Türkçe > Tarih

Pomaklar üzerine farklı bir tarih okuması - Recep MEMİŞ

(1/30) > >>

bogutevolu:
POMAKLAR ÃœZERÄ°NE FARKLI BÄ°R TARÄ°H OKUMASI


Recep MEMÄ°Åž
 




İÇİNDEKİLER
 
 
I – GİRİŞ
 
II- OSMANLI YAYILIÅžI ÖNCESÄ°NDE  BÖLGEDEKÄ°   SOSYO EKONOMÄ°K DURUM
 
 III- POMAK OLUÅžUMU İÇİN OLASI KOPMA NOKTALARI
      
 IV- TARTIÅžMA HATTI
  
V- POMAKLARIN MÃœSLÃœMAN OLUÅžU ÃœZERINE TARTISMALAR
      
VI- HETEREDOKS TARÄ°KATLAR
 
V - MÜSLÜMANLIK ÖNCESİ POMAKLAR HANGİ DİNE MENSUPTU?
  
VI – POMAKLAR BOGOMİL MİYDİ?
        
VII - BULGARLAÅžMA SÃœRECÄ°NDEN KOPUÅž
 
VIII – POMAKLARIN HETEREDOKS MÜSLÜMANLIK DONEMI
 
IX- SÃœNNÄ°LEÅžME SÃœRECÄ°
 

POMAKLAR ÃœZERÄ°NE FARKLI BÄ°R TARÄ°H OKUMASI
            
   I - GÄ°RÄ°Åž
 
               Günümüzde Pomakları en genel tanımıyla “Slavik” kültürden, “İslami” kültüre yönelmiÅŸ bir balkan topluluÄŸu olarak ifade etmek sanırım yanlış olmayacaktır. Slav gramer ailesine ait dil ve Ä°slam inancı; en ayırdedici özellikleridir. Bu nedenle “Pomak Kültürü”nün kökleri üzerine yürütülecek bir tartışma; dil yapısı ve inanç detaylarına dair oluÅŸum süreçlerini araÅŸtırmayı zorunlu kılmaktadır.  
 
               Hem bu tanımlama hem de; “balkan yayılışında Osmanlıdan yana tutum aldıklarını ifade etmek üzere; Slavlar tarafından  (düşmana) yardım edenler anlamında, slavca ‘pomaga’,’pomaci’ sözcüğünden hareketle  â€œPomak” olarak adlandırıldıklarını ileri süren ve genel olarak benimsenen  içerik” ; “Pomak” oluÅŸumunun belirli bir dönemde Slavik Bulgar etnisitesinin oluÅŸum-geliÅŸim sürecleri içinde yer aldığına ve ondan kopuÅŸla ayrı bir kimlik oluÅŸturmaya yöneldiÄŸine iÅŸaret etmektedir.
 
              Bu bakımdan “Pomaklara” dair tartışma; oluÅŸumun kaynaklarını, Osmanlı öncesi dönemde arayarak; sonraki dönemlerde izlerini sürecek bir  hat izlemek zorundadır.. Böyle bir tartışma tartışma konusu yapılan dönemin genel karakteri hakkında bir fikir sahibi olmadan yürütülemeyeceÄŸi için öncelikle dönemin sosyo-ekonomik koÅŸullarına göz atmalıyız.
 
 
            II- OSMANLI YAYILIÅžI ÖNCESÄ°NDE  BÖLGEDEKÄ° SOSYO EKONOMÄ°K DURUM
            
             Osmanlının bölgeye geliÅŸi XIV asrın ikinci yarısındadır(1350 sonrası,.). Bunun 5-6 asır öncesinden beri Pomakların yoÄŸun olarak yaÅŸadığı Trakya ve Makedonya civarında Bizans ve Bulgar   egemenliÄŸi  hüküm sürmüştür.  â€œAskeri Feodal Devlet” olarak tanımlanabilecek bir rejim yapısı bu iki devlet ve hatta sonrasında Osmanlı devletinin temel karakteristiÄŸi olmuÅŸtur.  
 
           1-)   Askeri Feodal Devlet Yapısı
 
            Askeri feodal devlet yapısının temel özelliÄŸi; toprak mülkiyetinin genel olarak hükümdar ya da devlet mülkiyetinde tutularak; görevde oldukları süreyle sınırlı olmak üzere; askeri-bürokrat devlet kadrolarının  tasarrufuna sunulmasıdır. Bu sistem orduya dayalı güçlü bir merkezi yapıyı gerektirir. Ruhban (Osmanlıda ulema) sınıfı da devlet aygıtının meÅŸruiyet mekanizması olarak sistemin merkezinde yer almaktadır.
      
            Zaman zaman baskın mülkiyet iliÅŸkisi görünümü alabilecek ÅŸekilde; belirli bir seçkinler (soylular) sınıfının büyük toprakların mülkiyetini ele geçirdiÄŸi dönemlerin de bulunduÄŸu yadsınamaz. Soylular sınıfının özel mülkiyeti; genelde krizlerle  eÅŸzamanlı olarak ve süreklilik arzetmeyecek ÅŸekilde ortaya çıkan bu dönemlerle birlikte (özellikle 1204 tarihli sefer sonrasında oluÅŸan haçlı egemenliÄŸi etkisiyle); yükselen ve alçalan bir grafik içerisinde varlığını sürdürmüş; ancak uzun vadede  sosyo-ekonomik yapının baskın unsuru olabilme yeteneÄŸine kavuÅŸamamıştır.
 
          
   2-) EgemeniÄŸi Finans Modeli
 
            Bu yapı içerisinde devlet kendine ait toprakları Osmanlıdan tanıdığımız “tımar” sistemine benzeyen bir model (Pronoie) içerisinde asker ve bürokrat sınıfına; kazancından belirli bir payı  vergi olarak ödemek koÅŸuluyla tahsis etmekte ve bu bunlar  da; bir çift öküzle (çiftlik)  iÅŸlenebilecek ölçekte küçük ünitelere ayrılmış olan araziyi köylüler aracılığıyla çalıştırmaktadır. Tımar sahiplerinin arazi gelirleri toprağı fiilen iÅŸleyen köylülerden belirli bir yüzdeyle aldıkları üründen oluÅŸmaktadır.
 
           Aynı araziyi sürekli olarak ve çoÄŸu kez babadan oÄŸla devreden bir hukuk içerisinde iÅŸleyen köylülerin (çiftçi) toprakla iliÅŸkisi  küçük ölçekli özel mülkiyeti andırmakla birlikte gerçekte; köylüler bir yana, tımar sahiplerinin bile toprakla bağı “kiracı sıfatıyla zilyetlik” olarak tarif edilebilecek bir düzeyi aÅŸamamaktadır. Zira bürokratın görevi bir biçimde sona erdiÄŸinde aynı arazi; benzer statüye sahip bir baÅŸka görevliye devredilmektedir.
 
           Ruhban sınıfı da kiliseye tahsis edilmiÅŸ ve çoÄŸu kez vergiden muaf tutulan topraklara benzer biçimlerde tasarruf eder.
 
           Sonuç olarak sistemin finansmanı temelde topraktan elde edilecek gelirlerden alınan vergilerle saÄŸlanmaktadır. Bu nedenle  (soylular+üst dereceli asker ve bürokratlar +ruhbanlardan) oluÅŸan egemen sınıfların refahı kendilerine tahsis edilmiÅŸ toprakların en verimli ÅŸekilde iÅŸletilmesine baÄŸlıdır. Bu da toprağı fiilen iÅŸleyen köylü-çiftçilerin ve özellikle soylular açısından toprak kölelerinin varlığını gerektirmektedir. Yani köylü nüfusun artması hakim kesimlerin refahını arttırırken; nüfustaki daralmalar ise azaltmaktadır.
 
           3-) “Fetih” Mekanizması
 
           Refahı(zenginliÄŸi) arttırmanın bir diÄŸer yolu ise sahip olunan toprak miktarının arttırılmasıdır. Egemen ittifak bileÅŸenlerinden herhangi birinin  iktidardaki ağırlığının; diÄŸerleri aleyhine veya lehine  artması ya da azalması biçiminde de ifade edilebilecek iç paylaşıma yönelik deÄŸiÅŸiklikler dışında; toprak miktarını arttırmanın tek yolu savaÅŸ sonucunda yeni yerlerin iÅŸgal edilmesidir. Bu bakımdan askeri-feodal devlet yapılarının temel eÄŸilimlerinden biri de “fetihӍi karakterleridir. Bu yapılar kriz dönemlerinde krizi aÅŸmak ve refah dönemlerinde ise zenginliÄŸi arttırmak adına sürekli yeni yerler fethetme ihtiyacındadır.
 
         Batıda Roma ve ardçıllarının oluÅŸturduÄŸu Katolik sınıra dayanan Bizansın, doÄŸusunda güçlü “askeri feodal devletler” olarak Ä°slam ve Türk Ä°mparatorluklarının ortaya çıkması; Karadeniz ve Akdeniz ötesi fetihlerin de zorlaÅŸması sonucunu doÄŸurmuÅŸ ve Fetih olanaklarının sınırlanması; düşüşünün baÅŸlangıcını oluÅŸturmuÅŸtur. Bundan sonra giderek hızlanan bir ivme ile yerini alan Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu da benzer ÅŸekilde “batıda bizansın en geniÅŸ sınırını oluÅŸturan çizgiye” ulaÅŸtıktan sonra girdiÄŸi “fetih krizi” nedeniyle gerilemeye baÅŸlamıştır. DoÄŸusunu tutan “Akkoyunlu” engelini aÅŸamadığı için Arap çöllerine yönelmiÅŸse de çölden elde edilen toprak rantı yeterli olmadığı için gerileme, çöküşe kadar devam etmiÅŸtir.
 
        Ele geçirilen topraklarda sistemin oturmasını kolaylaÅŸtırıcı yanıyla  â€œegemen sınıf geçiÅŸkenliÄŸi” olarak tanımlanabilecek bir mekanizma daha dikkat çekmektedir.
 Fetih mekanizmasına baÄŸlı bu tali mekanizma;  fethedilen yerlerin prens ya da beylerinin vergiye tabi olmak koÅŸuluyla “pronoie-tımar” sahibi olarak kolayca sisteme dahil edilmesi biçiminde kendini gösterir.
 
  â€œFetih” için yapılan savaÅŸ;  bir yandan yeni toprak edinmeyi saÄŸlarken aynı zamanda toprağı iÅŸeyecek bağımlı köylülere (toprak köleleri); de  sahip olma sonucunu doÄŸuran karakteristik bir iktidar mekanizmasıdır.
 
           4-) İç SavaÅŸ ve “İsyan” EÄŸilimi
 
          Ã–te yandan son 1000 yıllık dönemde kavimler göçünün hedeflerinden biri haline gelen bölge coÄŸrafyasında, nüfusun önemli bir unsurunu daima; dalgalar halinde akın eden göçebeler oluÅŸturmuÅŸtur.  YerleÅŸik iktidar aygıtları açısından bu göçebe kitleler; yukarıda toprak ve iÅŸleyenini temin aracı olarak tanımladığımız savaÅŸ (fetih) ve topraktan gelir elde etme aracı olarak tanımladığımız köylü biçimindeki iki temel ihtiyacı çözmeye yönelik önemli bir kaynak olarak görülmüştür. Fethedilen topraklarda yaÅŸayanların  bir kısmı ordunun asker ihtiyacının karşılanmasında kullanılmış ama asıl olarak; zorla iskan ettirilmek suretiyle iÅŸledikleri topraktan rant elde etmek üzere,  zenginliÄŸin doÄŸrudan kaynağı olarak deÄŸerlendirilmiÅŸlerdir. SavaÅŸtan ayrı olarak “iskan”ı saÄŸlama ve sürdürmede kullanılan ÅŸiddet düzeyi birçok kez savaÅŸta kullanılanı aratmayacak boyutlardadır.  Bu nedenle  â€œiç savaÅŸ eÄŸilimi”  olarak ta tanımlanabilmesi mümkün olan bu “içe yönelik savaÅŸ düzeyinde ÅŸiddet kullanma” alışkanlığı da askeri feodal yapıların karakteristik özelliklerindendir.
 
          Toplumun alt kesimleri açısından;  kölelikten “topraÄŸa bağımlı köylü” statüsüne doÄŸru nispi bir özgürleÅŸme biçiminde geliÅŸen klasik feodalizmden farklı olarak; özgür göçebelikten “topraÄŸa bağımlı köylü”lüğe doÄŸru geliÅŸen bu sürecin göçebe kökenli kitleler açısından ortaya çıkardığı; “özgürlük yitimi” biçimindeki statü kaybı; “isyan” olgusunu süreklilik gösteren bir dinamik olarak, tartıştığımız iktidar modelinin bir baÅŸka  karakteristik özelliÄŸi haline getirmiÅŸtir.
 
            Ayrıca özellikle kriz dönemlerinde geliri azalan egemen kesimlerin, gelir açıklarını; topraÄŸa yerleÅŸik köylülerden daha yüksek oranda vergi alarak çözmeye yönelmeleri bir baÅŸka iç savaÅŸ ve isyan üretici mekanizma olarak gözlemlenmiÅŸtir.
 
          5-) Sonuç
 
          â€œPomak” etnisitesinin  mayalandığını varsaydığımız dönemlerde; bölgede egemen olan Bizans-Bulgar toplumlarında sosyo ekonomik yapıyı;.   “Köylülüğün; kölelikten özgürleÅŸmeye doÄŸru iÅŸleyen süreç yerine; “özgür göçebelik”ten “topraÄŸa bağımlı köleliÄŸe” doÄŸru iÅŸleyen süreçlerde; “savaÅŸ ve“iç savaş” mekanizmaları altında; “zorla iskan” uygulamaları marifetiyle yaratılmaya çalışıldığı” iktidar modeli olarak tarif etmeye çalıştık.
 
           Ä°lk belirtileri Perslerde gözlenmeye baÅŸlayıp;Bizans-Bulgar yapılarını da kapsayacak ÅŸekilde; doÄŸulu toplumların tamamına hakim olan bu yapı; tanımında yer alan savaÅŸ ve iç savaÅŸ eÄŸilimleri nedeniyle askeri bir karakter taşımak ve merkezi olmak zorundadır. “DoÄŸu merkeziyetçiliÄŸi” olarak ta adlandırılan bu eÄŸilimin belirleyici olduÄŸu iktidar modelini
“askeri feodal devlet” olarak adlandırdık.
 
          Ve yine “savaş” ve “iç savaş”   karakteristiklerinin bir türevi olarak; göçebe kitlelerde geliÅŸen “isyan” eÄŸiliminden söz ettik.
 
          Böyle bir perspektiften hareketle incelenecek Bizans-Bulgar tarihi (aynı zamanda Selçuklu-Osmanlı tarihi de); göçebe kabilelerinin silah zoruyla topraÄŸa “iskan” ve buna karşı geliÅŸen kabile “ isyan”larının  tarihi olacaktır. Ve öyle olduÄŸunu; Avrupa yakasından Asya’ya ve Asya’dan Avrupa yakasına yönelik sayısız sürgünü anlatan birçok kaydın günümüze kadar taşınabilmiÅŸ olmasından anlıyoruz.
 
         Bu sürgünlere neden olan sayısız isyan içinde, etkileri günümüze kadar ulaÅŸan; Selçuklu dönemindeki “Babai” isyanlarına benzer karakterdeki , “Paulikan” ve “Bogomil” isyanları da sürecin iÅŸleyiÅŸine dair veriler olarak ele alınmalıdır. Özellikle bölgede iktidarın el deÄŸiÅŸtirdiÄŸi döneme rastlayan ve Osmanlıya karşı gibi görünmekle beraber; Bizans tarafından da tehdit unsuru olarak deÄŸerlendirildiÄŸi anlaşılan“Şeyh Bedrettin” isyanlarının ;  iktidar sahiplerinin deÄŸiÅŸmesine raÄŸmen, iktidar modelinin deÄŸiÅŸmediÄŸini gösteren yanı da  dikkate alınmalıdır.

bogutevolu:
            III- POMAK OLUÅžUMU İÇİN OLASI KOPMA NOKTALARI
          
        Verili tarihsel dönemi belirleyen bu sosyo-ekonomik yapı içerisinde cereyan eden hiçbir sosyolojik hareket; tanımlamaya çalıştığımız bu “iskan”-“isyan” süreçlerinden bağımsız olarak deÄŸerlendirilmemelidir.
 
         Ä°ÅŸte benzer karakterli Bizans-Bulgar-Osmanlı egemenliÄŸi altında; bir sosyolojik olgu olarak geliÅŸen “Pomak Etnisitesi”nin kaynağı da aynı  â€œiskan”-“isyan” süreçlerinde aranmalıdır. Çünkü önceye dair hiçbir iz barındırmayan bu oluÅŸumun; temel iki karakteristiÄŸinden biri olan slavik dil; belirli bir dönemde Slavik Bulgar etnisitesinin oluÅŸum sürecine dahil olunduÄŸuna iÅŸaret eder ki; bu da oluÅŸumun baÅŸlangıç noktasının tanımladığımız tarihsel süreçler içinde ve balkanlarda aranması gerekeceÄŸi anlamına gelir.
 
         Osmanlı yayılışından sonra, ikinci karakteristik olarak edinilen “islami inanç”  ise; slavik süreçten kesin bir kopuÅŸu göstermektedir. Ayrı bir etnik kimliÄŸe yöneliÅŸin kesin ifadesi olan böyle bir  kopuÅŸ; aynı zamanda yeni bir doÄŸuÅŸtur. Her doÄŸum gibi  bunun da gerçekleÅŸmesi için ÅŸiddetli sancılara ihtiyaç olacaktır. Bu sancıları, büyük acıların yaÅŸanmasına neden olan “toplumsal travma”larda aramak gerekir. Söz konusu tarihsel dönem içinde  böylesi travmalara neden olabilecek olgular ise “savaş”, “iç savaş” ve “isyan” mekanizmalarıdır.
 
         Bu nedenle Osmanlının geliÅŸi sonrasındaki iskan ve isyan süreçlerinde yeni bir oluÅŸuma yol açabilecek düzeyin mevcudiyeti  araÅŸtırılarak; Osmanlı etkisinin baÅŸlı başına yeni bir oluÅŸuma yetip yetmeyeceÄŸi deÄŸerlendirilmeli ve buna göre baÅŸlangıç noktasının Osmanlı öncesinde mi? Yoksa  sonrasında mı? olması gerektiÄŸi tartışılmalıdır.
 
         Pomak oluÅŸumunun baÅŸlangıç noktasına denk gelmesi olası  döneme iliÅŸkin sosyo-ekonomik koÅŸullar ve  hangilerinin  yeni bir oluÅŸuma yol açabilecek kapasite taşıyabileceÄŸine dair deÄŸerlendirmelerden sonra artık Pomak oluÅŸumunun nasıl baÅŸlayıp geliÅŸmiÅŸ olabileceÄŸini tartışabiliriz.
 
              IV- TARTIÅžMA HATTI
 
         GeçmiÅŸteki bilinmeyenleri hedefleyen bir tartışma bugünden baÅŸlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle bugüne ve geçmiÅŸe dair bilinenler içinden; aralarında baÄŸlantı olabileceÄŸini  Ã¶ngördüğüm olguları, baÅŸlıklar halinde ele alıp; mevcut yaklaşımları da içerecek bir deÄŸerlendirme ile  aralarında kurulabilecek mantıksal baÄŸlardan, çıkarımlar elde etmeye çalışacağım.
 
    
              V- POMAKLARIN MÃœSLÃœMAN OLUÅžU ÃœZERÄ°NE TARTIÅžMALAR
 
 
            Tanım gereÄŸi Pomakların tamamı müslümandır. Yine bugün  tamamına yakını Sünni (Hanefi) dir.  Yalnızca Meriç nehrinin batısında kalan rodopların doÄŸu eteklerinde yer alan bazı Pomak köylerinin heteredoks alevi-bektaÅŸi inancına sahip olduÄŸunu biliyoruz.
 
            Acaba Pomaklar nasıl ve ne zaman Müslüman oldu. BaÅŸlangıçtan beri Sünni miydiler?
 
             1-) Pomaklar Nasıl Müslüman Oldu?
 
           Pomakların Müslüman oluÅŸ biçimlerine iliÅŸkin genel olarak iki yaklaşım söz konusudur.
 
           Bunlardan ilki daha çok Bulgar yazarların öne sürmeye çalıştığı “Osmanlının zora dayalı din deÄŸiÅŸtirme uygulamaları sonucunda Müslüman oldukları” yolundaki görüştür.
        
           Genel olarak; 16. yy da  II.Selim ve 17.yy da IV. Mehmet’in veziri Sokollu Mehmet tarafından gerçekleÅŸtirildiÄŸi ileri sürülen uygulamalara dayandırılmaya çalışılan bu görüşün; Dragonov adlı bir papazın olaylardan söz etmeyen yorumlarını aktardığı ve orijinali bulunmayan eserinden baÅŸka; böylesi uygulamalardan söz eden tarihi kayıtlara rastlanmadığı için; daha çok subjektif bir kimlik yaratma gayreti taşıdığı tarafsız yazarlarca ortaya konulmuÅŸtur. (Ulf Brunnbauer) .
 
           Bu görüş; adlandırmaya iliÅŸkin ve genel olarak kabul gören; Osmanlıya yardım edenler anlamındaki Pomaklık kavramı ve Osmanlının inançlar konusundaki bilinen genel politikalarıyla da baÄŸdaÅŸmamaktadır. Müslüman olmayanlardan ilave vergi aldığı için Hıristiyan kalmalarında sakınca görmemesi gereken Osmanlının; hüküm sürdüğü yerlerde baÅŸka hiçbir topluluÄŸa  reva görmediÄŸi bu tür uygulamaları Fetih esnasında kendisine yardım ettiÄŸi için (aÅŸağılanmak kastıyla) “Pomak”  adını alacak bir  topluluÄŸa yöneltmiÅŸ olması olaÄŸan bir durum deÄŸildir. Somut kanıtlarla desteklenmediÄŸi sürece hayatın normal akışına aykırı düşünceleri dikkate almamak mantığa daha uygundur.
 
          Adlandırmanın içinde taşıdığı mantıksal veri; Osmanlı bölgeye geldiÄŸi anda sonradan Pomak olarak adlandırılacak topluluklar ile komÅŸu Bulgar Slavları arasında belirli bir kopuÅŸun varlığına iÅŸaret eder niteliktedir. Aksi halde ilk kez temas edildiÄŸi varsayılan yabancı bir topluluÄŸun yanında tutum almak akla uygun düşmeyecektir. Böyle bir kopuÅŸun üzerine oturan Osmanlı yanında tavır alış;  Ä°slamlaÅŸmanın en geç Osmanlı ile temas anında baÅŸlamış olması gerektiÄŸini düşündürmektedir.
 
         Müslüman oluÅŸ biçimine dair ikinci görüş ise sürecin Osmanlının geliÅŸi ile eÅŸzamanlı olarak baÅŸladığı yolundadır. Bu görüşün iki versiyonu vardır.
 
         Birinci versiyon; Osmanlının geliÅŸi sonrasında yavaÅŸ yürüyen bir süreç içinde Ä°slamiyetin benimsendiÄŸini ileri sürer.
 
         Bu görüşe uyumlu mantıksal ve somut bazı veriler mevcuttur.  Yabancılardan alınan “cizye” adlı vergiden muaf tutulma adına  gayrı Müslim tebaa’da “ihtida” (Ä°slam dinine geçme) eÄŸilimi gözlendiÄŸine sıkça deÄŸinilmektedir. Vergi muafiyeti ile baÄŸlantısı nedeniyle göçebe topluluklardan ziyade yerleÅŸik kesimler üzerinde etkili olduÄŸu düşünülebilir.
 
         Ancak bu eÄŸilim cümlesinden Müslüman oluÅŸ, daha çok bireysel tercihlerle alakalandırılabilir. Az çok toprak ve mevki sahibi Bulgar-Bizans soyluları dahil birçok gayrı müslim; benzeri kaygılarla Müslüman olduktan sonra; ayrı bir kimlik iddiasında bulunmaksızın, Osmanlı-Türk kimliÄŸi içinde yer almışken; Pomakların ayrı bir kimlik iddiasını sürdürebilecek biçimde Müslüman oluÅŸunu izah etmekten uzaktır bu görüş...
 
       Yrd. Doç. Kemal Gözler “Lofça Pomak Köylerinin Ä°lk Müslüman Sakinleri” adlı çalışmasında; Lofça Pomakları açısından  bu görüşe uygun veriler ortaya çıkarmıştır. 1479 (20 kiÅŸi), 1516 (81 kiÅŸi), 1545 (134 kiÅŸi) ve 1579 (701 kiÅŸi) tarihli tahrir defterleri ve  1873 (37.480 kiÅŸi) tarihli salnameler üzerinden müslüman nüfusun 500 yıllık dönem içinde yavaÅŸ yürüyen bir süreç içinde arttığını göstermiÅŸtir.
 
         Burada Pomak nüfusun tamamına yakın bölümünün bulunduÄŸu Rodop-Pirin bölgesinden tamamen ayrı bir konumda bulunan Lofça Pomaklarının durumu; ayrı bir deÄŸerlendirmeye tabi tutulmalarını gerektirecek baÅŸka özellikler de göstermektedir. Aynı çalışmada; onların göçebe karakterli diÄŸer Pomak kitlelerden farklı olarak; 500 yıl öncesinde Lofça dere boylarının verimli arazilerinde tarımla iÅŸtigal eden yerleÅŸik köylüler oldukları da ortaya konmuÅŸtur. Lofça Pomaklarının bu ayrık durumu üzerine deÄŸerlendirmeleri sonraya bırakarak ÅŸimdilik; ana kütleden uzak ve verimli küçük ovalarda tarımla uÄŸraÅŸan sınırlı bir topluluÄŸa ait olan bu verilerin daÄŸlık yörelerde göçebe hayvancılık yapan çoÄŸunluÄŸun  müslüman oluÅŸ sürecini izaha yeter nitelikte olmadığını belirtmekle yetinelim.
 
         Müslüman oluÅŸ sürecinin Osmanlının geliÅŸiyle eÅŸzamanlı olarak baÅŸladığına dair görüşün ikinci versiyonu ise “12 yüzyılda bölgede geniÅŸ kapsamlı isyanlar çıkaran bogomillerin Osmanlının geliÅŸiyle kütleler halinde Müslüman olmaya yöneldiklerini ve bunların sonradan “Pomak” olarak adlandırıldıkları yönündedir.
 
          Bu görüş, fethettiÄŸi ülkeleri Ä°slamlaÅŸtırma siyaseti gütmeyen  Osmanlı yönetimi altında; kitleler halinde islama yöneliÅŸi, paulikan-bektaÅŸi-bogomil etkileÅŸimleri üzerinden izaha yarayacak;  â€œinanç akrabalığı”nı çaÄŸrıştıran unsurlar içermektedir.  En dikkat çekici yanı diÄŸer görüşlerin inandırıcı bir biçimde içermediÄŸi “toplumsal travma” unsurunu içinde barındırmasıdır. Niyetlerden bağımsız bir deÄŸerlendirme için baÅŸlangıçta tanımlamaya çalıştığımız; sosyo-ekonomik ortamda yer alan dinamiklerle uyumlu bir süreç önermektedir.
Adlandırma olgusunun içermiÅŸ olduÄŸu; yabancıdan yana tutum almayı anlamlı kılacak, “önceye dayalı farklılaÅŸma” gereÄŸini karşılamaktadır. Makedonya  Pomaklarına “torbeÅŸi” ve bazı Slavlarca; Bulgaristan Pomaklarına  â€œbogomil” denmesini de anlamlı kılmaktadır.
 
Bu nedenle  Pomakların durumu bu görüşü ekseninde tartışmaya çalışacağım.

bogutevolu:
I- HETEREDOKS TARÄ°KATLAR
 
             1-) Paulikanizm
 
       â€œ Maddi dünyayı yaratan ve yöneten Tanrı ile tapılması gereken, ruhları yaratan göklerin Tanrısı arasında ayrıma dayalı ikicil görüşleri ile “Manicilik”ten etkilenmiÅŸ bir ermeni tarikatıdır. Göklerin tanrısı iyiliÄŸi; Maddi dünya ise kötülüğü temsil eder. Bu nedenle haçı sevmez, kiliseyi ve ruhban sınıfını; maddi dünyaya ait kötülüklerin temsilcisi olarak görür ve reddederler. Aynı ÅŸekilde dünyevi iktidarı da,.. Toplantılarını cemevi’ni çaÄŸrıştıran “dua evlerinde” yaparlar. Bu nedenle bize yabancı gelmeyen “mum söndü” suçlamalarıyla karşılaÅŸtıkları kayıtlıdır. Pir ve DerviÅŸ kavramlarını  andıran “aziz” ve “yoldaş”ları vardır. Bütün insanların birliÄŸini savunurlar.
          IV. Constantine ve II. Justinian, Paflikyanlara ÅŸiddetli bir baskı uygulamış; özellikle   V. Leo,  müthiÅŸ bir Paflikyan avına çıkmıştır. Bu dönemde bir çok Paflikyan, Bizans'tan kaçarak Müslümanlara sığınmıştır. Liderlerinden Sergius 835 yılında öldürülmüştür. Ä°mparatoriçe Theodora zamanında da baskı sürmüş, Karbeas yönetiminde isyan eden Paflikyanlar kitle halinde Müslüman topraklarına göçetmiÅŸtir.
         Daha sonra Tephrike'de (DivriÄŸi) bir kale kuran Paflikyanlar, sürekli olarak Bizans topraklarını yaÄŸmalamışlar, giderek etkilerini arttırarak politik bir güç durumuna yükselmiÅŸlerdir. Ä°mparator I. Basil zamanında, Paflikyan ordusu Anadolu'yu boydan boya geçerek Efes'e kadar gelmiÅŸ, Ä°zmit'i iÅŸgal ederek neredeyse Istanbul'un karşı kıyılarına kadar ulaÅŸmıştır. Ancak sonunda yenilgiden kurtulamamışlar ve 871 yılında Tephrike kalesi yerle bir edilmiÅŸtir. Yakalananlar kılıçtan geçirilmiÅŸtir. Bu durum tarikatın askeri gücünü yok etmiÅŸ ve geride kalan  Paflikyanlar Anadolu'nun çeÅŸitli yörelerine dağılmışlardır.                  V. Constantine ve I. Johannes, Paflikyanları kitleler halinde Trakya'ya, özellikle Filibe kenti ve çevresine sürgün etmiÅŸlerdir.
         Bulgaristan'daki Bogomil tarikatı Paflikyanların devamıdır. Bogomiller, OrtaçaÄŸ boyunca Batı'ya doÄŸru öğretilerini yaymışlar, Katharlar (Albililer) ve diÄŸer Manici akımları etkilemiÅŸlerdir.” Thamos (Geometri)
 
              2-) Bogomiller
 
           10. yüzyılda Bogomil (Tanrının SevdiÄŸi) adlı bir papaz tarafından kurulan ve Trakya’ya sürülen manici Paulikenler arasında geliÅŸmiÅŸ bir tarikattır.
 
          “Bulgaristan'da Çar Peter (927-969) zamanında Bogomil mezhebi, Roma Kilisesi'nin radikal düşmanı olarak ortaya çıktı. Bogomil'in kendisi, Bulgar ortodoks papazdı ve mezhebinin temel düşünceleri arasında Messalian, Paulikian ve daha önceki Manikeizm fikirleri vardı. Bogomil’e göre dünya iki idare altındadır: “İyi” (Tanrı) ve “Kötü” (Satanael). Bütün görülebilen dünya, Kötü'nün yapısıdır ve Kötü'nün hedefi oldu. Temiz canlı din ve afif asketik hayat için çabaladılar. Her nevi dış kült, kilise merasimleri de hemen hemen Roma Kilisesi'nin tüm teÅŸkilâtını bıraktı. Bu, aynı zamanda dünyanın var olan teÅŸkilâtının bırakılması da demekti, çünkü buna en kuvvetli dayanak veren teÅŸkilat, Hıristiyan Kilise idi. Bogomil hareketi halkın hükümdarlara, büyüklere ve zenginlere karşı itiraz etmesinin bir ifadesiydi. 11. yüzyılda Bogomil mezhebi tarafından, o zamanda Bizans’ın en tehlikeli düşmanı olan Peçenekler desteklendi. Ä°mparator I. Alexios Komnenos (1081-1118), Bogomil mezhebine karşı, bunun hem devlet için, hem de kilisenin teÅŸkilâtı için tehlikeli olduÄŸundan dolayı, Ortodoks Kilise ile elele savaÅŸ ilan etti. Balkan Yarımadası'nda oluÅŸmuÅŸ Bogomil dalaleti (heresis-sapkınlık-), geniÅŸ alanda yaygınlaÅŸmıştı ve devletin baÅŸkentinde de sayısız üyesi vardı. Ä°mparator tarafından dalalet hareketinin yok edilmesi, devletin önemli bir vazifesi sayıldı.; Basileos; Bogomil lideri ve fikirlerini kabul eden öğrencileri, ateÅŸe verdi.” (Ä°mre Adorjan)
 
       â€œBogomillere verilen diÄŸer bir ad olan ve Türkçe “torba” sözcüğünden türemiÅŸ olan “Torbeshi”, gezgin Bogomil keÅŸiÅŸlerinin omuzlarına astıkları ve içine aldıkları sadakaları koydukları torbadan kaynaklanmaktadır. Günümüzde Torbeshi adı, Makedonya’nın Müslümanları olan Pomak’lara verilen bir addır.
 
        Bogomiller, diÄŸer dinlerle ya da din dışı akımlarla baÄŸdaÅŸmaktan çekinmezlerdi. Bu eÄŸilim zamanla daha belirgin biçime dönüştü ve XIII. Yüz yıldan baÅŸlayarak Bogomilizm daha sık olarak Paganizm, büyü ve batıl inançlar ile iç içe geçti.  XIV. Yüz yılda Bogomilizm giderek etkisini yitirdi ve Osmanlıların Bulgaristanı (1393) ve Bosna’yı fethetmelerinden sonra (1463) Bogomillerin büyük çoÄŸunluÄŸu Ä°slam dinine geçti.” Thamos (Geometri)-Bogomiller
 
            3-) Alevi BektaÅŸiler
 
         Alevi inancının temeli Hak-Muhammed-Ali sevgisine dayanır. Hak gerçekliÄŸi idealize eder.  Muhammet - Ali (Ehl-i beyt: Peygamber ailesi ve soyundan gelenler) ise  gerçekliÄŸin yeryüzündeki biçimsel yansıması olarak bütün insanları sevmeye kadar varmaktadır. Dört Kapı, Kırk Makam ÅŸeklindeki Kâmil (olgun) insan olma ilkelerini Hünkâr Hacı BektaÅŸ Veli’nin tespit ettiÄŸine inanılır.Hacı BektaÅŸ “Kul Tanrı’ya dört kapı, kırk makamda erer, ulaşır, dost olur.”. Bu  dört kapı ÅŸeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarıdır. Her kapıda 10’ar tane olmak üzere 40 makam vardır. Ä°nananlar bunları aÅŸama aÅŸama katederek kemale erer.
 
         Kötülük yapanlara açıkça tavır  alınır ve toplumdan dışlanırlar.
 
          Babai isyanlarından sonra dağılan yapının tekrar toparlanmasını saÄŸlayan Hacı BektaÅŸ Veli nedeniyle Alevilik bazen BektaÅŸilik olarak ta adlandırılmıştır.
 
      Hak-Muhamemet -Ali üçlemesi Hıristiyan teslis (üçleme) inancıyla benzeÅŸir. Ancak asıl vurgu iyilik ve kötülük üzerinedir ki; bu ikicil (düalist) temeli mazdek - Manicilikte aramak gerekir. Ä°nsan içindeki kötülükten arınıp (“eline,diline beline,hakim ol”)   gerçeÄŸe-tanrıya (kamil-olgun insana) ermeye çalışmalıdır. Tanrıyı doÄŸada arama ve ona ulaÅŸma düşüncesi ise panteizm (doÄŸa varlıklarına tapınma)den gelen deÄŸerdir. Maddi doÄŸaya tapınmaya yönelen antik panteizmden farklı olarak, alevi panteizmi; “vahdet-i vücut” anlayışında manevi niteliÄŸi öne çıkan bir  tanrı doÄŸa özdeÅŸleÅŸmesi önermektedir ki; bu daha çok  ÅŸamanist deÄŸerlerin içselleÅŸmesine iÅŸaret eder. Bu haliyle Alevilik Ön Asya’da tarih boyunca egemen olmuÅŸ inançların sentezi gibidir.
 
     
 
              4-) Tarikatlar Arasında Benzer Özellikler
 
             a -  Heterodoksi
 
         Her ÅŸeyden önce bu üç tarikat da “heteredoks” karakterlidir. Heterodoksi, türdeÅŸ olmayan yorum, ana yorumun dışına çıkarak yapılan yorum demektir. Burada Ortodoks ve SünniliÄŸin, egemenler tarafından; mutlak ve ÅŸekli kalıplar halinde iktidarı kutsayan bir ideoloji formatında sabitlenmesine karşı çıkarak; içsel (Batıni) bir yorumla ele aldıkları dinin asıl içeriÄŸinin  yani özünün savunulması söz konusudur. Bu onları eÅŸitlikçi bir din anlayışına
götürmektedir ki; ezilen kesimlerin ideolojisi karakterine bürünmelerinin temeli burada aranmalıdır.
 
             b - Düalizm
         
         Düalist (ikicil) inanış: asıl olarak tek tanrılı dine geçiÅŸ öncesinde egemen olan çok tanrılı anlayışın; iyi ve kötüyü temsil eden iki tanrıya indirgenmesini öneren iran kökenli “Mazdek” dinine özgüdür.; Ahura-Mazda iyi tanrı ve Agrimen kötü tanrıdır. Daha sonra bu dini Hıristiyanlıkla baÄŸdaÅŸtıracak Urfa kökenli “Mani” dini özellikle Hıristiyan heteredoks inançlara kaynaklık etmiÅŸtir.
 
           Tarikatlar bu ikicil yorumlarıyla;  iktidar sahiplerini ve  iktidara eklemlenen Ortodoks Ruhbanı ile Ä°slam Ulemasını reddederler. Onların din kisvesi altında menfaat peÅŸinde koÅŸan “kötülüğün yeryüzündeki temsilcileri” olduklarını savunurlar..  Ä°yiliÄŸin ancak dinlerin özünde yer alan “eÅŸitlikçi bir toplum yapısında”  bulunduÄŸundan hareketle göçebelik ve yoksul köylülüğün ideolojisini üretme misyonu yüklenirler.
 
         


       c -  Muhalif  Karakter
           
           Ã–ÄŸretilerinde “aktif bir karşı tavır önermesi” belirgin bir vurgu noktası olarak ortaya çıkar. Egemen yapıya doÄŸrudan yönelme anlamına gelen bu içerik yüzünden her üçü de sapkın tarikatlar olarak nitelenip ahlaksızlıkla suçlanarak dışlanmaya çalışılmışlar ve kitleselleÅŸtikleri durumlarda kanlı bir ÅŸekilde  ezilmek istenmiÅŸlerdir.
 
       â€œ11. yüzyılda Bizanslı felsefeci Psellos tarafından Bogomillere karşı yazılan “eleÅŸtiride” artık EskiçaÄŸ'da da mevcut olan orgia (mum söndü) suçlaması kullandı. Bu tarihten sonra, bu tip suçlamalar, Ortaçağ’ın sonuna kadar, hem DoÄŸu Ortodoks (Bizans), hem Batı Roma Katolik Kilisesi'nden dalalet dinlerine karşı sürdüren mücadelenin en uygun aracıydı”-Ä°mre Adorjan
 
         Din adına giriÅŸilen bu uygulamalar; gerçekte tarikat inançlarında sembolize edilen eÅŸitlik talepleri ile isyana yönelen yoksulların kıyımıdır. Yani  gerçekte  “iç savaÅŸ-iskan ve isyan” mekanizmalarının faaliyetidir söz konusu olan... Bu cümleden olmak üzere söz konusu tarikatlar ekseninde geliÅŸen ancak doÄŸrudan iktidarı hedefleyen yapılarıyla siyasal nitelik taşıyan sayısız isyan içinde en önemlileri...
 
             
d - Başlıca İsyanlar
 
           Tephrike (DivriÄŸi) merkezli örgütlenmeyle; Marmara ve Egeyi ele geçirecek boyutlara ulaÅŸtıktan sonra kan gölünde boÄŸulan 871 tarihli Paulikan ayaklanması (ki kıyımdan kurtulanlar Trakya’ya sürülerek yüz yıl kadar sonrasında Bogomil hareketine kaynaklık etmiÅŸtir)...
 
            Alevi isyanları arasında; ilki ve en kapsamlısı 1240 ta patlak veren  Babai isyanları; 1413 fetret devri sıralarında ortaya çıkan Åžeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa,Torlak Kemal ayaklanmaları, 1502-1511’de DoÄŸu Anadolu’da patlak veren aÅŸiret ayaklanmaları, 1590’lardan 1640’lara uzanan Celali isyanları,
 
             Bogomillerin çıkardığı ya da karıştığı;    927 yıllarında baÅŸlayıp 972 kadar süren ve 1018 de   1. Bulgar Krallığının yıkılmasına varan ayaklanmalar,. Bizansa karşı Samuil öncülüğünde giriÅŸilen Sperkheos (996) ve Strumica (1014) isyanları,. I. Alexios Komnenos’un büyük kıyımına yol açan 1115 civarındaki isyan,. 1218 de gasıp Borile karşı; Ä°van III Asen II’yi iktidara getiren ayaklanmalar,. 1277 de Çoban Ä°vaylo’nun iktidarı almasına yol açan ayaklanmalar...

bogutevolu:

 
             e - Ortak CoÄŸrafya ve Ä°nanç Temelleri
 
         Her ÅŸeyden önce bu tarikatların coÄŸrafi temelleri aynıdır. Üçü de Anadolu kaynaklıdır. Bu nedenle eski Anadolu inançlarından etkilenmemeleri mümkün deÄŸildir. Hıristiyan Ermeni tarikatı olarak Paulikanizm ve Müslüman Türk Tarikatı olarak Alevi-BektaÅŸilik ... Ä°ran kültürü ile de yoÄŸun bir etkileÅŸime sahiptir. Dahası Müslüman olmadan önce yerleÅŸmeye baÅŸlayan Türkler; Mazdekçilik, Manicilik ve Ortodoks Kilisesince aforoz edilen Hıristiyan Nesturi Mezhebine giriyordu. Ayrıca göçebe kitlelerde halen etkin olan Åžamanizm de Mazdekçilikten etkilenerek ikicil bir nitelik kazanmaya baÅŸlamıştı. Gök Tanrı aydınlığı (iyiliÄŸi) ve Yer Tanrı ise karanlığı (kötülüğü) temsil ediyordu,..
 
          “Anadolu’da yaÅŸayan deÄŸiÅŸik etnik gruplara mensup insanların nüfusu ne idi?
Batılılar, bu soruya abartmalı ve yandaÅŸ bir yanıt vermektedirler. Batı kaynaklarına göre, gelen Türkler 500.000’i geçmemekteydi. Anadolu’da yaÅŸayanlar ise, 15-20 milyondu ve bunların büyük çoÄŸunluÄŸu hıristiyandı.  DoÄŸu kaynaklarına göre, Anadolu’ya gelen Türkler 1.000.000’un üstündeydi ve Anadolu’da 3-4 milyon insan yaşıyordu.
 
          DoÄŸu Türk kaynaklarına yakın bir yorum içerisine girdiÄŸimizde dahi görürüz ki Anadolu’ya gelen Türkler, yerli halkın %25’i kadarını oluÅŸturmaktaydılar. Bu konuda, kuÅŸkusuz kesin bilimsel açıklamalar yapmak olanaksızdır. Ancak gelenlerin çok daha az olduÄŸu kesindir. Anadolu, bu dönemlerde bir soykırım yaÅŸamamıştır. Büyük göçler de yoktur. Anadolu ahalisine ne oldu?  Yeni Müslüman, Hıristiyan kökenliydi; Pagandı; Nesturiydi; Manikheendi; Mazdeistti. Gelenlerin tarihinde, aynı veya benzer inanç biçimleri yaÅŸanmıştı. Ama artık hepsi Müslümandı ve Müslümanlığın sevgiden, yürek haccından, insana ağırlık veren hümanist yorumundan yanaydılar. Aksi halde, birbirleriyle kucaklaÅŸamaz, bir harman, alaşım oluÅŸturamazlardı.
 
         Kohen, Kahin, Åžaman hep benzer sözcüklerdi ve büyücü-din adamını deyimlemekteydi. Türkler Müslüman olmadan önce, sadece Hint dinlerinin, Brahmanizm, Budizmin deÄŸiÅŸik yorumları içerisinde deÄŸil, aynı zamanda Mazdeist, Manikheen ve Nesturiydiler. Özellikle yerleÅŸik toplum aÅŸamasına geçenler, bu üç dinin mensubu olmuÅŸlardı.” (Prof.Niyazi Öktem – Anadolu’da Alevi Düşüncesinin OluÅŸumu ve GeliÅŸimi)
          “BektaÅŸilik, Hıristiyanlığın kutsal saydığı yerleri yadırgamamış, hoÅŸgörü çerçevesinde benimsemiÅŸ ve sahiplenmiÅŸtir. Kendi ibadet yerlerinin, tekkelerinin ve kutsal yerlerinin kapılarını da Hıristiyanlara açmıştır. Her iki inancın kültleri özdeÅŸleÅŸtirilmiÅŸ, ortak inanç konusu edilmiÅŸ, bu durum kaynaÅŸmanın çimentosu yapılmıştır. “Hızır”, çoÄŸu kez “Aziz Yorgi” ile özdeÅŸleÅŸtirilmiÅŸ, Dersim Alevileri Ermeni ermiÅŸi “Serciyus”u “Hızır”la aynı görmüşlerdir. Aziz Serciyus’a ait Ermeni kiliselerini Hızır ziyaretgahları sayarak, ziyaret etmiÅŸlerdir. “Hızır” ile “Aya Yorgi” ve “Aya Elyas” arasında da baÄŸlantı kurulmuÅŸtur. Karadeniz Bölgesi’nde Åžeyh Elvan Tekkesi’nde “Hızır”, “Aya Teodoros”un yerini almıştır. DoÄŸu Anadolu Alevileri ile Hıristiyan Ermeniler Hz. Ali’yi Hz. Ä°sa ile, Oniki Ä°mam’ı Oniki Havari ile, Hasan’la Hüseyin’i Petros ile Pavlus’la özdeÅŸtirmiÅŸlerdir. HacıbektaÅŸ Tekkesi Hıristiyanlar’ca da ziyaret edilmektedir. Burada önceleri “Ayos Harambolos” adlı bir manastırın bulunduÄŸu inancındadırlar. Teselya’da Ayvalı Tekkesi Aya Yorgi manastırı ile, Kalkandelen’de Sersem Ali Tekkesi Aya Elias manastırıyla, ayrıca Korfu’daki Aziz Spyridon BektaÅŸi ünlüsü Sarı Saltuk’la özdeÅŸtirilir. Bu anlayışın sonucu olarak, Batı’nın Akyazılı, Sarı Saltuk gibi önemli tekkelerinde Türk kökenli derviÅŸlerle birlikte Hıristiyan kökenli derviÅŸlerin de olduÄŸuna belgelerde rastlanılmaktadır. Varna yakınlarındaki Sarı Saltuk Tekkesi’nde Dimitro oÄŸlu Gyorgi, Kalfal ve BoÄŸur gibi Hıristiyan kökenli BektaÅŸi derviÅŸleri olduÄŸu kaynaklarda görülür.” (Baki Öz-Hacı BektaÅŸ Velinin YaÅŸadığı Tarihsel Ortam)
        Alevi inanışının içerdiÄŸi Hıristiyan etkisi en belirgin olarak “Hak-Muhammet-Ali inancının” “Baba-OÄŸul-Kutsal Ruh” olarak ifade edilen “teslis” anlayışı ile kıyametten önce ortaya çıkıp düzeni saÄŸlayacağına inanılan “Gaip Ä°mam” (12.Ä°mam) inanışının, Ä°sa’nın yeniden dirileceÄŸi inancına paralellik oluÅŸturmasında gözlenmektedir..
 
       Paulikan’ların bir devamı niteliÄŸindeki Bogomillerin de bu deÄŸerlendirmelerin dışında kalması düşünülemez.   Yani her üç tarikat ta aynı sosyal ve inançsal temeller üzerinde geliÅŸmiÅŸtir.
 
         
 
         f - Fiili BaÄŸlantılar
 
        Bundan baÅŸka bu üç tarikat arasında fiili temaslar da söz konusu olmuÅŸtur.
İç Anadolu’da özellikle de Sivas ve Malatya yöresinde yaşayan Paulikan inanca sahip yoksul Hıristiyanların Babai ayaklanmalarına kitleler halinde katıldığı bilinmektedir.
 
        Baba ilyas, o dönemden kalan kaynakların (Dominiken misyoneri Saint-Quentin’li Simon, Suriyeli Arap yazar Sibt al-Cezvi, Süryani yazar Bar Harbeus Gregory Abu’l-Farac’in yazıları) belirttiÄŸi gibi, “Baba Resulullah’’ olarak ün yapmış; sadece Alevi Türkmen halkın deÄŸil, tüm ezilen Sünni ve gayri-Müslim yerlesik ve göçer kırsal topluluklar arasında, ‘Tanrının Baba’ya göründüğü; ona Sultanlık bağışladığı ve kendilerini kurtaracağı’ yayılmıştı. Dönemin merkezi feodal yönetimi ve beylerinin baskısı altındaki toplum, onu ‘‘Peygamber’’ kiÅŸiliÄŸine büründürerek bir kurtarıcı kabul etmiÅŸti.
 
        Bu katılım Babai derviÅŸleri ile Paulikan derviÅŸler (yoldaÅŸlar) arasında kurulan doÄŸrudan iliÅŸkilerin de sonucudur. Günümüzde artık AleviliÄŸin Anadolu’da Paulikanlar ile kurulan temaslar sonucunda ÅŸekillendiÄŸi ve Paulikan Bogomil baÄŸlarının alevi BektaÅŸilerin organik tekke iliÅŸkileri aracılığıyla sürdürüldüğü tartışma konusu yapılmaktadır.
 
     


       g -  İç içe geçen Söylenceler
   
        * Battal Gazi
 
          Müslümanlığı yayan bir Arap Gazisi iken sonradan Türk kültürünce içselleÅŸtirildiÄŸi öne sürülen Battal Gazi’nin Paulikan olabileceÄŸi de; söylencelerin niteliÄŸi ve yaslandığı tarihsel yapı  nedeniyle artık tartışma konusu yapılabilmektedir.
         
          “özellikle Malatya ve Sivas arasındaki daÄŸlarda göçebe olarak yaÅŸayan ve hayvanlarının ürünü ile geçimlerini saÄŸlayan, çoÄŸu zaman müslümanların yanında, hıristiyanlara karşı savaÅŸan Pavlikienler yaÅŸamaktaydılar” (Mevlut OÄŸuz’dan aktaran; Ä°smail Onarlı- Seyit Battal Gazi Ocağı)
 
          Gerçekte de Battalnâmelerde; “Rumca bilmesi, Ä°ncil’i ezbere okuması, yüksek dini bilgiye sahip olması, yerel halkların törelerini bilmesi onun kılıktan kılığa girmesi Malatya civarında Bizans kalelerine karşı serüvenleri”nden (agy) söz edilmesi, dönemin Paulikan verileri ile  uyumludur.
   
          * Sarı Saltuk
   
      “Balkanlarda ortak bir “Sarı Saltık kültü” vardır. Bu inanışın izlerine, etkinliÄŸine Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Kırım ve Azerbaycan’ın tümünde rastlanır. Tarihlerin anlatımına göre Sarı Saltık 1263’lerde 12 bin Türkmen ailesiyle Kırım ve Dobruca yörelerine gidip yerleÅŸmiÅŸ ve Ä°slamlığı yaymaya çalışmıştır. 14. yüzyılda yöreyi dolaÅŸan ünlü Arap gezgini Ä°bni Batuta bu yıllarda yörede “Ahilik”le birlikte “Sarı Saltık kültü”nün de yaygın olduÄŸunu, en çok Edirne ve Ä°sakça’da yaÅŸadığını yazar . DoÄŸu Avrupa BektaÅŸiliÄŸinin “sarışın dedesi” Sarı Saltık Dede’nin yaÅŸamı, misyonerlik çalışmaları tüm DoÄŸu Yunanistan’da, DoÄŸu Bulgaristan’da, Güney Romanya’da Arnavutluk’ta, Altınordu ükesinde ve Rumeli’de söylenceleÅŸmiÅŸtir… Balkanlarda Hıristiyan kesimler dahi Sarı Saltık’ın kendi dinlerinin yayıcısı olarak görürler. Balkanların çok yerinde ve Yugoslavya’da; Ä°pek, Kruya, Prielp ve PaÅŸtrik Dağı’nda Sarı Saltık’ın mezarı olduÄŸu söylenir.”(Baki Öz- Balkanlarda Alevilik BektaÅŸilik)
 
       â€œKanuni Sultan Süleyman, Åžeyhülislam Ebussuud efendiden Sarı Saltuk hakkında bir fetva vermesini ÅŸu suretle istemiÅŸtir: ‘Sinde sindeÅŸim, halde haldaşım, ahiret karındaşım eimme-i selef bu meselede ne buyururlar ki; Saru Saltuk dedikleri ÅŸahıs evliyaullah mıdır, beyan buyurulup musap oluna’ Åžeyhülislam bu soruya ‘Riyazet (perhiz) ile kadid olmuÅŸ (zayıf düşmüş)  bir keÅŸiÅŸtir.’ Cevabını vermiÅŸtir. Okiç (mevcudiyetine dair tartışmada) bu fetvanın veriliÅŸ sebebini aydınlatmaya çalışmıştır. Ölümü üzerinden uzun zaman geçmeden Sarı Saltuk’a ait menkıbelerle Hıristiyan azizlerinin menkıbeleri arasında irtibat kurulmaÄŸa baÅŸlandığı anlaşılıyor. Sarı Saltuk menkı¬be¬le¬ri¬nin Hıristiyan azizlerinden en çok Nikola, sonra Cörc  Simeon, Eli, Spiridon ve Naum’un men¬kı¬beleriyle karışık olduÄŸu görülmektedir.” (Prof.Dr Şükrü Akalın – Anadolu ve Balkanlarda Sarı Saltık)
 
 
        * Åžeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa
 
       Ã–rnekleri çoÄŸaltılabilir. Biz son olarak   Serez’de asılarak idam edilen BektaÅŸi kökenli “Şeyh Bedrettin”in müritlerinden Manisa civarındaki isyanın Lideri “Torlak Kemal” de ÅŸeyhi gibi Müslüman inanışına uygun ÅŸekilde asılarak idam edilirken; Karaburun’daki Lider Börklüce Mustafa’nın Hıristiyan sapkınlarına reva görülen çarmıha germe yöntemiyle öldürülmesini Fransız Prof. Ä°ren Melikof’tan aktarmakla yetinelim.  Bu isyanlara da yöredeki Hırıstiyan köylülerden yoÄŸun katılım olduÄŸunu ayrıca vurgulamak gerekir.
 
          Åžeyh Bedrettin isyanını sünnileÅŸme sürecindeki fonksiyonu açısından daha sonra tartışacağım. 
 
          5-) Sonuç
 
         En baÅŸta çerçevesini çizdiÄŸimiz sosyo-ekonomik yapıda iÅŸleyen “fetih”,”iskan”,”isyan” ve “kıyım” süreçleri içerisinde  fetih olgusuna baÄŸlı “egemen sınıf geçiÅŸkenliÄŸi” kavramının  bir türevi olarak aÅŸağı kesimlerde de bir geçiÅŸkenlik eÄŸilimi geliÅŸtiÄŸi anlaşılmaktadır. Aynı maddi koÅŸulları paylaÅŸan faklı etnik yapıdaki kitlelerin kaynaÅŸmasını kolaylaÅŸtıran bu eÄŸilim kendisini daha çok; giderek alt sınıfların partisi olarak nitelendirilecek ÅŸekillere bürünen “tarikat” iliÅŸkileri içinde ifade etmiÅŸtir.
 
        Böylesi mekanizmaları da barındıran heteredoks tarikat süreçleri; yerlilere oranla çok az sayıda “Müslüman Türkӟn yerleÅŸtiÄŸi Hıristiyan Anadolu’nun; zamanla Ä°slamlaÅŸmasını saÄŸlayabilmiÅŸtir. Unutmamak gerekir ki bu yapı ekseninde oluÅŸan dönüşüm; baÅŸlangıçta Sünni deÄŸil bütünüyle “Heteredoks Ä°slam” karakteri taşımıştır.  Sünnilik tıpkı Bizans’taki “Ortodoksluk” gibi Selçuklu ve belirli bir dönemden sonra “Osmanlı” egemenlerinin ideolojik tercihi olmuÅŸ ve yine benzer iskan-isyan-kıyım mekanizmaları içinde alt sınıflara dayatılmaya çalışılmıştır.
 
         Osmanlının ilk dönem PadiÅŸahlarının Ahi-BektaÅŸi tarikatlara mensubiyeti ve yine bu dönemde oluÅŸturulan “yeniçeri ocağı”nda sonuna kadar hakim olan BektaÅŸi kültürünün mevcudiyeti bugün artık tartışılmamaktadır. AÅŸiret federasyonu biçiminde ortaya çıkan Osmanlı Devleti; oluÅŸuma katılan ikinci büyük aÅŸiret olan Çandarlı ailesinin tasfiyesiyle kendini gösteren “askeri feodal” niteliÄŸin belirginleÅŸmesine paralel olarak sünnileÅŸmeye baÅŸlamıştır. Bu döneme kadar Çandarlı ailesine ait olan sadrazamlık makamı; gücün merkezileÅŸmesini gösterecek ÅŸekilde toplumsal tabanı bulunmayan devÅŸirme kökenlilerle doldurulmaya baÅŸlanmıştır.
 
        Gerek Bizans-Bulgar ve gerekse Osmanlı Balkanlarında da durumun Anadolu’dan farklı olmadığı anlaşılmaktadır. Anadolu’da ortaya çıkan Alevi-Paulikan etkileÅŸimi; Balkan MüslümanlaÅŸmasında  Alevi BektaÅŸi – Bogomil etkileÅŸimi olarak kendini göstermiÅŸtir. Bu dönüşümün tam ortasında bulunduÄŸunu gösterecek ÅŸekilde bir kült halinde kutsandığı anlaşılan “Sarı Saltık”ın Müslüman DerviÅŸi mi yoksa Hıristiyan keÅŸiÅŸi mi olduÄŸu PadiÅŸahın bile karar veremeyeceÄŸi kadar belirsizleÅŸmiÅŸtir. Bu durumun aynı ÅŸekilde, kültü üreten ve sahiplenen  toplulukların da; ne kadar Hıristiyan ve ne kadar Müslüman olduklarını saptamanın güçleÅŸtiÄŸi bir “geçiÅŸ dönemi”ne iÅŸaret ettiÄŸi kabul edilmelidir.
 
         Bu bölüme iliÅŸkin sözlerimi; Ä°HF den Felsefe Hocam Niyazi Öktem’den bir aktarma ile tamamlamak istiyorum.
 
        “Mazdeizm, Zerdüşt dininin bir yorumu olup, bir tür ateÅŸe tapma kültünü benimsemiÅŸtir. Manikheizm ise MS 3. yüzyılda Mardin’de doÄŸan, Manes veya Mani adındaki bir bilgenin kurduÄŸu dindir. Manikheizm, bir Mazdeizm Hıristiyanlık senkretizmidir. Bu eski dinin alışkanlık, inanç biçimi ve kültüyle Hıristiyanlığı meczetmiÅŸtir. Tüm Akdeniz havzasını, Orta Asya’yı 15. yüzyıla kadar etkileyen Manikeizm heretik (sapkın) bir yorum olarak, egemen dinin mensupları tarafından aforoz edilmiÅŸ ve Manikeen inanca mensup olanlar öldürülmüştür. Bulgaristan’da Bogomiller, Bosna’daki BoÅŸnaklar, Fransa’da Albijua denilen insanlar hep Manikeendir. BoÅŸnakların, 15. yüzyılda kolayca MüslümanlaÅŸmalarının
nedenlerinden biri de o döneme kadar Manes’e bağlılıklarını sürdürmüş olmalarıdır. Artık kendi dinleri iyice dünyada küçülürken, yüzyıllarca mücadele ettikleri Hıristiyanlık ve özellikle Ortodoksluk karşısında Müslümanlığı tercih etmeleri kolaylıkla anlaşılmaktadır.
 
         Manikheizmle ilgili bir baÅŸka ilginç husus, Alevi-BektaÅŸi unsurların Balkanlar’da yoÄŸun olduÄŸu bölgeler, eski dönemlerde gene bir Heterodoksi hatta herezi (sapma) olarak kabul edilen Manikheen yerleÅŸim merkezleriydi. Pisyen (Pavliisiyen) Manikenlere Bogomil denilmekteydi.” Niyazi Öktem-a.g.y.
 

bogutevolu:

             V - MÃœSLÃœMANLIK ÖNCESÄ° POMAKLAR HANGÄ° DÄ°NE
                                      MENSUPTU?
 
             Veri kıtlığının en çok hissedildiÄŸi konulardan biri Pomakların Ä°slam öncesi inanışlarına iliÅŸkindir. Kemal Gözler’in “Lofça Pomakları” konusunda yukarıda deÄŸindiÄŸim  çalışmasında da gösterdiÄŸi gibi; kayıtlara yansıyan istisnai hallerde dahi, geçmiÅŸin üstünü örtme gayreti sezilmektedir. Çalışmanın esas aldığı “Tahrir Defterlerinde” ilk kez Müslüman olanlar açıkça belirtilmemiÅŸtir. Ancak baba adı hanesinde yer alan “Abdullah” ya da “Veled-i Abdullah” ibarelerinin çokluÄŸu ve Abdullah adlı kiÅŸi isimlerinin yok ya da yok denecek kadar az olmasından  hareketle; “Allahın Kulu” anlamına gelen “Abdullah” sözünün, baba adı hanesine; Müslüman bir babadan gelmeyenlerin Hıristiyan geçmiÅŸini gizlemeye yönelik olarak yazılmış olabileceÄŸi fikrine ulaşılmıştır. Çalışma bu ÅŸekilde; Lofça Pomaklarının Hıristiyan geçmiÅŸine iÅŸaret eden güçlü ipuçlarını ortaya çıkarmıştır.
 
           Ancak yine belirttiÄŸimiz gibi; gerek konum ve gerekse sosyal durumları (yerleÅŸik ziraatçi) bakımından ana kütleden ayrı özellikler taşıyan Lofça Pomaklarına dair bu bilgilere bakarak; bütün Pomaklar hakkında karara varmak mümkün deÄŸildir. Ana kütlenin yaÅŸadığı Rodop-Pirin bölgesine iliÅŸkin bu tür bir araÅŸtırma henüz mevcut deÄŸildir. Bu nedenle; Ä°slam öncesi inanış konusunda da; mevcut veriler üzerinden akıl yürütme dışında olanaÄŸa sahip deÄŸiliz.
 
           1-) Bölgeye Müslüman Olarak GelindiÄŸine dair Görüşler
 
         Bu konuda Pomakların bölgeye Müslüman olarak geldiÄŸine dair görüşler de ileri sürülmüştür. Ä°mparatoru V. Constantinus,un 746'da çıktığı Suriye seferinden getirdiÄŸi tutsakları Trakya'ya yerleÅŸtirdiÄŸi kayıtlıdır.
 
         â€œBir baÅŸka görüşe göre ise Pomaklar Balkanlara Müslüman olarak geldikleridir.
2000 nüfuslu Pomak Köyü Smilyan’ın muhtarı, Pomakların orijini hakkındaki bir hikayeyi bana anlatmıştı. Birinci bölümde Merkezi Rodoplardaki (Smilyan dahil) Müslüman nüfus olan, Achryane ve Pomakların arasındaki ayrımı anlattı. Pomakların Orta Asya Steplerinden gelen savaşçı bir boy olan Hakiki Bulgarlar olduğu, Achryane’ların ise 8. yüzyılda Suriye’den gelip, Rodop’lara yerleşen bir kavim olduğuydu. Bu hareket Bizans İmparatorluğu tarafından zamanında Slavlara karşı bir önlem olarak desteklendi. 8. Yüzyılda ise Suriye’li yerleşimciler
 de Bizans Ä°mparatoru 5. Constantin Copronymus (741-775) tarafından Trakya’ya yerleÅŸtirildiler
        Fakat Pomakların geçmiÅŸte bu Asyalı ve Suriye’li yerleÅŸimciler’den ortaya çıktığına dair herhangi bir kanıt da bulunmamaktadır. Teori Ä°slamlaÅŸtırma’da olduÄŸu gibi, saÄŸlam temellere dayanmamakla birlikte Smilyan Muhtarı gibi pek çok entellektüel ve eÄŸitimli kiÅŸiler tarafından kabul görmektedir.” (Ulf Brunbauer a.g.y.)
 
         Burada ifade edilen verilere uygun olarak daha önce de ifade ettiÄŸim bir olguya deÄŸinmek istiyorum. Smilyan kasabasının yaklaşık 25 km batısında bulunan eski Çernak köyünden mübadele ile göçmüş büyüklerim; kendi dillerine “ahrenski” diyorlardı.
       
         Benzer ÅŸekilde Balkan AleviliÄŸinin  Bedrettini (Åžeyh Bedrettin) koluna baÄŸlı Kızıldeli Sultan Ocağına dair bir yazışmada dikkatimi çeken bir olguyu da aktarmak istiyorum.   Kızıldeli Tekkesi Kırcaali ve Dimoteka arasında bulunan Ortaköy’deydi. Bugün Dimoteka civarında bu ocaÄŸa baÄŸlı Alevi Pomak köylerinin  bulunduÄŸunu biliyoruz.
 
      “Kızıldeli ocağında halen AREN olarak adlandırılan bir topluluk da vardır. Bu toplumun aslında Pomak Türklerinden bir grup olduÄŸu söylenmektedir.” (Refik Engin-TekirdaÄŸ Kılavuzlu Köyü)
 
        Buradan hareketle bugünkü Yunanistan sınırlarında kalan bölüm ile; buna bitiÅŸik olan ve Bulgaristan topraklarında bulunan, Rodop sırtlarının güney yamaçları olarak tarif edilebilecek bölgede yaÅŸayan “Pomakların” kökeninin bu olgularla baÄŸlantılı olabileceÄŸini; daha sonra dilde “Katrancı Lehçesi”ni tartışırken ele alacağız. Åžimdi asıl konumuza dönelim.
 
           a -  Göçmen Türkmenlik ve   Asker MelezliÄŸi
 
        “Bir diÄŸer Resmi Pomak Tarihi karşıtı bir görüş de aÅŸağıdaki gibidir. Göçebe Yörüklerin bir kolu, Pomaklar olarak tanımlanmakta olup, bunlar Balkanlardaki Rodop DaÄŸları’na yerleÅŸmiÅŸ, Anadolu’lu göçebe çiftçilerdi ve 14. yüzyılda baÅŸlayan Ä°slamlaÅŸtırma hareketlerinde önemli bir rol oynamışlardı. Fakat yine de Pomaklar’ın bunlardan kaynaklanıp, kaynaklanmadığına dair kesin bir kanıt bulunmamaktadır” (Ulf Brunbauer a.g.y.)
      Son olarak Pomakların baÅŸlangıçtan beri Müslüman olduÄŸu görüşünü “Bulgar kadınlarıyla evlenen Osmanlı-Türk askerlerinin torunları oldukları”na dayandırmak isteyen bir anlayışın varlığına da iÅŸaret edelim.
 
        Burada Asker evliliklerine dayandırılan görüşü; doÄŸrudan TürkleÅŸmeyi gerektireceÄŸinden “slavik dil” olgusunu açıklayamaması nedeniyle tartışmayacağım.
 
        Anadolu kökenli göçmen çiftçilere dayandırılan görüşün bazı açılardan doÄŸruluk payı bulunması olasıdır. Gerçekten de Rodoplardaki Köy adlarının Batı Anadolu köy adlarıyla uyumlu bulunması ile  dile sonradan girdiÄŸi basit bir deÄŸerlendirmeyle de anlaşılan Anadolu Türkçesinin de içerdiÄŸi Arapça Farsça sözcüklerin  Osmanlıca’ya ait olması bu olasılık ile uyumludur. YaÅŸlıların kökene iliÅŸkin anlatımlarında zayıf bir motif olarak “Konya” kökenliliÄŸe dair izlere de rastlanmaktadır. Hatta bunu çaÄŸrıştıracak köy adları da mevcuttur. Dipotama (Hatun/Katun) köyünün 10 km kadar kuzeybatısında  bulunan eski “Konitsa” köyü Pomaklar arasında “Konyova” biçiminde telaffuz ediliyordu.
 
     Ancak gene de bu görüş; dilin SlavlaÅŸmasını mantıklı bir ÅŸekilde izah etmekten uzaktır. Pomak bölgesine Türk göçmenlerinin yerleÅŸtirilmiÅŸ olması akla yakındır. Ancak dildeki SlavlaÅŸmaya bakarak; 500 yıl öncede ve Osmanlı hakimiyetinde gerçekleÅŸen iskan döneminde gelenlerin, yerlilere oranla çok düşük bir nüfus oluÅŸturduÄŸunu da kabul etmek gerekir. Bu da bölgedeki Pomakların asıl kökeninin bu göçebeler dışında aranması gerektiÄŸini ifade eder ki; Pomakların bölgeye Müslüman olarak geldikleri gibi bir sonuca varmada iÅŸe yaramaz. Bu Türk göçebelerin Selçuklu öncesi Anadolu’ya gelen Türklerden Bizans tarafından bölgeye yerleÅŸtirilmiÅŸ olduÄŸu varsayımında dahi durum deÄŸiÅŸmeyecektir. Ayrıca Balkanlara bu ÅŸekilde gelen Türk topluluklarının diÄŸer  yerlerde kimliÄŸini muhafaza ettikleri de bilinen bir olgudur.
 
        Osmanlının geliÅŸ dönemlerinde Rodop Pomaklarının çiftçi karakterli kabul edilmesini gerektirecek yeterli veri yoktur. 20. asrın baÅŸlarına kadar süren sürü yetiÅŸtiriciliÄŸine dayalı geçim modeli 1400’lü yıllarda ancak istisnai alanlarda sabit köylerin oluÅŸmuÅŸ olabileceÄŸini; çoÄŸunluÄŸun göçebe-yarı göçebe bir yaÅŸam sürdüğünü düşündürmektedir.
 
        Drama-Smolyan (PaÅŸmaklı)-Gotse Delcev (Nevrokop) üçgeninde yaÅŸayan Pomakların mübadele öncesine kadar sürü yetiÅŸtiriciliÄŸi ile geçindiÄŸi ve sabit köyleri bulunmasına raÄŸmen kışın sürülerini Sarışaban (Chrysoupoli) ovasına indirdikleri ÅŸahsen yaÅŸadığım çevrenin sözlü anlatımlarında tereddüte yer bırakmayacak ifadelerle vurgulanmaktadır. (Buradan bölgede mutlak bir göçebelikten söz ettiÄŸim sonucu çıkarılmamalıdır. Özellikle tarıma elveriÅŸli havzalarda Osmanlı öncesine dayalı nispi denecek bir zirai faaliyetin mevcut olabileceÄŸini de  akıldan çıkarmamak gerekir.) DiÄŸer Pomaklar açısından da farklı düşünmeyi gerektirecek bir durum söz konusu deÄŸildir.
 
      Böyle bir yapıda ilk yerleÅŸmelerin; ziraat kültürü bulunan Batı Anadolu göçmenleri  -sürgün de denebilir- tarafından oluÅŸturulması bu nedenle de isim uyumluluÄŸuna yol açması mümkün görülebilir.
 
      Bölgeye göçebe Türk yerleÅŸimcilerin getirildiÄŸine dair görüşler de vardır.
 
        “1065 yıllarından itibaren Bizans, Slavların güneye inmelerini önlemek amacıyla Konya’nın bazı kesimlerinden birçok Türk kabilelerini gayet tavizkar tekliflerle Teselya ile Makedonya ve Rodoplara götürüp iskan ettirmiÅŸtir. Bu kabilelerin 55-60 bin kiÅŸilik bir topluluk olduÄŸu Bizans kroniklerinde belirtilmektedir. Daha sonra 1345 yılında Gazi Umur Beyin fütuhatına sahne olan bu bölgelere 100 bin kadar Yörük Türkmen iskan edilmiÅŸtir.”     (Basri Zilabid-Pomaklar)
 
         Ancak Bizans döneminde iskan edilen göçebelerin Müslüman olduÄŸunu düşünmemizi gerektirecek bir durum da  yoktur. BilindiÄŸi gibi Anadolu’nun ilk Türk sakinleri daha çok Hıristiyan dinine mensuptu. KaramanoÄŸulları Devletinin Hıristiyan oluÅŸu gibi,. Bu Türklerden inancını deÄŸiÅŸtirmeyenler Mübadele ile Yunanistan’a giden ve Rumca bilmeyen Ortodokslardır. Anadolu’nun Müslüman oluÅŸu 1071 sonrasındadır. 1345 sonrasındaki yerleÅŸimler ise yukarıda da deÄŸindiÄŸimiz ÅŸekilde slavik dili benimseyebilmeleri için yerlilere oranla sayıca az olmak durumundadırlar ki bunlar üzerinden inanç aktarımı inandırıcı deÄŸildir.  Küçük bir azınlık olabilecek bu yerleÅŸimcilerin buralara sonradan yerleÅŸen kalabalık  Pomaklar arasında  erimesi de mantığa daha uygundur.

           b - Müslüman Suriye-Arap Kökenlilik
 
       â€œV. Constantinus,un 746'da çıktığı Suriye seferinden getirdiÄŸi tutsakları Trakya'ya yerleÅŸtirdiÄŸi”ne dair kayıtlar  ve dildeki Arapça sözcüklerin mevcudiyetinden hareketle savunulmaya çalışılan bu görüş yukarıda deÄŸindiÄŸim “Achryane”,”ahrenski” “Aren” gibi adlandırma olgularına da dayandırılmak istenmektedir.
 
        Osmanlının bölgeye geldiÄŸi 1350’li yıllara kadar geçen 600 yıllık sürede islami inançların muhafaza edilmesini gerektiren bu tez güçlü bir sosyal yapı halinde varoluÅŸ gerekliliÄŸini de beraberinde getirmektedir. Zira Hıristiyan nüfusla kuÅŸatılmış olan sınırlı bir alanda temel kültür deÄŸerlerini baÅŸka türlü korumak mümkün olmayacaktır. Bunun için genele damgasını basan yerleÅŸik bir yaÅŸam vazgeçilmez koÅŸuldur. Göçebelik geniÅŸ bir alanda hareket etmeyi gerektireceÄŸi için temas edilen kültürlerle kaynaÅŸma ve erime ya da onları bünye içinde eritme kaçınılmaz olur. Yukarıda tarikatlar üzerine tartışırken, Åžamanist inanışa sahip Göçebe Türkmenlerin; Ä°ran’da Mazdek ve Anadolu’da Nesturi Hıristiyan inanışlarından nasıl etkilendiklerini; ve Müslüman olduktan sonra da diÄŸer topluluklarla etkileÅŸmelerini göstermiÅŸtik. 

         Ã‡ok daha küçük bir kütle olması kaçınılmaz olan Suriyeli göçmenlerin; uzun süre inançlarını koruyabilmeleri; içine kapalı bir yaÅŸam modeli içinde mümkün olabilir ki bu da yerleÅŸik ziraat toplumu olmayı gerektirir. Hatta bu da yetmez; zamanla kentlerini de oluÅŸturmaları beklenir. Çünkü zirai yaÅŸam sınırlı da olsa ticaret ve zanaati de içermek zorundadır ve deÄŸerlerin muhafazası için türdeÅŸ bir iliÅŸki çevriminde hallolması gerekir. Osmanlı öncesi bölgede bu kültürün izlerini taşıyan kentsel yerleÅŸim olmadığı gibi; genele damgasını vuracak ÅŸekilde yerleÅŸik yaÅŸamdan söz edebilmek de mümkün deÄŸildir. Nitekim bu yaklaşıma göre Arapça olması gereken dilin; muhafaza edilemediÄŸi gerçeÄŸi kapalı yaÅŸamdan çok kaynaÅŸmaya iÅŸaret etmektedir. Bu kadar uzun sürede inancı koruyabilecek kadar güçlü bir sosyal yapıya sahip olmayı gerektiren bu tezle; dilin neden ve nasıl  deÄŸiÅŸtiÄŸini izah etmek mümkün deÄŸildir.
 
            Burada dilde Arapça sözcüklerin mevcudiyeti ayrı bir dayanak noktası olarak gösterilmiÅŸtir. Ä°nanç baÅŸlığı altında tartışmayı gerektirmeyen bu konu hakkında; bunların sadece Osmanlıcanın içerdiÄŸi Arapça sözcüklerden ibaret olduÄŸunu; Osmanlıcaya girmemiÅŸ tek bir Arapça sözcüğün gösterilemediÄŸini belirtmek gerekir. Osmanlıdan bağımsız bir islami temelden, buna dayalı olarak söz edebilmek için; Osmanlıcanın içermediÄŸi Arapça sözcüklerin mevcudiyetinin de gösterilebilmesi gerekirdi.
 
          Ayrıca; Pomakların yalnızca belirli kesimine yönelik mahiyeti de; bütünün durumunu açıklamaya yetmeyeceÄŸi gerçeÄŸini ortada bırakır.
 
         Bu nedenlerle etnik köken ve  dilde lehçe tartışmasında yeniden ele almak üzere; ÅŸimdilik “Pomakların bölgeye Müslüman olarak geldiklerini” varsayan bu tezi benimsemeyi gerektirir düzeyde somut ve mantıksal dayanaklar olmadığını belirtmekle yetineceÄŸim.
 
             c -  Müslüman Olarak Bölgeye Gelen Kuman-Peçenek Kökenlilik
 
         Pomakların Orta Asya ve Kafkaslar’da Ä°slamlaÅŸtıktan sonra Kuzey Karadeniz yolu ile Balkanlara gelip Osmanlı yayılmasına kadar inançlarını Koruyan Kuman Peçenek’lerin devamı olduÄŸunu savunan bu görüşün de yukarıda benzer ÅŸekilde Güney Karadeniz göç yolunu izleyen Türkmenlerin temas ettikleri topluluklardan aÅŸamalarla  edindikleri “Mazdek”, Nesturi, Hristiyan inanışlarını koruyamayıp Müslüman oluÅŸlarına dair anlattıklarımız karşısında geçerliliÄŸi kalmamaktadır. Zira yeni edinildiÄŸi için oturmamış bir Ä°slam inancının; çıkılan göç yolculuÄŸunda muhafazası olası görülmemektedir.
 
          2-) Pagan Ä°nanıştan Müslümanlığa GeçiÅŸ
 
         Bu görüş bütün için ileri sürülememiÅŸse de; Hıristiyan çoÄŸunluk yanında  bir kısım göçebenin pagan “Şaman” inanışından zora dayalı politikalarla Müslüman olduÄŸu; eski inançlara döndürülüp “BulgarlaÅŸtırma” siyasetinin alt unsuru olarak  savunulmaya çalışılmıştır.
 
         Slav ya da Türk (Kuman-Peçenek) göçebe topluluklara dayandırılmaya çalışılan bu tez; ana kütlenin Asya steplerinden bölgeye geldiÄŸi varsayımına dayanır.
 
         EÄŸer ana kütlenin “Kuman-Peçenek” Türklerinden oluÅŸtuÄŸu varsayılacaksa bu kitlelerin bölgeye geliÅŸleri 9-11.yüzyıllar arasında olmuÅŸtur. Orta Asya’da MoÄŸol yayılmasının bir türevi olarak ortaya çıkan bu göçlerin Balkanlara ulaÅŸması 150-200 yıllık bir sürede gerçekleÅŸmiÅŸtir. Bu dönemde geçiÅŸ yollarında bulunan “Kafkasya-Rusya-Ukrayna” gibi ülkelerde Hıristiyanlık yerleÅŸmiÅŸ durumdadır. Geçtikleri yerlerde yaÅŸayan insanları katlettiklerine dair kayıtlar da mevcut olmadığına göre bu topluluklarla iç içe süren yaklaşık  iki asırlık yaÅŸamda ilkel inanışlarını muhafaza etmeleri beklenemez. Pagan dinlerin daha ileri inanışlar olan tek tanrılı dinlerle temasları halinde uzun süre tutunmaları beklenen bir durum deÄŸildir.
 
         Yok eÄŸer ana kütlenin Slav yada Slavlarla birlikte Bulgar oluÅŸumuna katılan “Ön Bulgarlar” olduÄŸu ileri sürülecekse; 5-6. yüzyıllarda baÅŸlayan Slav ve sonrasında gelen Ön Bulgar göçleri zamanında; bölgenin yerli  göçebeleri olan  “Traklar”ın dahi RomalılaÅŸmış bir kültüre bürünmüş olması gerçeÄŸi karşısında;  hangi koÅŸul altında olursa olsun Osmanlının geliÅŸine kadar geçen yaklaşık 1000 yıllık sürede bu toplulukların HıristiyanlaÅŸmamış olmalarını ileri sürmek akla yakın düşmemektedir.
 
        Kaldı ki bu kadar uzun süre pagan gelenekler altında yaÅŸadığı varsayılan toplulukta bugün paganizmin güçlü belirtilerine da rastlanabilmesi gerekirdi. Pomaklarda fiziki ya da ruhsal hastalıkları gidermeye yönelik büyüye benzer ilkel tedavi yöntemleri ve bu tedavileri iÅŸ edinen “şaman”a benzer tiplemeleri hala rastlanıyorsa da bunun bölgedeki diÄŸer topluluklarda rastlanan orandan fazla olduÄŸunu ileri sürmek mümkün deÄŸildir. Bu oranda gözlenmesi olası nispi fazlalığın; geç yerleÅŸme ile alakalandırılması daha mantıklıdır. Zira 14. asra uzanacak bir paganizmin yerleÅŸme, ölü gömme gibi alışkanlıklarına dair verilerini de bugüne aktarabilmesi beklenmelidir.
 
 

Navigation

[0] Message Index

[#] Next page

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 
Go to full version