Pehlivan Pomak
Babam yoksul bir adamdı, hizmetkar idi. Bu yüzden bana çok erkenden yabancı evlerine itilmek düştü. Beni önce Dospat’ta koyun çobanlığına verdi. Sonra orada Hacı Hasanovi’lerde ırgatlık yaptım. Daha sonra da askere gittim. Askerlik yaptıktan sonra Drama’lı bir Türk’ün arazilerinde çalıştım. Zengin bir adamdı. Başka ırgatları da vardı.
Bir gün yine tarlaya çapa yapmaya gittik. Kara Ali derler güçlü kuvvetli bir Türk vardı. Bana sordu:
- Niçin tek elle çapalıyorsun ?
Çünkü -dedim-gücümü boşa harcamak istemiyorum. Tek elle de yapabiliyorum.
-Demek öyle ! -dedi- Bu kadar kuvvetliysen haydi gel güreşelim.
O zamana kadar hiç güreşmemiştim. O yüzden biraz düşündüm. Ama o tekrarladı:
-Çık be, budala Pomak ! – Ve çapayı fırlattı.
Bana budala Pomak dediği için beynim döndü, kanım oynadı. “Bekle - dedim- sana söyleyeyim kimmiş budala Pomak !” ve kapıştık. Diğer Türkler de seyir bakmak için toplandılar. Seyirciler “Ha bakalım” der demez, ben Kara Ali’yi tutup yere yapıştırdım.
-Vay !- diye seyirciler hayrete düştüler.
Sonra işin aslı ortaya çıktı. Kara Ali bu kaza’daki en büyük pehlivanmış. Şimdiye kadar hiç kimse onun sırtını yere koyamamıştı.
-Haydi tekrar !- Seyirciler yeniden güreşmemiz için bağırıştılar.
Öfkeden yemyeşil olan kara Ali tekrar bana hamle etti. Beni çapraz yakalayıp az daha deviriyordu. Ama ben sıyrıldım ve bacak arasından tutup onu fırlattım. Sırt üstü yere yapıştı.
-Bitti, Kara Ali !- Seyirciler derin bir ooo ! sesi çektiler. .
Kardeşim tam orada idi, ağlamış.
Akşama kadar bütün köy öğrenmiş ki, bir Pomak, Kara Ali’yi yerde yuvarlamış.
Bu köyde iki tane tütün tüccarı vardı. Süleyman ağa ve Fahrettin ağa. Beni çağırdılar ve dediler:
-Yarın işe gitmeyeceksin. Biz gerçekten Kara Ali’yi yenebilir misin diye görmek istiyoruz.
Ve ikisi de kahvehaneciye birer lira bıraktılar.
-Eğer isterseniz- diyorum, - size söyleyeceğim. Sabah daha ortalık karanlık iken davullar gümbürdemeye başladı. Pram-pururum, pram-pururum, -geldiler, bizi toplayıp meydana götürdüler. Bütün köylü o meydana dökülmüştü –erkek, kadın, herkes.
Kara Ali bana karşıdan gözleri kıpkırmızı bir halde baktı. Mümkün olsa beni çiğ çiğ yiyecek. Bana baktı ve başıyla beni tehdit etti. “Şimdi seni halledeceğim” demek istedi.
Neyse, bize deri pantalonlar getirdiler. Onları giydik. Başımızdan bir şişe zeytin yağı döktüler. Kumanda verir vermez, ellerimizi çırpmaya başladık. Ama şimdi sanki elimizle bir şeyi kavrayabilecek halde değildik. Zeytin yağı buna imkan vermiyordu.
Hele bir keresinde Kara Ali ellerini bana savurdu ki, geri çeviremedim. Başka bir yerimi tutamadı, ama beni kollarının arasında beni havaya kaldırdı ve iki ayaklarımın üzerine düştüm. Sonra yine doğruldum. Yuvarlandık, doğrulduk, sarıldık. En sonunda tekrar bacaklarına yapışıp omuzlarıma kadar kaldırdım ve onu yere attım.
Ve Kara Ali’nin pehlivanlığı buraya kadarmış.
Ben beş lira kazandım –ikisini tüccarlardan, kahvehaneciye bıraktıkları; üçünü de diğerlerinden topladılar.
Bundan sonra başka bir pehlivan daha –Türk- çıkmıştı, onu da yendim. Başkası çıktı –onu da, bir üçüncüsü çıktı –onu da…
Yakın zamanlarda, İstanbul’a yerleşmiş Drama köylerinden bir Türk bizimkilere sormuş: “Dospatlıkta müthiş bir pehlivan vardı, hala yaşıyor mu ?”
“Yaşıyor, yaşıyor ! –demişler bizimkiler. –Hem daha çok yaşayacak…”
Anlatan: L. Kanev
Yazan: Vladimir Ardenski
Türkçesi: Bogutevolu
Kaynak: Бежещим през годините. Родопски сладкодумци
съст. Петко Величков, ред. Владимир Арденски