Author Topic: Ä°lber Ortaylı ile Tarih Dersleri: Osmanlı’da Tarikatlar  (Read 7781 times)

0 Members and 1 Guest are viewing this topic.

Offline AlperenKIRIM

  • Advanced member
  • *****
  • Posts: 358
Konu: Osmanlı’da tarikatlar
  Konuk: UludaÄŸ Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi tasavvuf   Ana Bilim Dalı Öğretim Ãœyesi, Prof. Dr. Mustafa Kara
Prof. D.r Mustafa Kara height=153Ä°lber Ortaylı:   Bir vakitler Hindistan’dan kaynaklandığı ve Ä°ran noktasında yoÄŸun   olarak tasavvuf hareketlerinin ÅŸekillendiÄŸi hatta Ä°ran edebiyatının en   parlak dönemini tasavvufi düşünceye borçlu olduÄŸu bilindiÄŸi halde   bilhassa 16. asırda Safevi hakimiyetinden ve Åžii caferiliÄŸin resmen din   olarak ilan edilmesinden sonra Ä°ran kıtasında insanların tasavvufi   düşünceyi, hele tarikatları izlemediÄŸi görülmüştür.
Tarikatlar Selçuklu ve Osmanlı   Türkiye’sine özgün düşünce ve inanç hareketleridir. Eski devirde, yani   Selçuki devirlerde ve bilhassa Selçuki sonrası, Ä°ran ve Anadolu   Beylikler döneminde bilhassa Akkoyunlular ve Karakoyunlular zamanında   birtakım dergahlara ve tasavvufi merkezlere “soyurgal” dediÄŸimiz, bir   nevi vergiden muafiyet beratı verildiÄŸi görülürse, ki bu doÄŸrudan   doÄŸruya tarikatların ve dergahların, devletin politikası, asayiÅŸ ve   cemiyet düzeninin devamı konusunda bir desteÄŸi olduÄŸunu gösterir.
Osmanlı toplumunda dergâh, ulema ve ÅŸeyh bir üçgen teÅŸkil eder.   Bunların arasında her zaman bir armoni, bir uyum yoktur ama bir denge   olduÄŸu açıktır. Åžurası bir gerçektir, Bursa Osmanlı’nın merkezidir ve   Bursa’da yoÄŸun bir tasavvufi düşünce ve tarikat vardır. Bu tarikatların   başında Buhara’den gelen Emir Sultanı görürüz. Hala bugün bile ziyaret   edilen ve Osmanlı Devleti’nin kuruluÅŸ aÅŸamasında rolü olan din   büyüklerindendir. Aslında Osmanlı ülkesinin adım adım fethinde bir nevi   belgeleme tarikat büyüklerinin, evliyanın mezarları, dergâhlarıyla   kendini göstermektedir.
Åžurası bir gerçektir, medrese ve dergâh arasında yani meÅŸayih ve   ulema arasında gerilim de eksik deÄŸildir. Nitekim 16. asırda Çivizade   Muhiddin tarikatlara olan düşmanlığıyla tanınır. Hatta o kadar ki,   Kanuni Sultan Süleyman bile onun bu aşırı davranışından dolayı kendisini   ÅŸeyhülislamlıktan azletmiÅŸtir; baÅŸkent müftülüğünden daha doÄŸrusu. Ebu   Suud Efendi’nin tarikatlar konusundaki tutumunu tespit etmek güçtür.   Taraftar mıdır, sempati duyar mı, yoksa karşı mıdır? Herhalde dengeli   hukukçu kiÅŸiliÄŸiyle bu gibi problemi büyütmekten çekinmiÅŸtir. 17. asırda   bilhassa Vani Mehmet Efendi ki, Haceyi Sultani yani “tuteur imperial”   gibi yüksek rütbeye ulaÅŸan birinin dahi tarikatlar hakkında iyi   fikirleri olmadığı bellidir. Ä°ÅŸ devam eder gider.
19. asırda ünlü hukukçu, ünlü tarihçi ve hiç şüphesiz ki Osmanlı medreselerinin son   güneÅŸi Ahmet Cevdet PaÅŸa tarikatlar için ne diyordu? Hiç de öyle çok   yüceltici bir tavır yoktur. Hatta burada çaÄŸdaÅŸ insana bir yaklaşım   vardır.
Bugün bile devir tarikat deÄŸil, hakikat devridir diyenler vardır.   Oysa Osmanlı toplumunda tarikat, dergâh ve tasavvufi düşüncenin her   zaman önemli bir rolü olmuÅŸtur. Ä°nsanlar oraya devam ederler. 600 bin   nüfuslu Ä°stanbul’da, 300’ü aÅŸkın dergâh olduÄŸunu pekala bazı tarikat,   tekaye mecmualarından biliyoruz. Bunlardan Mehmet Serhan TahÅŸi bir   tanesini yayınlamıştır. DiÄŸerleri de, hiç şüphesiz ki Mustafa Kara’dır.   Mustafa Kara üstadımızla tarikatlar üzerinde konuÅŸmak istiyoruz. Ve   kendileriyle bugün hem bu üst konudaki yazılmış kitaplar, hem muhtelif   sorunlar, hem Osmanlı toplumunda tarikatin rolü nedir ben umuyorum ki   aydınlatıcı bilgiler elde edebileceÄŸiz.
Ä°lber Ortaylı: Åžimdi çok enteresan bir ÅŸey.   BildiÄŸimiz tarihi kayıtlar ve bilgimiz içinde tarikat geleneÄŸi   içerisinde, Bursa’da Emir Sultan, Buhara kaynağı NakÅŸibendiliÄŸi’ni, Emir   Sultan hayata hakim olmuÅŸ, hükümdara hakim olmuÅŸ, I. Bayezid’e. Çok   ilginç bir ÅŸey bu. Bu devam ediyor. Bakıyorsunuz bütün hükümdarlar hatta   bizim en sofu bilmemiz gereken II. Bayezid, onun oÄŸlu bütün orta   Åžark’ın fatihi Yavuz Sultan Selim Han bile ehli tarik. PadiÅŸahlar bir   iki böyle, hem NakÅŸibendi hem Mevlevi, adeta Åžeyh Türlü gibi birkaç   ÅŸeyhe baÄŸlı, ki çok normal bir ÅŸey bu.
Mustafa Kara: Devlet başkanı için normal bir şey.
Ä°lber Ortaylı: Sonra efendim, ÅŸeyler var mesela.   Besleniyor tarikatlar. Dergâhlar besleniyor. Hep devam ediyor bu. Mesela   ben 19. asırda ilginç bir kayıt biliyorum. Ne yaptılar? Ãœsküdar’daki   bir ÅŸeyh vefat etti yerine ÅŸeyh tayin etmek için oÄŸlunu buldular. OÄŸlu   memurdu, genç yaÅŸta emekli tayin ettiler onu padiÅŸah iradesiyle. Bunlar   oluyor. Ama öbür taraftan da, bir tarikat ehli Kırım Muharebesi   sırasında bayrak açıp gönüllü topluyor diye yasak ediliyor. O kadar   deÄŸil, aslı asker ÅŸubesi. Bunlar çok ilginç ÅŸeyler. Acaba bunların   Ã¼zerinde durabilir miyiz?
Mustafa Kara: Osmanlı Tarihi boyunca Tasavvuf çok   renkli bir alan.
İlber Ortaylı: Evet
Mustafa Kara: Özellikle derviÅŸlerle saray erbabının   iliÅŸkileri de oldukça renkli. Ä°sterseniz, Emir Sultan’la baÅŸladınız,   oradan baÅŸlayalım. Emir Sultan gerçekten Buhara, Bursa, Bosna hattının   Ã§ok merkezi bir yerinde durmaktadır. Tabi Emir Sultan’ın Buharalı oluÅŸu   bir tarafa, Emir Sultan’ın seyyid oluÅŸu da çok önemlidir Osmanlı için.   Dolayısıyla peygamberimizin torunu oluÅŸu ve sadece Buhara ile Bursa   deÄŸil, Buhara, Rauza ve Bursa’yı birleÅŸtiren bir üçgenin ortasındadır.   Gerçekten Fatih baÅŸta olmak üzere birçok Osmanlı Sultanı Emir Sultan   Külliyesi’ne vakıflar baÄŸlamış, maddi imkânlar vermiÅŸ ve adeta bu   birinci baÅŸkentin gerçekten gönül sultanı olmuÅŸ. Daha sonraki   yüzyıllarda ifade buyurduÄŸunuz gibi, dergâhlarla saray arasındaki iliÅŸki   genel hatlarıyla müsbettir. Genel hatlarıyla iliÅŸkiler iyidir ve   sultanlar teknik olarak A tarikatına, B tarikatına mensup bir mürid bir   derviÅŸ deÄŸildir. Ama devlet baÅŸkanı olarak bütün tarikatlara belli bir   yakınlıktan bakan yöneticidirler. Bütün genel olay, bu sultanlara ÅŸu   gözle bakılabilir.
Ä°lber Ortaylı: BektaÅŸiliÄŸin durumu ne oluyor mesela?   O enteresan.
Mustafa Kara: Ama esas olan, devletin özellikle bu   yeniçerilikle çok sıkı fıkı oluÅŸu sebebiyle. Devletin BektaÅŸilikle   1826’ya kadar büyük bir derdi yok. 1826’da bu yeniçerilerle çok içli   dışlı olduÄŸu için devlet ÅŸunu görüyor. BektaÅŸiliÄŸi yasaklamadan   BektaÅŸiliÄŸin hesabını görmek kolay olmayacak. O kadar iç içedir bunlar.   Dolayısıyla devlet, yeniçerilikle birlikte bektaÅŸiliÄŸin de hesabını   görüyor.
Ä°lber Ortaylı: Yani dergâhın etrafla kurduÄŸu   baÄŸlantı, dedikodu, deÄŸerlendirme, kanaat önderleri olmaları çok önemli   tabii.
Mustafa Kara: Özellikle Yeniçerilerle o kadar güçlü   bir baÄŸ kuruyor ki; ama onun dışında devletin çok farklı muamele ettiÄŸi   bir tarikat yoktur. Aslında Tanzimat’tan sonra da olmamıştır. Devletin   gidiÅŸatına tavır koyanları da her zaman hesaba çekmiÅŸtir.
Ä°lber Ortaylı: Tabii, ama onlar da mesela, daha   enteresan bir ÅŸey, o da çok çıkmıyor. Demin dediÄŸimiz Ä°smaili MaÅŸuki   dışında. Yani bir sürü mesela kadızadeliler var deÄŸil mi? Ãœstüvani   onlardan. Bunlar dert hükümetin başına. Fatih Camii Vakası mesela,   Ãœstüvani takımını sürdüler Kıbrıs’a. Bu gibi ÅŸeyler çok görülmüyor.   Demek ki tarikatlar hakikaten Osmanlı toplumunda kendi kabukları içinde   ve siyasete de gerçekten çok katılmıyorlar. Onlardan bekleneni yerine   getiriyorlar.
Mustafa Kara: Yaptıkları iÅŸ tabi toplumun ahlak   eÄŸitimi, toplumun…
İlber Ortaylı: Önemli. Herkes geliyor.
Mustafa Kara: Ä°nsanların gönül dünyalarına ufuklar   veriyorlar. Derinlik kazandırıyorlar.
Ä°lber Ortaylı: En azından zapt-ü rabt altına   alıyorlar. Sokaktan insanlar içeride o sayede. Çok enteresan mesela   deÄŸil mi? Åžurada bir Kont Ostrorog vardı 19. yy’da. Tamamen yani Osmanlı   Ä°mparatorluÄŸu’nun mali kontrolü dolayısıyla burada bulunan beynelmilel   bir uzman. Polonya asıllı. O kadar intibak etti ki o dahi oÄŸlunu Mevlevi   dergâhına götürdü. Çok enteresan, Mevlevi yaptı oÄŸlunu bir yerde.   Herkes yani bütün aristokrasi aynı ÅŸeyi yapıyor ama bu bir görünüş   tabii.
Mustafa Kara: Siyasi mekanizma ile, saygıdeÄŸer   Hocam, dergâhlar arasında bu yakınlığın bir baÅŸka sebebi de dergahlar   bir kültür merkezi. Yani bu devletin birinci sınıf ÅŸairleri bu   dergâhlarda yetiÅŸiyor. Bu devletin birinci sınıf bestekârları bu   dergâhlarda yetiÅŸiyor.
İlber Ortaylı: Evet.
Mustafa Kara: Bu devletin birinci sınıf hattatları   bu dergâhlarda yetiÅŸiyor. Dolayısıyla devletin kültür merkezi olma   hürriyeti de var. Bunlar sıradan bir kurum deÄŸildir. Devletin çok önemli   bir damarıdır.
Ä°lber Ortaylı: GeçmiÅŸte. 19, 20 artık orda da bir   Ã§Ã¶küntü var herhalde.
Mustafa Kara: Şüphesiz. Devletlerin kurumları   kuruluÅŸta nasıl bir coÅŸku yaÅŸarsa…
Ä°lber Ortaylı: Yani mesela bir tipi var, bir ÅŸeyh   tipi var. Bu böyle, zaman zaman deli dolu çıkan, tok sözlü çıkan devlet   büyüklerini bile zemmeden icabında veya
Mustafa Kara: Muhalif tipler var.
Ä°lber Ortaylı: Ama öbür tarafta da gerçek bir   mualleme deÄŸil bu. Hani anlatır ya Abdülbaki Gölpınarlı Hoca kendi   kitabında. Abdüllah-i Berki Hazretlerini Adile Sultan görüyor. Adile   Sultan’ın kiÅŸiliÄŸi mühim çünkü II. Mahmut’un en büyük çocuÄŸu. Yani sık   sık Abdülmecit ve Abdülaziz’e dahi, en uzun o yaÅŸadı, erkek olsaydım ben   padiÅŸah olacaktım. Ama çok kültürlü, dil bilen…
Mustafa Kara: Divan sahibi
Ä°lber Ortaylı: Çok iyi ÅŸaire, mûsikîden anlıyor.   Kandilli Kız Lisesi de bugün biliyorsunuz aslında onun sarayı. En önemli   prenses sarayı da o. O, intisab etmek istedi Åžeyh’e gittiÄŸi zaman böyle   mutantan bir ÅŸekilde saray arabasıyla, halayıklarıyla kabul edilmedi.   Ne zamanki bunu anladı, basit bir halk kadını kıyafetiyle feracesini   kuÅŸanıp gitti. Kapılardan karşılandı ve Åžeyh Efendi ne dedi kendisine:   â€œAdile Sultan olarak giremezsin buraya, Adile Hanım olursan kapılarda   karşılarız.” Çok önemli, böyle bir çıkış yapıyor. Bu tabi kimseyi çok   rahatsız etmez. Siyasi bir ayaklanma deÄŸil, saraya karşı bir tavır   deÄŸil. Halkın dilinde kulaktan kulaÄŸa bugüne kadar gelmiÅŸ.
Mustafa Kara: Adile Sultan saraya mensup olup divanı   olan tek kadın. Divanında bizim tasavvuf kültürüyle ilgili çok ilginç   bir ÅŸey yapıyor Hocam. DiÄŸer tekke ÅŸairlerinde bu yoktur. 12 büyük   tarikat var. 12 büyük tarikatın pirlerine ayrı ayrı ÅŸiirler yazıyor.   Gerçekten tasavvuf kültürüyle iç içe olan bir kadın.
Ä°lber Ortaylı: Hanedanın büyük halası. Fevkalade   marifetli biri. Yani 19. asırdaki prenses tipini de o çizdi tabi. Hem   alaturka kültür var, hem alafranga kültür var. Hem emansipe, yani   kiÅŸilik var. Çünkü yaÅŸayan padiÅŸahların, Sultan Murat, Sultan   Abdülhamit, Sultan ReÅŸat ve Sultan Vahdettin’in nesi oluyor, halası, her   iki taraftan da halası. Bunların bazılarının saltanatını göremedi ama   her ikisinin de halasıydı.
Mustafa Kara: Dolayısıyla Hocam, bu tip insanlarla,   saray ehliyle dergâh mensupları arasında bir sevgi, muhabbet bağı   oluÅŸuyor.
Ä°lber Ortaylı: Åžeyi düşünüyorum. Genç Sultan Ahmet,   I.Ahmet, kaç yaşında öldü, 23 yaşında öldü. Adam akıllı genç, bugün   Amerikalıların teenager dediÄŸi yani ÅŸabb-ı emred yaÅŸta, genç de bir ÅŸeyi   var bunun, sevdiÄŸi, Kösem Sultan. En mutlu dönemleri. Devamlı karşıda   Ãœsküdar’dalar. Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri’ni ziyaret ediyorlar. Ve   orada tabi bir nasihat, bir telkin alıyorlar. Siz o dergâhın kazandığı   otoriteyi düşünün etrafta. Çok tabi bu bir görünüm. Zannediyorum orta   ÅŸark tarihinde, bütün Ä°slam tarihinde bunun benzeri manzara az. Ä°stisnai   olarak bazı hükümdarların var böyle yaklaşımı; Hindde falan, Humayun’un   falan. Osmanlı’da da bu müesseseleÅŸmiÅŸ. Hepsi yapıyor bunu.
Mustafa Kara: Ve bir de altı asra yayılması var.   Babür Åžah da da var bu. Fakat ömürleri kısa. Fakat Osmanlı …
Ä°lber Ortaylı: Babür Åžah’ın yok böyle tasavvufla   bağı.
Mustafa Kara: Bir muhabbeti var. Mesela Ubeydullah   Ahrar’ın bir kitabını tercüme ediyor. Osmanlılar da bu altı asır oluÅŸu   istisnai’dir. Ve bu altı asır boyunca, Åžeyh Edeb Ali’den Vahdettin’e   kadar bütün padiÅŸahların böyle bir muhabbeti var. Bu, toplumun tasavvuf   kültürü, vazgeçilmez bir kültürüdür çünkü ilim, irfan ve sanatı temsil   ediyor aynı zamanda.
Ä°lber Ortaylı: Aynı zamanda itidal cemiyette, itidal   Ã§ok önemli, o saÄŸlanıyor.
Ä°lber Ortaylı: Åžimdi biz geldik 19. asıra.   BektaÅŸilik telvin edildi. Ama yeniden dirildi tabi. NakÅŸibendilik var.   Hükümete çok yakın. Kayyum durumda adeta. Mevlevilik hep devam ediyor, o   böyle bir entelektüel tarikat adeta. Onun devamı enteresan. Ecnebilerin   bile hayran olduÄŸu ve zaten yapı itibariyle gayrimüslim muhibler de   var, derviÅŸler de var.
Mustafa Kara: Bektaşilik’te de var.
Ä°lber Ortaylı: BektaÅŸilikte zaten var. Bunlarda   böyle bir ecnebi çekme hassası var. Hatırlıyorum, Ä°sveç’in son zaman   elçilerinden birisi kendi çok anlattığı için söylüyorum, Erik Cornell,   Hacıbektaş’ta Pîr Evi’ne gitti. Çilehaneye çıktı. Onu derhal orada   benimsediler. O da ondan sonra hayran oldu o takıma. Adeta bir causa   honoris üye gibi oldu.
Mustafa Kara: Gönül işi diyorlar ya..
Ä°lber Ortaylı: Bu ne kadar böyle kolay, sarıyor   insanları. Ve çok tuhaf. Ondan sonra, en ilginç tarafı, o dergâhlarda   kimin neyi ne kadar aldığı, tasavvufi düşünceyi benimsediÄŸi de mühim   deÄŸil. Kimi neyzen oluyor, kimi neyzeni dinliyor. Kimi hattat veya   müzehhip oluyor ve yahut onları seyrediyor. Sanata ilgi duymayı   Ã¶ÄŸreniyor. Belli ki, Ä°stanbul halkı, Bursa halkı devam etmiÅŸ gitmiÅŸ.
Åžimdi ikinci bir safhaya geldik. O çok önemli. 15. asırda iki tane   fütuhat var Balkanlar’da. Bosna ve Arnavutluk. Bu Arnavutluk süratle,   Bosna daha yavaÅŸ, Ä°slamlaÅŸtı. Yüzde yüz deÄŸil tabi. Åžimdi burada   baktığınız zaman, Bosna’da BektaÅŸilik yok. Kim geliyor, Kadiri geliyor.   Kim geliyor, Mevlevi tabi baÅŸta. Nakşî de var, Halvetî de var. Åžimdi   Kırım’a bakıyorsun, Osmanlı ülkesiyle 13. asırdan itibaren zaten   Ä°slamlaÅŸma da oluyor Selçukiler devrinde. Yalnız Memlukların da etkisi   var ordaki Ä°slamlaÅŸma’da. Buna raÄŸmen, orada tarikatlar deyince mesela   BektaÅŸiliÄŸi görmüyoruz. Kadirilik görüyoruz. Mevlevilik görüyoruz. Biraz   deÄŸil asıl Mevlevilik. Ve NakÅŸilik bile var. Bu niye böyle? Niye mesala   Arnavutluk’ta bir sürü BektaÅŸi var. Niçin 17.asırda Girit alınmış bir   sürü BektaÅŸi ve Alevi dedesi var. Ä°kisi biraz farklıdır.
Mustafa Kara: Evet ton farkı var.
Ä°lber Ortaylı: Niye orda onlar var da, mesela   MevleviliÄŸi ta 19.asırda Sultan Abdülhamit Aydın Mevlevihanesi’ni   görevlendirmiÅŸ. Böylelikle Kandiya’da kurulmuÅŸ bu ilk dergâh. Niye öyle,   bunun bilmek lazım.
Mustafa Kara: Şöyle bir durum var Hocam. Bu sadece   Osmanlılar’a has bir ÅŸey deÄŸil. Tarikatların tarihleri farklı olduÄŸu   gibi coÄŸrafyaları da farklı oluyor. Yani bizim Osmanlı’da mesela çok   yaygın olan bir tarikat, Türkistan’da olmuyor. Mesela Kuzey Afrika’nın   en yaygın tarikatı Åžazeviye tarikatıdır. Osmanlı’da yok.
Ä°lber Ortaylı: Evet. Ticanilik yahut. Bize çok geç   geldi. Ama ticanilik benim bildiÄŸim 19.yy’ da bile yok Türkiye’de. 20.   asırda Dr. PilavoÄŸlu getiriyor ilk defa.
Mustafa Kara: Mevlana Celaleddin-i Rumi biliyorsunuz   Afganistanlı’dır ama Afganistan’da Mevlevilik yoktur.
Ä°lber Ortaylı: Ama zaten o zaman böyle bir ÅŸey   kurulamaz ki. OÄŸluyla çıktı bu deÄŸil mi?
Mustafa Kara: Çıktı da..
İlber Ortaylı: Kendi de tutunamadı.
Mustafa Kara: Konya’dan yayıldı ya Bosna’ya gidiyor   ama Afganistan’a gidemiyor. Niçin? Burada enteresan manevi ÅŸeyler var,   sebepler var. Ä°nsanların fıtratlarıyla ilgili, bu tarikat mensuplarının   gayretleriyle ilgili, çok sebepli bir ÅŸey. Ä°nsan psikolojisiyle ilgili.
Ä°lber Ortaylı: Evet mesela mederesenin tutulması   lazım.
Mustafa Kara: O da sebeplerden biri olabilir. Mesela   bir toplumda medrese kültürü çok güçlü ise, orada BektaÅŸilerin mesela   yaygınlaÅŸması tutulması zordur. Nitekim devlet 1826’da BektaÅŸiliÄŸi   yasakladığı zaman, BektaÅŸi tekkelerini NakÅŸibendilere verdi.
İlber Ortaylı: Onların kayyumluğuna verdi.
Mustafa Kara: Onlara devretti ki onların tesiri   azalsın diye.
İlber Ortaylı: Ne oldu azaldı mı? Yok.
Mustafa Kara: Bir müddet. 20- 30 sene sonra tekrar,   aynı ÅŸey yeniden devam etti.
Ä°lber Ortaylı: Åžimdi ortada büyük bir sorun var.   Medrese, yani ulema, ve dergâh, yani meÅŸayih ve dervişân arasındaki   gerilim. Bunlar böyle çok hazır lop genellemeler. Ä°stisnası olmaz olur   mu. Bir sürü müderris var ki birinci sınıf mutasavvuf. Hatta öyle   müderrisan var ki ÅŸeyh. Sonra diyoruz ki BektaÅŸiler, NakÅŸiler,   Mevleviler öyleleri var ki Åžeyh Türlüt deniyor, deÄŸil mi, hem   BektaÅŸiperest hem Mevlevi. Bugün de böyle. Bir bakıyorsunuz   cerrahiyeden. Yani buna müsait bu ortam. Bu mecz edilebiliyor. Bunda bir   ayıp yok. Bu bir oportünizm deÄŸil. Öyle ulema üyesi var ki ilmiye   sınıfından, son derece hoÅŸ mutsavvuflar bunlar veya ilmiyeden ama   tekkelerin o kadar da aleyhinde deÄŸiller. Tasavvufi düşünceyse, örneÄŸin   Cevdet PaÅŸa tipik örneÄŸi. Alakası olmadığı belli ama yaÅŸayış itibariyla   katiyen öyle karşı da deÄŸil. Taraftar olanı da çok tabi. Åžimdi bunu   anlamak lazım. Bu çok önemli bir ÅŸey. Ve 19 yy.’da modernist dediÄŸimiz   bir Ä°slam var. Hukuka dayalı. İçtihatlara, içtihatlar arasındaki   birleÅŸtirmelere, Cevdet PaÅŸa onların başında gelir. Ve yeni bir hayatı,   modern bir dünyayı buna göre oturtan ve yorumlayan bunlar dışında. Bir   de böyle Ä°ttihatçılar gibi, böyle Melamilik, BektaÅŸilik, MevleviliÄŸe   hayran Muhibban diye gazete çıkaran, ama bir yandan da anayasacılık,   â€œfranc-maçonnerie” üyesi olan böyle bir karmaÅŸa. DeÄŸiÅŸen medrese var,   kendini dünyaya uyduran tarikat ve dergâhlar var ve çökeni var. Ne   diyorsunuz bu çökmeye?
Mustafa Kara: Bu çökmeye isterseniz sonra gelelim.   Ã–nce bu farklı anlayışlara bir temas etmemiz gerekiyor saygıdeÄŸer Hocam,   bendeniz bu medrese anlayışıyla   tekke anlayışını şöyle anlıyorum. Bütün toplumlar için böyle aslında,   sadece Ä°slam toplumları için deÄŸil. Bütün toplumlar kendi mukaddes   metinlerini farklı algılıyor. Bu, insanın fıtratıyla ilgili. Herkes   kendi mukaddes metnini bazen çok mistik bir ÅŸekilde yorumluyor. Bazen   ise çok rasyonel bir ÅŸekilde yorumluyor. Bu, Ä°slam kültürü için de söz   konusudur ve tasavvuf iÅŸte Kuran’ı, Ä°slam’ın klasik metinlerini mistik   yorumlara tâbi tutarak kendine bir yol bulan bir anlayış. Medrese ise   daha rasyonel, daha farklı açılardan bakan bir yolu tercih ediyor,   dolayısıyla orada bir çatışma vardır doÄŸrudur. Sizin de ifade   buyurduÄŸunuz gibi çok genel bir çatışma deÄŸildir. Yani müderrislerin   büyük bir kısmı Cevdet PaÅŸa gibi tasavvufa hürmetkârdır, kendisi bir   derviÅŸ deÄŸilse bile. DerviÅŸlerin, mutasavvufların bir kısmı da medreseyi   bitirmiÅŸ, iÅŸte Aziz Mahmut Hüdayi gibi, o dönemin kadısı olmuş…
Ä°lber Ortaylı: Veyahut son dönemde Bayezit   Kütüphanesi’nin müdürü Ä°smail Sait Efendi gibi.
Mustafa Kara: Ä°smail Sencer gibi.. Yani bunlara biz   bu iki ilmi biraraya getiren büyük ÅŸahsiyetler..
Ä°lber Ortaylı: Yani ÅŸeriat ve tarikat veya ilim ve   irfan…
Mustafa Kara: Hepsini mecz ediyor. Åžimdi çöküşe   gelirsek. Çöküşte aslında Tanzimat döneminde olsun, özellikle II.   MeÅŸrutiyet döneminde olsun, 1909-1919 arasında çok ciddi bir tartışma   vardır Osmanlı kroniklerinde. Soru ÅŸu: Tekkeleri ne yapacağız?   Dergâhları ne yapacağız? Tasavvufi hayat ne olacak?
  Bütün mecmuaların ana konularından biri budur. Buna deÄŸiÅŸik cevaplar   veriliyor ama tabi ki Suficiler biraz farklı cevap veriyor, Türkçüler,   Batıcılar, Ä°slamcılar… Fakat hepsinin ortak bir kanaati var. Sufiler   dahil hepsi ÅŸunu söylüyorlar: Tekkelerde bir çöküş var, gelin bunun   sebeplerine bakalım ve çarelerini bulalım. Bu konuda hepsi ittifak   halinde, bunu itiraf ediyorlar. Ve çöküşün sebeplerini de tartışıyorlar   gayet tabi. Öne hangisi çıkıyor? Birçok sebep var. Sufiler’de dahil,   hepsinde öne çıkan birinci sebep saygıdeÄŸer hocam, tekke ÅŸeyhi olan   insanların yetersizliÄŸi. Buradan meÅŸhur terim ortaya çıkıyor, “beÅŸik   ÅŸeyhliÄŸi”. Hani beÅŸik ulemalığı var ya, bu, bir dönem sonra beÅŸik   ÅŸeyhliÄŸi diye bir terimle de bizi karşılaÅŸtırıyor. Yani Åžeyh Efendi   Ã¶lüyor, yerine kim geçecek?
İlber Ortaylı: Demin verdiğim örnek oğlu mutalaka.
Mustafa Kara: Evet tabi..
Ä°lber Ortaylı: Ama insanı hayrete ve hayranlığa   düşürenler de var. Ä°ÅŸte Hüseyin Fahrettin Dede. Sadettin Arel gibi, Rauf   Yekta gibi insanları çekmiÅŸ. Mûsikî bilgisi, Batı mûsikîsini de öyle   biliyor ki, zaten onlar Almanca, Fransızca biliyor. Çünkü solfej ve   mûsikî ilmini takip etmenin baÅŸka ölçüsü yok. Yani mesela ÅŸeyhlerden   deÄŸildir ama ulemadan Elmalılı Ahmet Efendi Fransızca’yı kendi fevkalade   iyi öğrenmiÅŸtir. Cevdet PaÅŸa öyleydi…
Mustafa Kara: Bir dönem en enteresan Osmanlı son   dönemde büyük insanlar var. Hem mederese ilimlerinde, hem tasavvuf   ilimlerinde hem de sanatta. Muhammed Hamdi Yazır aynı zamanda hattatmış.
Ä°lber Ortaylı: Ben Ahmet Hamdi Yazır dedim galiba   Ã¶zür dilerim.
Mustafa Kara: Aynı zamanda ÅŸair hocam. Bütün   ilahiyatçılar ÅŸunda ittifak, 20. yüzyılın en büyük müfessiri.
Ä°lber Ortaylı: Dirayet tefsiri yapıyor. Yeni bir   yoldur.
Mustafa Kara: Osmanlıların bu çöküş asrına raÄŸmen,   Osmanlının son dönemlerinde çok güçlü kafalar yetiÅŸti.
Ä°lber Ortaylı: Tabi medreselerin bir kısmı çöktü,   bir kısmı yeni. Böyle ÅŸeyler var. Hukuk takımı kendini baÅŸka türlü,   muhakkak ki ayrı bir fasıl tartışmak için ilerde. Onun üzerinde   duracağız herhalde.
Türkiye yaÅŸayan bir toplum. Devamlı kendisini yenilemeyi biliyor.   Eskiyen ÅŸeyi deÄŸiÅŸtirmeyi biliyor. Devam ediyor tarih yolunda.
Mustafa Kara: Tarihi tecrübesi var.
Ä°lber Ortaylı: Yani düşünce ve inanç dünyası da   bunun pek dışında deÄŸil. Öyle olduÄŸu anlaşılıyor.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42