŸamalarla edindikleri “Mazdekâ€, Nesturi, Hristiyan inanışlarını koruyamayıp Müslüman oluÅŸlarına dair anlattıklarımız karşısında geçerliliÄŸi kalmamaktadır. Zira yeni edinildiÄŸi için oturmamış bir Ä°slam inancının; çıkılan göç yolculuÄŸunda muhafazası olası görülmemektedir.
2-) Pagan İnanıştan Müslümanlığa Geçiş
Bu görüş bütün için ileri sürülememişse de; Hıristiyan çoğunluk yanında bir kısım göçebenin pagan “Şaman†inanışından zora dayalı politikalarla Müslüman olduğu; eski inançlara döndürülüp “Bulgarlaştırma†siyasetinin alt unsuru olarak savunulmaya çalışılmıştır.
Slav ya da Türk (Kuman-Peçenek) göçebe topluluklara dayandırılmaya çalışılan bu tez; ana kütlenin Asya steplerinden bölgeye geldiği varsayımına dayanır.
Eğer ana kütlenin “Kuman-Peçenek†Türklerinden oluştuğu varsayılacaksa bu kitlelerin bölgeye gelişleri 9-11.yüzyıllar arasında olmuştur. Orta Asya’da Moğol yayılmasının bir türevi olarak ortaya çıkan bu göçlerin Balkanlara ulaşması 150-200 yıllık bir sürede gerçekleşmiştir. Bu dönemde geçiş yollarında bulunan “Kafkasya-Rusya-Ukrayna†gibi ülkelerde Hıristiyanlık yerleşmiş durumdadır. Geçtikleri yerlerde yaşayan insanları katlettiklerine dair kayıtlar da mevcut olmadığına göre bu topluluklarla iç içe süren yaklaşık iki asırlık yaşamda ilkel inanışlarını muhafaza etmeleri beklenemez. Pagan dinlerin daha ileri inanışlar olan tek tanrılı dinlerle temasları halinde uzun süre tutunmaları beklenen bir durum değildir.
Yok eÄŸer ana kütlenin Slav yada Slavlarla birlikte Bulgar oluÅŸumuna katılan “Ön Bulgarlar†olduÄŸu ileri sürülecekse; 5-6. yüzyıllarda baÅŸlayan Slav ve sonrasında gelen Ön Bulgar göçleri zamanında; bölgenin yerli göçebeleri olan “Traklarâ€Ä±n dahi RomalılaÅŸmış bir kültüre bürünmüş olması gerçeÄŸi karşısında; hangi koÅŸul altında olursa olsun Osmanlının geliÅŸine kadar geçen yaklaşık 1000 yıllık sürede bu toplulukların HıristiyanlaÅŸmamış olmalarını ileri sürmek akla yakın düşmemektedir.
Kaldı ki bu kadar uzun süre pagan gelenekler altında yaÅŸadığı varsayılan toplulukta bugün paganizmin güçlü belirtilerine da rastlanabilmesi gerekirdi. Pomaklarda fiziki ya da ruhsal hastalıkları gidermeye yönelik büyüye benzer ilkel tedavi yöntemleri ve bu tedavileri iÅŸ edinen “şamanâ€a benzer tiplemeleri hala rastlanıyorsa da bunun bölgedeki diÄŸer topluluklarda rastlanan orandan fazla olduÄŸunu ileri sürmek mümkün deÄŸildir. Bu oranda gözlenmesi olası nispi fazlalığın; geç yerleÅŸme ile alakalandırılması daha mantıklıdır. Zira 14. asra uzanacak bir paganizmin yerleÅŸme, ölü gömme gibi alışkanlıklarına dair verilerini de bugüne aktarabilmesi beklenmelidir.
Navigation
[0] Message Index
[#] Next page
Go to full version