KAK OPEKAH KALAYJİLIKA / KALAYCILIĞI NASIL PİŞİRDİM?
Ti siga ne ma glôday. Çi sam gorski. Dude stigna du tiya sarmeni nagoni, znaeş li prez kolku cehendema sam minal? İ argatlık sam pravil, i s kalayjilık sam se zanimaval, po anno vreme beh reşil i padarin da stavam, ama mi se vide hepten prosta rabuta, ta se otkazah.
Sen şimdi banim ormancı olduğuma bakma, Bu sırmalı apoletlere erişinceye kadar, bilir misin ne kadar cehennemin içinden geçmişim? Ahretlik de yapmışım, kalaycılıktan da geçmişim, bir vakit korucu olmaya da karar vermiştim, ama bana hepten boş iş geldi, o yüzden bıraktım.
Siga şte ti razprave kak opekah kalayjilıka. To beşe predi triyset gudini.
Şimdi sana kalaycılığı nasıl pişirdiğimi anlatacağım. O otuz yıl önceydi.
Adin den bajanaka Todor reçe:
Bir gün bacanak bana dedi:
-Oti da ne stanem i nie kalayjiye. Ot toya zanayat hòrata pari trupat.
-Niçin biz de kalaycı olmayalım ? Bu zanaattan millet para kırıyor.
- Da stanem – vikam, -ama ya katu niştu ne razbiram, ni ot miene, ni ot triene.
-Olalım –diyorum.- ama ben hiçbir şey anlamıyorum, ne yıkamaktan ne de sürtmekten…
-Şte sa nauçiş – kazva, - ne e trudna rabuta.
-Öğreneceksin –dedi,- zor iş değildir.
-E, ştom e atıy – vikam, -da varvim.
-E, madem öyle –diyorum, - gidelim.
Ortasahme se nie. Şte ni vodi bay Yordan, star kalayjiya, koyto be izkaral tsyal jivot po dolnite sela. Neyse, Utidahme v Garovtsi, kondisahme na meçite, razçu sa iz selu, çi sa duşli kalayjiye, i hòrata zapoçnaha da nòset sahàne, tigane, harkòmi…
İşe daldık. Bizi bay Yordan götürecek, eski kalaycı, o ki bütün hayatını aşağıdaki köylerde geçirmiş. Neyse, Garovtsi köyüne gittik, mescide konduk, köyde duyuldu, ki kalaycılar gelmiş. İnsanlar sahanlar, tavalar ve kazanlar getirmeye başladılar.
Bajanakat se podpre na adin duvar, stoapi faf adin sahan, zavarté se i zahvana da mi obyasnéva: atıy se trie, atıy se sùçe…
Bacanak bir duvarın yanında durdu. Bir sahana bastı, onu çeviriyor ve anlatmaya başlıyor: böyle sürtülür, böyle silinir.
-svàli – kazva – siga ti papùsete!
- Çıkar –dedi- şimdi pabuçlarını!
Svàlih gi.
Onları çıkardım.
-Svàli i çuràpete!
- Çorapları da çıkar!
Svàlih i teh. Bajanàkat foarli pésak faf sahàna, turi utgòre adin leşeni sarvùli i vika:
Onları da çıkardım. Bacanak sahana kum attı, üstüne deri parçası koydu ve dedi:
- Ha siga stoapi ti tuka i suçi!
- Ha şimdi buraya bas ve temizle!
Stoapih ya, amuje, ama neli i tugava kilsata ne béha mi malku, pak beh mladu i yaku, triş se zavarteh , usetih, çi sahanat ustana bez (briz) doanu. Otprah gu.
Ben de bastım, amca, ama değil mi ki o zaman benim kilom da az değildi, hem de genç ve yakışıklıydım, üç kere çevirdim ve anladım ki sahan dipsiz oldu. Onu çıkarttım.
-Vay, bajanak, ami siga?
-Vay bacanak, ama şimdi?
-To stàna –vika, -kakvòtu stàna, ami day boarje da gu zaleem, dudé ne gu e videl maystorat.
- Oldu –dedi,-ne olduysa, ama ver çabuk onu lehimleyeyim, ta ki onu usta görmeden evvel…
Kaktu i da e, tuva se razmina. Ama ne şteş li (ni’ştiş li) adin den, kaktu prenaseh kalayjisani sadove, kapnah kapka voda varhu adin tigan. Stana petnu. Dude izmisle kakvo da prave, bay Yordan ma prepluşte sas kleştite utzad.
Her nasıl olduysa, bu da geçti. İstemeyecek olsan da, nasılsa kalaycı aletlerini taşırken, bir tavaya su damlattım. Benekli oldu. Ne yapacağımı düşünürken, bay Yordan elindeki pense ile uzaktan fark etti.
- Da ti kaja – vika – kak se nosi kalaydisan tigan!
-Söyleyeyim – dedi – kalaylı tava! nasıl taşınır
Ne ma dubole tolkuva, kolkutu ma duyéde. Ne stiga, detu ma karaşe vséka sutrin vav çetri sahate da stavam da vàre kafe, ami utgore şte ma i stivasva.
Bana bu kadar vurma, beni bu kadar yiyip durma. Yetmedi, beni yönettiği zaman, her sabah dört saat ona kahve pişiriyordum, ama tepemde durup beni ayrıca dövecek…
- Sas tebe poveçe nema da rabuta! Zaminavam si! Toy sa prestori, çi ne ma e çul.
- seninle bundan sonra çalışmayacağım! Gidiyorum! O ise beni duymamış gibi davrandı.
-Zaminavam si! –povtorih. –Day si mi smetkata!
-Gidiyorum! –diye tekrarladım. –Bana hesabımı ver!
-Kakva smetka? –izpuli sa maystorat. –Ot mene niştu nema da vzimaş. Mahay sa ut glavata mi!
-Ne hesabı? –Usta bana döndü. – Benden hiçbir şey alamazsın. Çekil başımdan!
Ştom e tıy, dumam si na akoala, ya şte te upràve. İzdebnah gu veçertà da zaspi, ta çi barnah torbata mu. İzvadih edna (annoa) guléma praçka kalay i ya skrih. Kazah na bajanaka kakvo sam storil, a toy vika:
Madem öyle, aklıma söylüyorum, ben sana (yapacağımı) yaparım. Gece yatıncaya kadar onu bekledim. Sonra torbasını karıştırdım. Büyük bir parça kalay çubuğu çıkardım ve onu sakladım. Bacanağa da ne yaptığımı söyledim, o da dedi ki:
-Hubavu si gu kurdisal, Ştom imame kalay, nie i sami mojem da kalaydisvame. Sabiray partuşinite!
-İyi kurmuşsun (düşünmüşsün), madem kalayımız var, biz de kendi başımıza kalaylıyabiliriz. Eşyalarını topla!
İ tragnahme dvamina ot selu na selu, ot meçit na meçit. Kaloku darvenitsi sme nahranili, ne moga ti kaza, ama malku pu malku opekahme zanayata, ta horata ne ni ustaviha da umrem ot glad. Adin ti sipe panitsa fasul, drug –panitsa braşnu, treti – lajitsa maslu. Kakvo mu trébva poveçe na adin kalayjiya?
Ve ikimiz köyden köye, mescitten mescite gittik.
Dubre, ama vednaj (vannoaş) faf anno Tursko selu faf Kırjalika zamoarknahme bez (briz) niştu. Pristignahme koasnu i kade-kade, pak faf meçita şte varvim.
İyi ama bir keresinde Kırcaali’de bir Türk köyüne elimizde hiçbir olmadan karanlığa eriştik, oraya geç vakitte vardık ve nereye nereye, tabi tekrar mescide gideceğiz.
Razbrahme, çi na hojata ne mu stana mlogu dragu, ama kakvo da pravim?
Anladık ki hoca pek memnun olmadı. Ama ne yapalım?
Rukna si toy izana i sedna da veçeré, vse anno, çi nas nikakvi ni nema. Ni “buyrum”, ni “zapovyadayte”, niştu!
O ezanı okudu ve akşam yemeğine oturdu. Hiçbir kimse, ki bize bir şey yok. Ne (Türkçe) “buyrun” ne (Bulgarca) “zapovyadayte”, hiçbir şey!
A nie sme gladni katu kuçeta. Faf torbata imame samu annoa varzanitsa luti çuşki.
Biz de köpek gibi açız. Torbada sadece bir bağ acı biberimiz var.
Glôdahme hòjata i faf ratsete, faf oçite dano sa seti, çi i nie sme gladni, ama – ne i ne.
Hocaya ve ellerine baktık, gözlerine de acaba anlar mı, ki biz de açız, ama – yok da yok.
Nayéde si sa toy hubafko, urigna sa, pribra ustanalata hrana faf dolapa i sa izlegna.
O güzelce yemeğini yedi, geğirdi, kalan yiyeceklerini dolapta topladı ve yattı.
Nie sa svihme faf drugiya kray na bujàka, ama katu ne şte da duhada pusti soan! İ tıy sa vartéhme, i inak, ne ide. A hòjata hoarka li, hoarka.
Biz başka bir kıyıya kıvrıldık, ama lanet uyku gelmeyecek! Böyle döndük ve tersine, gelmedi. Ama hoca horluyor da horluyor.
Po anno vreme oçite mi sa vpréha faf garnetu mu, detu sa podmiva. Slujil beşe gu du ogane da mu sa topli.
Bir vakit gözüm onun boğazına dikildi, yutkunduğu zaman. Ateş gibi sıcak olduğunu düşünmüştüm.
Vikam si: to na hòjata mu sa dusvide da ni dade nékolku zaloagi, ami zaşto ya da mu ne drobna nékolku çuşki faf garnetu. İ gréh ne gréh, storih gu.
Söyleniyorum: Hoca bize bir lokma bir şey vermediği için, ama niçin ben onun boğazına birkaç biber doğramayayım. Sonra günah yada değil, onu yaptım.
Samu çi ne mojah da kandisam sas nékolku çuşki, a narézah sas kalayjiskite nojitsi syalata varzanitsa. Po adin vakıt hòjata sa razşava, vze garnetu i zabaranisa kam vratata.
Yalnız birkaç acı biberle yetinmedim, kalaycı makası ile bağlanmış bütün biberleri kestim. Bir vakit sonra hoca şaşırdı, boğazını tuttu ve kapıya koşturdu.
- Sluşay sled malku kakoaf izan şte sa ruka – sbutah bajanàka.
-Dinle az sonra nasıl ezan okuyacak. –dürttüm bacanağı.
Ne minaha i deset minuti i utvoan izvreşté hòjata, da reçeş, çi sas kremen gu derat. Pişti çilékat, ta meçitat sa trese.
On dakika geçmeden hoca dışarıda bağırdı. Dersin ki ardını yırtıyor. Adam öyle bağırıyor ki mescit sarsılıyor.
- Ne oldu, be hòja? Kakvo stana? – pita gu bajanakat ot vratata.
-Ne oldu be hoca? –Bacanak kapıdan onu sordu.
A toy sa varti iz dvora katu pubesnél, ni çuye, ni vidi. Sas annoata roaka pridoarja razvoarzanite si poturi, drugata – prutéga kam nebetu:
Böyle dönüyor avluda kudurmuş gibi, ne duyuyor ne görüyor. Bir eliyle çözülmüş şalvarını tutuyor, diğerini gökyüzüne uzatıyordu.
-Vay Allah! Vay Allah!
-Vay Allah! Vay Allah!
Atıy pişte du srednoşt i çak kam razsamvane utnovu zadréma. Na sutrinta oşte sas stavanetu ni vika:
Böyle gece yarısına kadar bağırdı, ta ki yeniden uyku basıncaya dek.
-Buyrunus ustalar! Vie moje da ste gladni. Da hapnem kakvotu Allah e dal.
-Buyrunuz ustalar! Aç olmalısınız. Allah ne verdiyse yiyelim.
Razkazal: A. VALÇEV
Anlatan: A. VALÇEV