RUMELÄ°
Osmanlıların Balkan yarımadasına verdikleri coÄŸrafi isim, aynı zamanda bu bölgeyi içine alan Osmanlı eyâletinin adı. Bizanslılar kendilerine romaioi ve ülkelerine Romania diyorlardı. Bu suÂretle islâm dünyası da bizanslıları Rum ve ÅŸarkî Roma imparatorluÄŸu ülkesini Bilâd al-Rum veya Mamlakat al~Rum diye tanıyordu. Anadolu türk-islâm hâkimiyeti altına geçtikten sonra, Rum ismi vaktiyle Bizans idaresinde bulunmuÅŸ Anadolu'yu gösteren bir coÄŸrafî isim olarak yaÅŸamıştır; fakat garplı seyyahlar XIII. asırda türkler idaresindeki Anadolu'ya Turquemenie veya Turquie ve Bizans imparatorluÄŸuna tabî yerlere Romanie veya Romania diyorlardı. NiÂhayet bu tâbir daha ziyâde ortodoks yunan mezhebinin hâkim bulunduÄŸu Balkan yarımÂadasını göstermeÄŸe baÅŸladı.
Osmanlı türkleri Balkanlar için Rum-ili adıÂnı yunanlıların Romania ' sından aldılar ve onu Anadolu'ya karşı denizin ötesinde bizanslılardan fethettikleri bölgeler için kullanmaÄŸa baÅŸÂladılar. Yalnız Rum adı ise, eski mânasını muÂhafaza ederek, küçük Asya'da Selçukluların hâÂkim oldukları yerleri gösteren coÄŸrafî bir isim olarak kaldı (P. Wittek, Le Sultan de Rûm.l'Annaaire de l'înstitut de Philo. et d'Hist Orientales et Slaves, 1938, VI).
Bizans imparatoru Ä°ustiniaus I. zamanında imparatorluÄŸun ÅŸimal hudutları Tuna ve Drava ırmakları idi. Osmanlı sultanları da Bayezid I'den itibaren Tuna nehri cenubunda uzayan yarım-adayı kendi hâkimiyet sahaları olarak düşünmüşler ve Ege denizi adalarını ( Agriboz, Midilli, Rodos) aynı coÄŸrafî—siyâsî hudutlar içine sokmuÅŸlardır. Murad II. Macaristan ile 1444'te yaptığı andlaÅŸmada Macarların TuÂna'yi aÅŸmayacağına dâir söz alırken, açıkça bu geleneÄŸi takip etmekte idi ( bk. H. inalc
Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki eski toprakları. Sözcük anlamı “Rum ülkesi“dır; Rum terimi Bizans anlamında Roma'yı karşılamaktadır. Balkanlar'ın Osmanlılarca fethi 14. yüzyılÂda baÅŸladı. Bu amaçla bölgeye “ahiyan-ı Rumâ€, “gaziyan-ı Rum†adı verilen akıncı toplulukları geçirildi. Gelibolu Yarımadası ve iskeleleri, bölgenin fethi ve Türklerin iskânı için elveriÅŸli bir üs alanı durumuna getirildi. Daha sonra geleneksel “kolâ€lar oluÅŸturularak üç cepheden fetihler geniÅŸleÂtildi. 1370'lere deÄŸin bu “korlardan ilki Tekfurdağı (TekirdaÄŸ)-Ä°stanbul arasındaki Marmara kıyı kesimini, ikincisi Malkara'dan Edirne'ye uzanan kara bölgesini, üçüncüsüde Ä°psala-Karaferya boyunca Meriç Vadisini izledi. Kollar Rumeli Eyaleti'nin kurulmasından sonra daha da güçlenÂdirilmiÅŸ olarak fetihlerini Tırhala-Usküp, Çirmen-Zagra-Filibe,Yanbolu-Karinova-Pravadi yönlerinde geniÅŸlettiler. Üçüncü aÅŸamada da Tırnova-NiÄŸbolu, Sofya-NiÅŸ, Germehisar-Avlonya toprakları alındı. Bu yayılmayla birlikte Anadolu'dan getirilerek kent ve kasabalara yerleÅŸtirilen TürkmenÂler, Rumeli'nin etnik yapısıyla toplumsal, dinsel ve kültürel dokusunu deÄŸiÅŸtirecek bir yoÄŸunluÄŸa ulaÅŸtı. Bu göçmenlerle yerli halk arasında baÅŸlangıçta bazı uyuÅŸmazlıklar orÂtaya çıktıysa da kısa sürede güven verici bir barış ortamı saÄŸlandı. Fetret Devri (1402-13) sırasında Rumeli yeni bir göç dalgasına sahne oldu. II. Murad (hd 1421-44, 1446-51) ve II. Mehmed (Fatih) (hd 1444-46, 1451-81) Rumeli'yi Türklerin çoÄŸunlukta ya da öbür etnik topluluklarla eÅŸit düzeyde olduÄŸu güvenlikli bir bölge durumuna getiÂrerek daha batıya yönelik fetihlere giriÅŸtiÂler. Bu dönemde bölgenin baÅŸlıca Osmanlı merkezleri Edirne , Filibe, Sofya, Serez, Ãœsküp ( Skopje ), Manastır, Silistre, Tırhala ve YeniÅŸehir'di (Lârisa). Rumeli'nin yerli halkının büyük bölümü Müslümanlaşırken, iskân, tımar, yaylak ye kışlak, vergilendirme, devÅŸirme vb konularÂda da kalıcı düzenlemeler yapıldı. Bütün tarım alanları mirî arazi,olarak yazıldı ve Anadolu'daki gibi tımar sistemi kondu. Yerel halktan eski inançlarını koruyan ve gayri müslim olarak adlandırılan kesimlere de bazı haklar tanındı. Evlad-ı fatihan denen ayrıcalıklı Türk aileleri, mürtezika sınıfı, voynuklar, yund oÄŸlanları, müsellemler, yörükler ve akıncılar RumÂeli'ye özgü Osmanlı örgütleri olarak 17, yüzyıla deÄŸin varlıklarını korudular: OsÂmanlı yönetiminin Rumeli'de kurmayı baÂÅŸardığı etkili düzen ve denetim, 15. ve 16. yüzyıllar boyunca Avrupa topraklarındaki ilerleyiÅŸin baÅŸlıca dayanağı oldu. Osmanlı Devleti'nin 1683'teki Viyana bozÂgunundan sonra hızlanan geri çekiliÅŸinde, Rumeli'deki saÄŸlıklı toplumsal yapının boÂzulması da önemli rol oynadı. Merkezî yönetimin zamanında köklü önlemler alaÂmaması ve gerekli iyileÅŸtirmeleri ertelemesi nedeniyle, Rumeli 18. yüzyılda yerli ayanın egemenliÄŸine girdi. Tımar sistemi bozulurken “daÄŸlı eÅŸkıyası†denen kalabalık çeteler bölge güvenliÄŸini sarstı. Bu elveriÅŸsiz orÂtam, Avrupa'daki özgürlük ve milliyetçilik akımlarıyla aynı döneme rastlayınca RumÂeli'de ayrılıkçı eÄŸilimler ön plana çıktı. Panslavizm politikasına öncülük eden RusÂya, Rumeli'de SlavlaÅŸtırmaya büyük bir ağırlık verdi. Yükselen bağımsızlık ve yarı bağımsızlık talepleriyle artan ÅŸiddet olayları ve iç savaÅŸlar, bölgedeki Müslüman TürkleÂrin Anadolu'ya göçlerini hızlandırdı ve nüÂfus dengeleri tersine döndü.
Rumeli'nin sık sık deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸrayan yönetsel bölünümü 1864'ten baÅŸlayarak viÂlayet adı altında yeniden düzenlendi. Tuna vilayetinden sonra 1867'de Yanya ve SelaÂnik vilayetleri oluÅŸturuldu. Berlin AntlaÅŸÂması (1878) uyarınca Tuna vilayeti BulgaÂristan PrensliÄŸi'ne dönüştürüldü, ayrıca özerk Rumeli-i Åžarki vilayeti oluÅŸturulÂdu. Rumeli'nin batı kesimi ise Edirne , Selanik ve Manastır vilayetlerine ayrıldı. Bulgaristan 1885'te Rumeli-i Åžarki'yi ilhak etti. BükreÅŸ AntlaÅŸması'yla (1913) Manastır Sırbistan'a, Selanik ise Yunanistan'a bıraÂkıldı. Osmanlı Devleti'nin elinde yalnızca Edirne kaldı.
Osmanlıların 15. ve 16. yüzyıllarda RumeÂli'de topladığı devÅŸirme Hıristiyan çocukÂları, Osmanlı ordusunda ve devlet yönetiÂminde üst düzeyde görev aldılar. Rumeli, Osmanlı Müslüman kültürünün de bir merÂkezi durumuna geldi. Bu kültür Ãœsküp, Ä°stip, Prizren, PriÅŸtina, Manastır ve Edirne' deki medreselerde ve camilerde geliÅŸip serpildi. Ä°slam tarikatları Bulgaristan, ArÂnavutluk ve Bosna-Hersek'te geniÅŸ bir yanÂdaÅŸ kitlesi buldu.
Osmanlı imparatorluğunun Avrupa'daki topraklarına verilen ad.
ık, FâÂtih devri I, Ankara, 1954, s. 22).
Balkanlar'da merkezi Sofya olan osmanlı eyaleti. Rumeli eyaÂletinin kuruluÅŸu Balkanlar'ın Osmanlılar tarafından ele geçirilmesiyle yakından ilÂgilidir. Rumeli'de ilk ele geçen yer GeliÂbolu, oldu (1352). Orhan Bey, oÄŸlu SüleyÂman Payaşı beylerbeyi tayin etti. Murad I Edirne'nin alınmasından sonra Lala Åžahin PaÅŸayı Rumeli beylerbeyi yaptı. Edirne de Rumeli beylerbeyliÄŸinin ilk merkezi oldu.
Balkanlar'da yeni ülkeler ele geçirildikçe Rumeli beylerbeyliÄŸinin sınırları da geniÅŸÂledi. Tuna nehrinin güneyindeki toprakÂlarla, Bayezid II zamanında alınan Kili ve Akkerman bu beylerbeyliÄŸe baÄŸlandı.
Rumeli eyaleti Rumeli beylerbeyleri tarafınÂdan idare edilirdi. Rumeli beylerbeyleri mevki bakımından diÄŸer beylerbeylerden daha yükÂsekti. Rumeli beylerbeyleri paÅŸa unvanını taÂşırlar; divanın üyesi sayılırlardı. Ä°stanbul'da bulundukları zaman divan toplantılarına katıÂlırlardı. Bu öneminden dolayı Fatih devrinÂde sadrazam Mahmud PaÅŸa, Kanunî zamaÂnında sadrazam Ä°brahim PaÅŸa Rumeli beyÂlerbeyliÄŸini üstlerine aldılar. Rumeli eyaÂleti 10 187 “kılıçâ€tı. Bunun 1 087'si zeaÂmet, geriye kalanı tımardı. Bunlar savaÅŸ zamanında cebelüleriyle beraber 35 000 kiÂÅŸilik bir kuvvet teÅŸkil ederlerdi. Ayrıca eyaletten 11560 yörük ve müsellem, 10 000 akıncı kuvveti çıkardı. Rumeli eyaletinin sancakları zaman zaman deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸradı. Kanunî'nin ilk zamanlarında PaÅŸa, Bosna, Mora, Semendre, Vidin, Hersek, Silistre, Ohri, Avlonya, Ä°skenderiye (IÅŸkodra), Yanya, Gelibolu, Köstendil, NiÄŸbolu, Sofya, Ä°nebahtı, Tırhala, Alacahisar, Vulçetrin, Kefe, Prizren, Karli, EÄŸriboz, Çirmen, Vize, Izvornik, Florina, llbasan, Midilli, KaradaÄŸ sancaklarından meydana geliyordu. AyrıÂca çingene, müsellem ve voynuk gibi RuÂmeli'nin çeÅŸitli yerlerinde oturan toplulukÂlar da bir sancakbeyinin idaresine koÂnulmuÅŸ ve bu sancakbeyleri Rumeli beyÂlerbeyliÄŸine baÄŸlanmıştı. Koçi Beyin sulÂtan Ä°brahim'e verdiÄŸi risalede ise (1640) Rumeli eyaleti Köstendil, Mora, Ä°skendeÂriye (IÅŸkodra), Tırhala, Yanya, Ohri, Dukakin, Silistre, NiÄŸbolu, Vidin, Avlonya, Elbasan, Delvine, Ãœsküp, Selanik, Vize, Kırkkilise, Çirmen, Alacahisar, Prizren, Vulçetrin, Bender, Akkerman sancaklarınÂdan meydana geliyordu. XVII.yy.da MoÂra, Rumeli eyaletinden ayrılarak ayrı bir eyalet oldu. XIX. yy.da Rumeli eyaleti, idarî bakımdan birçok deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸradı. Ãœsküp, Yanya, Bosna, Selanik Rumeli eyaÂletinden ayrıldı; her biri ayrı birer eyaÂlet oldu. Asıl Rumeli eyaleti ise IÅŸkodra, Ohri, Kesriye sancaklarından ibaret olaÂrak kaldı. 1864'te ilk vilâyet teÅŸkilâtı kuÂrulduÄŸu zaman Rumeli eyaleti yukarıdaki üç sancaktan ibaretti. 1864'te Rusçuk, Tolçu, Vidin, Sofya, Tırnova, NiÅŸ ve Varna'Âdan meydana gelen Tuna vilâyeti kuruldu; daha sonra Ä°ÅŸkodra ve Edirne de birer viÂlâyet olunca Rumeli eyaleti ortadan kalkÂmış oldu.
Osmanlı devletinde bir eyâlet ve Türklerce Balkan yarımadası, daha doÄŸru bir deyimle Türk egemenliÄŸine giren bütün Güney-doÄŸu Avrupa topraklarına verilen ad. Bu ad Rum kelimesinden gelmektedir. Osmanlı Türkleri'nin Anadolu'da karşılaÅŸÂ tıkları ilk yabancı devlet ve kavim Bizanslılar olduklarından ve bunlar da kendilerini Romanoi, devletlerini de;Romania ola rak andlandırdıklarından Sultanönü'nden itibaren batıda kalan bütün topraklara ilk Osmanlılar Rum-ili adını vermiÅŸlerdi. Ne var ki, Kuzey-batı Anadolu yani, Marmara bölgesinin do ğu kesimi daha Orhan Gazi zamanında fethedilip, Osmanlı-Türk kontrolüne girdiÄŸinden, Rum adı genellikle Avrupa yaka sına, özellikle de Balkan yarımadasına verilen ve sadece Türk lerce benimsenen bir coÄŸrafya kavramı olmuÅŸtur. Yalnız ge çici olarak Berlin kongresi kararlarına dayanılarak 1878-1885 yılları arasında Meriç vâdîsi için devletler arası politikada DoÄŸu Rumeli deyimi resmen kullanılmıştır. Rumeli'deki Türk yerleÅŸmesi ve Türkler'in yarımadanın tümüne veya bazı kesimlerine egemen oluÅŸları sadece Müslüman Osmanlı Türk ler'ine mahsus bir keyfiyet deÄŸildir. Tuna vâdîsi ve Dobruca kesimleri Hunlar'dan itibaren Guz ve Peçenekler'e deÄŸin çe şitli Türk kavimleri tarafından aralıklı zamanlarda iÅŸgal edil miÅŸ ve geniÅŸ göç dalgaları Balkan yarımadasına, Macaristan'a hattâ, Alpler'e deÄŸin Orta Avrupa'ya sarkmıştır. Ancak, bu göç ve istilâlarla gelen Türkler Hıristiyan Bizans kültürünün etkisinde sür'atle yerli unsurlar tarafından temessül edilmekle kısa zamanda kaybolmuÅŸlardır. Maamâfih Osmanlı Türkleri'nin Rumeli fütuhatı sırasında Dobruca, Vidin, Köstendil ve Kumanova gibi yörelerde hâlâ benliklerini koruyan Kuman, Guz ve Peçeneklerle karşılaÅŸtıkları ve bunları kendi aralarına alarak Rumelideki Türk nüfusu arttırdıkları son araÅŸtırmalarla ortaya çıkmıştır. Rumeli'nin TürkleÅŸmesi kesinlikle ayrı bir din ve ayrı bir kültür (Türk-Ä°slâm) ile mücehhez olan Osmanlı Türkler'ine yani OÄŸuzlar'a ait bulunmaktadır. Bu suretle Yabgulu- lar döneminde X. yüzyılda baÅŸlayan OÄŸuz yayılışı batıda en ileri safhaya varmış bulunmaktadır. Osmanlı devleti bu yayıÂlışı kendi kuruluÅŸunun felsefesi hâline getirdiÄŸinden, baÅŸarısı da o denli büyük olmuÅŸtur. Rumeli'ye OÄŸuzlar'ın geçiÅŸi Osmanlı devletinden önce ve özellikle Batı Anadolu'da doÄŸan Aydın, Saruhan ve Karesi beylikleri ile baÅŸlar. Bu geniÅŸ, baÅŸlangıçta belki de bir istikÅŸaf hareketi gibi görülür. Bu faaliyetin unu tulmaz kahramanı Aydın oÄŸlu Gazi Umur Bey'dir. Bizans im paratoru Kantakuzinos'un müttefiki olarak 1332'den itibaren Mora, EÄŸriboz, Arnavutluk, Dimetoka ve Varna kıyılarında onun giriÅŸtiÄŸi akınlarla elde edilen bilgiler doÄŸrudan doÄŸruya Osmanlı beyliÄŸine intikal etmiÅŸtir. Nitekim 1345'te oriun tavsiyesi üzerine Orhan Gazi Ä°mparator Kantakuzinos'un kızı The odora ile evlenmiÅŸtir Ne var ki, Latinler'in Ege kıyılarına sal dırıları AydınoÄŸulları'nın Rumeli'deki faaliyetlerini engellemiÅŸ ve yerlerini Osmanlı beylerinin almalarına fırsat vermiÅŸti. 1352' de V. Ä°oannes'e karşı Kantakuzinos'u desteklemek üzere Orhan Gazi oÄŸlu Süleyman PaÅŸa'yı 10 000 kiÅŸilik bir kuvvetle ilk defa Rumeli yakasına geçirdi. Süleyman PaÅŸa, V. Ä°oannes'i des tekleyen Sırp ve Bulgar kuvvetlerini bozguna uÄŸrattı. Bu zafer Türkler'in Rumeli'de yerleÅŸmelerinin baÅŸlangıcı olmuÅŸtur. Bundan sonra Osmanlı beyliÄŸi resmen harekete geçmeden önce kendiliÄŸinden oluÅŸan, Gaziyân-ı Rum toplulukları sık sık Rumeli'ye geçmeye, Bulgarlar'a Sırplara karşı akınlar yapmaya baÅŸladılar.
Süleyman PaÅŸa ise babası Orhan Gazi'nin verdiÄŸi buyruk üzerine Rumeli yakasında 1352'den itibaren ilk köprü baÅŸÂlarını kurmaya baÅŸladı. KapıdaÄŸ yarımadası çevresinde Kemer ve Viranca Hisar Anadolu'dan geçiÅŸler için iskele hâline ge tirildi. Gelibolu yarımadasında ise Çimbi, Eksamil, AyaÅŸiline ve Od-köklek ele geçirilerek köprü baÅŸları tutulmuÅŸ oldu. Kantakuzinos'un bu köprü baÅŸlarının boÅŸaltılması için gerek Süleyman PaÅŸa, gerek Orhan Gazi katında giriÅŸtiÄŸi teÅŸebbüs ler bir sonuç vermedi. Hele 1354 martı baÅŸlarında bir dep rem sonucu Gelibolu duvarlarının yıkılması üzerine bu liÂmanın Osmanlı hâkimiyetine düşmesi yeni geliÅŸmelere yol açtı. Artık öteki özel akınlar da Osmanlı beyliÄŸinin kontroÂlüne alınarak Rumeli'nin fethi bir proje hâline getirildi. Orta Asya Türk devlet kuruluÅŸ geleneklerine uygun olarak Rumeli'nin fethi üç kolda teÅŸkil edilen uçlar yani kara üsleri ile durma dan yarımadanın içerilerine doÄŸru ilerletildi. Birinci uc, kıyı dan Tekirdağı, Çorlu, Ä°stanbul doÄŸrultusunda, ikinci uc, Malkara, Hayrabolu, Vize, Edirne doÄŸrultusunda, üçüncü uc ise Ä°spala, Dimetoka, Serez, Karaferye doÄŸrultusunda yürü tülmüştü. Süleyman PaÅŸa'nın ölümünden sonra sol kolu Evrenos Gazi, orta kolu Lala Åžahin, saÄŸ kolu da Hacı Ä°l Beyi yönetmiÅŸlerdir. Rumeli'nin fethi ilerledikçe uçlar daha öne alınmış bu suretle sol kolda Tırhala, Ãœsküp, orta kolda Çirmen, ZaÄŸra, Filibe, saÄŸ kolda ise Yanbolu, Karinovası ve Pravadi'ye kaydırılmıştır. Üçüncü hamlede ise saÄŸ kol Tır nova, NiÄŸbolu, orta kol Sofya, NiÅŸ, sol kol da Germehi sar ile Avlonya'ya ilerletilmiÅŸlerdir. Rumelii'de fetih hareketi bu biçimde geliÅŸirken, Süleyman PaÅŸa'nın gününden beri Anado lu'dan göçürülen konar ve göçer Türkler yanında, nüfus kesafeti olan bölgelerden de köylü ve ÅŸehirli halk Rumeli'ye aktarılmaya baÅŸlanmıştır. Böylece uçlar güney, batı ve doÄŸu doÄŸÂ rultularında yarımadanın içerlerine doÄŸru ilerlerken, geriler de kalan eski uc merkezleri de birer Türk ÅŸehri hâline de ğiÅŸmeye baÅŸlamışlardır. Bunun sonunda Edirne, Filibe, SofÂya, Serez, Ãœsküp, Manastır, Silistre, Tırhala, YeniÅŸehir OsÂmanlı-Türk kültürünün köklü birer merkezi olmuÅŸlardır. Bu planın uygulanması 1361'den sonra teÅŸkil edilen Rumeli beylerbeyiliÄŸinin yönetimine bırakıldığı gibi, üç kolda kurulan uçlar da bu beylerbeyiliÄŸin saÄŸ, sol ve orta kol sancaklarını oluÅŸturmuÅŸlardır. Rumeli'de Osmanlı yerleÅŸmesi o denli saÄŸlam ve tutarlı olmuÅŸtur ki,1402 Ankara bozgunundan sonra doÄŸan buhran, Anadolu'nun tersine Rumeli'de büyük sarsıntılar yapaÂmamıştır. Bunun içindir ki bazı tarihçiler Osmanlı devleti nin Rumeli'de kurulduÄŸunu ve bu kuruluÅŸtan sonra Anadolu'yu fethettiÄŸini ileri sürerler. Timur olayı Rumeli'de Türk yerleÅŸmesi ni bir kat daha hızlandırdı. Osmanlı hükümetleri ise daha Orhan Gazi'den : itibaren Türk yerleÅŸmesini devlet kontrolü altında planlı olarak yürüttüler. Osmanlı ordularının sefer yollarının, Tesalya, Meriç, Vardar vadilerinin, Trakya ve Tu na boyunun TürkleÅŸmesinde ayrıca durdular. Bunun için Anadolu'dan kitle hâlinde göçertmeler yapıldı. Yıldırım Bâ yezîd, II. Murad, Fâtih ve II. Bâyezîd devirlerinde bu plan titizlikle uygulandı. Öyle ki Kanunî Sultan Süleyman devrin de Dobruca'dan Vidin'e, Silistre'den Karadeniz kıyısı ile Ä°stanbul'a, Edirne'den YeniÅŸehir'e, Selanik'ten Manastır'a, Çirmen'den NiÅŸ'e deÄŸin uzanan alanda Türkler artık çoÄŸun luÄŸu teÅŸkil eder olmuÅŸlardı ve Rumeli'de yaÅŸayan Türk halkın beÅŸ milyonu aÅŸtığı tahmin edilmekte idi. Ä°lk fetih yıllarında yerli halkın kitle hâlinde din deÄŸiÅŸtirerek Müslüman olduklarını da kaynaklar belirtmektedir. Vize, Kırkkilise, Burgaz, Varna, Vidin, Usküp, Manastır çevrelerindeki yerli halkın Müslüman oluÅŸunda irkî yakınlığın etkisi büyüktür. Bu bölÂgelerin fetihten önce HıristiyanlaÅŸmış Kuman, Guz ve Peçeneklerin yerleÅŸme alanları olduÄŸu bilinmektedir. Daha sonra bunlara Pomaklar, bir takım Çingeneler, Arnavutlar, BoÅŸnak lar, bir kısım Ulah ve Sırplar ile Rumlar da katılacaklardır. Rumeli'de yerleÅŸen Türkler ÅŸehirlerde ayrı mahalleler, kırsal yörelerde ise ayrı köyler kurmuÅŸlardır. Son araÅŸtırmalarda Türkçe köy adlarının yerleÅŸme biçimlerine de ışık tuttuÄŸu görülmektedir. Bunlar boy ve oymak adları, Anadolu yer adları ile iliÅŸkili adlar, ünlü gazilerin, velîlerin, kadıların, zaîm ve tımarlı sipahilerle akıncıların adları, çiftlik iken köy hâline gelmekle çiftlik sahiplerinin isimlerinden oluÅŸan adlar ile doÄŸal görünüş veya uÄŸraşıya göre verilen adlar olarak görülmektedir (bk. M. Tayyib Gökbilgin. Rumeli'de Yörük ler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihan, Ä°stanbul, 1957). Rumeli'de Osmanlı egemenliÄŸinin yerleÅŸmesinde bir baÅŸka unsur da bu devletin yerli halka karşı uyguladığı ekonomik politika ile vergi ve din politikasıdır. Genellikle yenik düsen yerli halka istimâlet vermek suretiyle yani, onları Osmanlı idaresine meylettirecek tedbirleri almak suretiyle Osmanlı devleti Rumeli'de kolaylıkla egemen oldu. Bu topraklar dârü'l-harb halindeyken akın, yaÄŸma, çapulculuk ve haramilik gibi yıldırıcı, usandırıcı her türlü davranışlara açık bulunuyordu. Fakat bir kere Osmanlı devletinin kontrolüne girince durum tamamen deÄŸiÅŸiyor, yerli derebeyler bertaraf ediliyor, kilisenin hukuku güven altına alındığı gibi, köylü ailesiyle, toprağı ile vermek yükümü bulunan vergi dışında ürünü ve kazancıyla devletin himayesine kavuÅŸuyordu. Osmanlı idaresi önce tarım topraklarının mîrî arazi hâline konmasını saÄŸlamakla mahallî feo dallerin, kilise ve manastırların köylüye yükledikleri angar yaların kaldırılmasını temin etti. Dikkat edilirse Rumeli'nin fethi döneminde yerli halk Osmanlı idaresini desteklemekle, eski senyörler kendi soydaÅŸlarının yardımından mahrum kalmışlar ve bu yüzden Macar, Latin ve Frenk senyörlerinden destek aramak lüzumunu duymuÅŸlardır. Bu da Rumeli fütuhatında Osmanlı ordularının sayısız Haçlı orduları ile çarpışmasına yol açmıştır. Balkanlara inen Macar, Frenk ve Latinler Ortodoks veya Bogomil mezhebinde olan yerli halkı dinsiz, râfızî, ÅŸey tana tapan kimseler olarak gördüklerinden, onlara karşı, Türklere duyduklarından daha fazla kin beslediklerinden, çeÂÅŸitli ıztırablar yaratmış oldular. Halbuki Osmanlı Türklerinin, bu tutumun tam tersi, gösterdikleri müsamaha yerli halkın yeni hâkimlerine sür'atle baÄŸlanmasını ve yeni devleti benimse mesini kolaylaÅŸtırmakta idi. Fâtih'in 1451 -1481 yıllarında 30 yıllık bir mücadeleden sonra JustinÄ°anus Romania'sını bir Os manlı Rumeli'si hâline getirmesi, bu akılcı politikanın eseri dir demek yanlış olmaz. 1352'den 1481 yılına deÄŸin geçen ve yüzyılı aÅŸkın bir dönemi içine alan Rumeli'deki Osmanlı idaresi 1443 Ä°zladi derbendi bozgunu ve onu izleyen geliÅŸmeler so nunda Varna zaferinin kazanılmasına kadar buhranlı bir safÂha atlatmıştır. Bundan sonra Viyana bozgununu izleyen geliÅŸÂ meler sonunda, Belgrad kalesinin 1688'de düşmesi üzerine, Rumeli'deki Osmanlı hâkimiyeti ve Rumeli Türklüğü için çok tehlikeli bir dönem baÅŸgösterdi. YeÄŸen Osman PaÅŸa yerine serdâr-ı ekrem olan Arab Receb PaÅŸa'nın Avusturya kuvvetleri önün de yenilgiye uÄŸraması Rumeli'deki durumu alt üst etti. NiÅŸ ve Åže hirköy de elden çıkınca Osmanlı küvetleri Sofya'ya çekil mek zorunda kaldı. Sofya'da bulunan III. Sultan Süleyman bu durumda Edirne'ye dönmeye karar verdi. PadiÅŸahın Sofya'dan ayrılacağını duyan halk, çoluk çocuk, kadın erkek sokaklara dökülüp "bizi koyup nereye gidersin padiÅŸahım, düşmana esir etmeÄŸe mi?" diye aÄŸlaşıyor, reâyâ yani Hıristiyan halk ise, "üzerimize yüklenen onbeÅŸ teklifi (vergi) bin türlü mihnet ile eda ve tek padiÅŸahımız iÅŸ görüp, düşmandan intiÂkam ala deyü her cefaya göğüs gerüp, zulmü kendimize rah met bilüp fermana itaat eden bir alay zuâfayı, dört yüzyıldan berü kulluk eden fukarayı Nemçe keferesine verdin" diye bağırıyorlardı. Görülüyor ki, uzun savaÅŸların getirdiÄŸi sıkıntılar bile Rumeli'nin Türk olsun, olmasın halkının Osmanlı idaresine olan baÄŸlılığını henüz sarsamamıştır. Ama, bu durumda bir kısım Sırplar kendi selâmetleri için Avusturya iÅŸgal kuvvet leri ile iÅŸbirliÄŸi yapmaya giriÅŸmiÅŸlerdi. Avusturya generali Piccolomini Sırp çetelerinin desteÄŸi ile Ãœsküp'e kadar inmiÅŸ ti. Almanya imparatoru ise elebaşılardan Karpoz'a Kumano va prensliÄŸi tacını göndermiÅŸti. Görünüş Osmanlı devletinin Rumeli'deki egemenliÄŸinin çökmek üzere olduÄŸu idi. Rumeli'deki Türk ler de Anadolu'ya kaçmaya baÅŸlamışlardı. Bu sırada ekim 1689'da sadârete getirilen KöprülüoÄŸlu Fâzıl Mustafa PaÅŸa bu gidiÅŸe dur diyen bir devlet adamı oldu. Ä°lk iÅŸ olarak bir bildiri ile askerleri görev başına çağırdı. Halka ağır yük teÅŸÂkil eden ve özellikle reayanın iÅŸlediÄŸi üzüm ve içki üzerine konan vergileri kaldırdı. Bütün vergilerde ölçülü esaslar kabul etti. Bu tedbirler Avusturya ve Venediklilerin teÅŸvik ve tahriklerine kapılanların dahi eski hükümetlerine dönmelerine yol açtı. Öte yandan Kırım hanı Selim Giray Kumanova yö resine yönelerek Kaçanik boÄŸazında Karpoz'un çetesini or tadan kaldırdı. Fâzıl Mustafa PaÅŸa'nın NiÅŸ'i kurtardıktan sonÂra 1690'da Belgrad'ı fethi Rumeli'deki tehlikeli durumun bir süre için ortadan kalkması sonucunu getirdi. 1768-1774 Türk- Rus savaşı Rumeli'de, memleketin bünyesinde yeni fakat olumsuz bir geliÅŸmeye yol açtı. Büyük umutlarla giriÅŸilen bu savaÅŸta mevcut Osmanlı kuvvetleri bir anda eriyince, hükümet asker ihtiyacını Anadolu ve Rumeli'deki ayan ve derebeylerin ara cılığı ile saÄŸlamak yoluna gitti. Bunlardan bazılarının savaÅŸta baÅŸarılı olmaları üzerine kendilerine vezirlik verilmesi ise halk üzerindeki nüfuzlarının artmasına yaradı. SavaÅŸ boyunca bir iÅŸ açmamaları için bu âyân ve derebeylere göz yumuldu. Bu ise onların cür'etlerini arttırdı. Bulundukları kasaba ve bölge lerde hükümet emirlerine pek aldırış etmeyen, özel asker bes leyen, başına buyruk hanedanlar türedi. Bunlardan Rumeli'de Si listre ve Deliorman bölgesi YılıkoÄŸlu Süleyman'ın, Ä°brâil yö resi Nâzırı Ahmed AÄŸa'nın, Rusçuk, Tırnova çevresi Tirsinikli zâdeler'in, Vidin ve etrafı PazvandoÄŸlu Osman PaÅŸa'nın, Gü mülcine ve çevre kadılıkları Tokatçıklı Süleyman'ın, Serez ile çevresi Ä°smail Bey'in, Edirne DaÄŸdevirenoÄŸlu Mehmed AÄŸa' nın, Ãœsküp, Filibe, Edirne, Kırkkilise, Çorlu, Lüleburgaz, TekirdaÄŸ DaÄŸlı eÅŸkıyasının, IÅŸkodra Gazi Metaneti PaÅŸa oÄŸullarının, Avlonya Toska Ä°brahim PaÅŸa'nın, Yanya Tepede lenli Ali PaÅŸa, Mora da oÄŸlu Velî PaÅŸa'nın hükmünde idi. Böylece XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Rumelide Osmanlı devÂlet otoritesi çökmüş, bunun yerini keyfî idareler almıştı. Bu da gerek reayanın, gerek Müslüman halkın devlete olan baÄŸlılığını ortadan kaldırmış, yerli kavimlerin tekrar millî hü kümetlerini kurma istemlerini harekete geçirmiÅŸti. Bunun so nunda Fransız ihtilâlinin getirdiÄŸi fikirlerin etkisi de katılınca önce Sırplar olmak üzere bütün Rumelili Hıristiyanlarda Osmanlı idaresinden ayrılma cereyanları gittikçe kuvvetlendi. (Bu ayrılık hareketini Rusya, Avusturya, Fransa ve Ä°ngiltere de kendi çıkarlarını da göz önünde tutarak desteklediler. Bu ara da Sultan III. Selim mütegallibeleri yola getirmek için büyük gayret sarf etmiÅŸse de kesin bir baÅŸarıya ulaÅŸamamıştır. En son aldığı tedbir, Nizâm-ı Cedîd kuvvetleri ile Kadı Abdur rahman PaÅŸa'yi Rumeli'de ıslahatta bulunmak üzere Edirne'ye göndermesi de sonuç vermemiÅŸtir. Mütegallibenin el birliÄŸi ederek Kadı PaÅŸa'ya karşı çıkmaları üzerine padiÅŸah ‘kararın dan vaz geçmiÅŸ, bu da onun tahttan ayrılmasının ilk iÅŸareti olmuÅŸtur. 1808'de Sırplara muhtariyet verilmesiyle Rumeli deyimi nin içerikliÄŸi de deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸramıştır. Bundan sonra Rumeli deyimi, Osmanlı Avrupa'sı ile eÅŸ anlam kazanmıştır. II. Mah mud ve Abdülmecid zamanında Rumeli'de giriÅŸilen ıslahat, Abdü lazîz devrinde ve II. Abdülhamîd'in ilk yıllarında bütün Rumeli'yi kaplayan Bosna, Hersek, Arnavutluk isyanlarına, Sırp ve KaradaÄŸ savaÅŸlarına ve en sonda 1877-1878 Türk-Rus sa vaşı ile sırasıyle Sırbistan, Yunanistan, KaradaÄŸ devletlerinin teÅŸekkülüne ve Bulgaristan prensliÄŸinin ortaya çıkmasına en gel olamamıştır. Berlin kongresi sonunda Rumeli, Ä°ÅŸkodra, ManasÂtır, Yanya, Kosova, Selanik ve Edirne olmak üzere 6 vilâyet ten ibaret Makedonya, Arnavutluk ve Trakya topraklarını içine alan bir deyim hâline gelmiÅŸtir. Berlin kongresi karar ları üzerine Filibe ve ZaÄŸra sancaklarından oluÅŸan DoÄŸu Rumeli 1885'te bir oldu bitti ile Bulgaristan prensliÄŸine katıldı ve bu siyasî deyim ortadan kalkmış oldu. Yine bu kongre kararlarına göre büyük devletler temsilcilerinden oluÅŸan Rumeli ıslahat komisyonu andlaÅŸmanın 23. maddesine göre 1880 tari hinde Osmanlı hükümetince hazırlanan Rumeli vilâyetleri kanuÂnunu tasvib etti. Ancak Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve KaradaÄŸ hükümetlerince desteklenen ve Komiteci denilen Rum, Ulah, Sırp ve Bulgar çeteler bu kanuna raÄŸmen Rumeli'de asayiÅŸin saÄŸlanmasını engellediler. 1896'da hükümet yeni bir ıslahat kararnamesi çıkardı. 1902'de ise Rumeli vilâyetleri bir mü fettiÅŸlik hâlinde birleÅŸtirildi. Hüseyin Hilmi PaÅŸa bu göreve getirildi. Yeni teÅŸkilât kısa zamanda iyi bir idare kurduÄŸu gibi, adaleti de saÄŸlamaya muvaffak oldu. Ama komitecilik hareketleri bir türlü önlenemedi. Buna karşılık Genç Türkler Rumeli'yi TürkleÅŸtirme çabası içine girdiler. Bu da Balkan savaÅŸÂ larının gerçek sebeblerinden biri oldu. Öte yandan Rusya ile Avusturya 1897'de Rumeli için yeni bir tasarı üzerinde anlaÅŸtılar. Buna göre Yanya ile Ä°ÅŸkodra gölü arasında küçük bir ArnaÂvutluk prensliÄŸi kurulacak, Makedonya toprakları da küçük Balkan hükümetleri arasında âdilâne ölçüler içinde bölüşüle cekti. Buna Makedonya'yı da DoÄŸu Rumeli gibi kendisine katmak isteyen Bulgaristan karşı çıktı. Merkezi Selanik olmak üzere muhtar bir Makedonya eyâletinin kurulmasını önerdi. Avusturya ve Rusya Bâb-ı âlî'yi desteklemekle bu öneri geri çevrildi. Bu da eÅŸkıyalığın ve çeteciliÄŸin Bulgaristan tarafın dan desteklenip yayılmasına yol açtı. Bu hal 1908 MeÅŸrutiye tinin ilânına deÄŸin sürdü. MeÅŸrutiyet idaresinin kötü bir ÅŸoÂvenizmle icrââta kalkışması Arnavutların ayaklanmalarına se beb oldu. Mazhar ve Mabmud Åževket paÅŸaların büyük gayreti ile bastırılan isyandan sonra hükümet, Rumeli'de en güçlü dayanak olarak bilinen Arnavutlar'ı yeniden kazanmak için Sultan Reşâd'ı Rumeli'de bir geziye çıkardı. Ama, Ä°talya'nın teÅŸviki ile Arna vutlar 1911'de Mısır hidivliÄŸi statüsü paralelinde muhtar bir Arnavutluk kurulması amacıyla tekrar ayaklandılar. Öteki Balkan hükümetleri Rumeli'de böyle bir ArnavutluÄŸun doÄŸmasına taraftar olmadıkları için Bulgaristan'ın muhtar Makedonya eyâleti projesi üzerinde anlaÅŸtılar .Böylece Rumeli'nin son bölümleri de Edirne vilâyetinin doÄŸu ke simleri hariç, Türk egemenliÄŸinden çıkmış oldu. Bundan son ra Rumeli deyimi, ÅŸanlı geçmiÅŸten kalan nice deyimler gibi bir h atıra oldu. Sadece 1919'da Rumeli Müdafa'a-i Hukuk Cem'iy- yeti adı ile bir kez daha geçici olarak canlandı Hattâ PaÅŸaeli deyimi dahi DoÄŸu ve Batı Trakya deyimleri karşısında unutuldu. (Ä°. ParmaksızoÄŸlu)
Rumeli'nin Çerçevesi
Bu bahiste klasik Rumeli Eyaleti (Beylerbeyiliği) sahası ele alınacaktır. Öz ü (Silistre) eyaletini de -Rumeli eyaletinden ayrıldığı için- bu bahse katıyorum. Yalnız Bosna-Hersek, Macaristan ve Romanya ile Kırım, ayrı bahisler de tetkik edilecektir. Şu halde bu bahsimizde ele alınan Rumeli'nin sınırları -kabaca- şöyle oluyor:
İstanbul ve -ayrı bahiste gördüğümüz- Edirne şehirleri dışında bugün Türkiye'nin Doğu Trakya'sı, Bulgaristan ve Arnavutluk'un, tamamı, bütün ada ları ve Mora dışında Yunanistan, Makedonya, Kosova, Karadağ, Sırbistan, Romanya'dan Dobruca, Moldavya ile Ukrayna'nın Kırım'a kadar olan Karadeniz sahilleri.
Bosna-Hersek ayrı bahiste görülecektir. Yugoslavya'nın Voyvodina bölÂgesi ile Hırvatistan, Slovenya ise Macaristan'la birlikte incelenecektir. RomanÂya ve Kırım için de ayrı birer bahis açacağım.
Ele aldığım bu çerçeve, büyük bir çerçevedir ve Balkanlar'in büyük kısmı nı içine almakta, Moldavya, Besarabya ve Ukrayna'ya taşmaktadır. Karadeniz'le Adriyatik arasında uzanmaktadır.
Bu çerçeve içindeki ülkeleri Evliya Çelebi'den çok kısaca hulâsa edece ğim. Yalnız daha önce umumî şeyler söyliyeceğim.
«Rumeli» kelimesi çok geniş ve değişik manâlı olarak kullanılmıştır. Bura da tafsilâta girmiyeceğim. Yalnız okuyucuma, bir kaç cümle ile öncelik bilgi sunmak isterim:
Kelimenin Osmanlı terminolojisindeki en geniş mânâsı, Osmanlı idaresin de bulunan ve Tuna güneyinde kalan bütün Balkanlar'dır. Romanya (Dobruca hariç) ve Macaristan'la o sıralarda Macaristan kapsamına giren Sava kuzeyin deki Yugoslavya, Rumeli kelimesinin delâlet ettiği saha dışında kalır. XVI. asır dan itibaren Bosna-Hersek de bu sahanın dışında bırakılmıştır. Kelime daha dar mânâda da kullanılmış, bazan yalnız bugünki Bulgaristan kasdedilmiştir. Ege ve İyonya Adaları da, Rumeli dışında sayılmıştır. XIX. asır başlarında ve bazan daha evvel Mora ile Attika da Rumeli medlulü dışında kalmıştır.
Rumeli eyâleti kurulduğu zaman, merkezi Edirne idi. Rumeli beylerbeyisi olan vezîr paşa bu şehirde oturduğu için «Paşa İli» denmiştir. 1453'te eyâlet merkezi Filibe'ye, XVI. asrın ilk yıllarında Sofya'ya götürüldü. Arada Manas tır'da oturan beylerbeyiler de olmakla beraber artık Sofya, eyâletin merkezi olarak kaldı.
Üsküb sancağı, 6 ocak 1392'de şehrin Paşa Yiğit Bey'ce fethi ile kuruldu. İlk sancak beyi odur (6.1.1392 - 1414). Sonra yerine oğlu İshak (1414 - 1439) ve torunu İsâ (1439 - 1463) Beyler geçtiler.
Köstendil sancağı, 3 yıl sonra, 1395'te kuruldu. Daha önce burada, padiÅŸaÂha tabî bir Bulgar kralcığı hüküm sürüyordu. Ohri sancağı da aynı yıl kuruldu. Bu sancak da aynı hükümdarın (Kral Marko) idaresinde idi. 1519-30 arasınÂda Florina sancağı kuruldu ise de, sonra tekrar kaza hâline getirilip laÄŸv olun du.
1521 ‘de Rumeli eyâleti en geniÅŸ sınırlarına kavuÅŸmuÅŸ, 32 sancak olmuÅŸtu. Bosna eyâleti kurulunca, Rumeli eyâleti küçüldü; zîrâ bu eyâletin kuzey-batı sancakları üzerinde kurulmuÅŸtu. Budin eyâleti kurulunca da Semendire sancaÂğı, Rumeli'nden alınıp bu eyâlete verilmiÅŸti. 1608'de Özü eyâletinin kurulması ile Rumeli eyâleti, esaslı ÅŸekilde bölündü ve küçüldü. 1715'te Mora eyâleti ku rulunca, burası da Rumeli eyaletinden ayrılmış oldu. III. Selim zamanında (1789-1807) Rumeli eyâleti merkezi Sofya'dan Edirne'ye, II. Mahmud zama nında ise (1808-1839) Manastır'a alındı. 1864'te merkezi Rusçuk olmak üze re bu Rumeli eyâleti üzerinde «Tuna Vilâyeti» kuruldu ve 1878'e kadar devam etti.
Eyâletin Ege üzerindeki en mühim limanı Selanik idi. Selanik, 493 yıl Türk hâkimiyetinde yaşadı (1387-1389 = 2 + 1394 - VIII.1402 = 8 + 29.111.1430 - 8.XI.1912 = 482, 7, 10).
Türk Osmanlı fethi baÅŸladığı zaman, Bulgaristan'daki son krallık hânedâ nı Kuman asıllı, yâni Türk'tü. Ortodoks Hıristiyan bir Güney Slav krallığı idi. Bizans kültürü te'sîri derindi. 1364'te Kral Ä°van Aleksandr ölmüş, oÄŸullarından büyüğü ÅžiÅŸman, Tırnova merkez olmak üzere yerine geçmekle beraber, küçü ğü Stratsimir de Vidin'de saltanat sürmeye baÅŸlamıştı. Ayrıca Dobruca prensliÂÄŸi, Varna merkez olmak üzere, Dobrotiç'in idaresinde idi. Bu parçalanmadan cesaret alan kuzeyin kudretli Katolik krallığı Macaristan, 1364-68 arasında, Bulgaristan'ın kuzey-batı ucundaki Vidin'i iÅŸgal etti. Kral ÅžiÅŸman, kızkardeÅŸi Maria'yı I. Murâd'a vererek, Osmanlılar'la yakınlaÅŸmıya çalıştı. Ancak, 1362'de baÅŸlıyan Osmanlılar'ın Bulgaristan fütuhatı, hızla ilerledi. 1379'da ve ya bir kaç yıl sonra, Sofya da Osmanlılar'ca fethedildi. 16 temmuz 1391'de Yıl dırım Bâyezîd, krallığın taht ÅŸehri olan Tırnova'yı aldı. Ancak ÅžiÅŸman'a NiÄŸbo lu'yu vererek, kral unvanını taşımasına izin verdi. Yıldırım, 17 mayıs 1395'te BükreÅŸ yakınlarında -aynı adı taşıyan ırmağın kıyısında- ArgeÅŸo meydan mu harebesinde Eflâk prensi Mirçea'yı yendi ve Eflâk (Ulahya) Romen Ortodoks prensliÄŸi, Osmanlı Ä°mparatorluğıı'nu metbû tanıdı ve yıllık vergiye baÄŸlandı. Bu suretle Tuna'nın kuzeyinde büyük bir ülke ele geçirilmiÅŸ oldu. 2 haziran 1 395'te Kral ÅžiÅŸman, Osmanlı NiÄŸbolu kalesinde, unvanından baÅŸka bir ÅŸeye sahip olmaksızın öldü. KardeÅŸi Stratsimir ise, Vidin'de idi. Yıldırım, NiÄŸbolu zaferinden hemen sonra, 1396 ekiminde Vidin'i de alarak son Bulgar prensliÄŸi ne son verdi.
Bu suretle Rumeli eyâletinin ana toprakları fethedilmiş oluyordu. Bulgaris tan topraklarında, bu eyâlete bağlı olarak, Sofya, Çirmen, Silistre, Niğbolu ve Vidin sancakları kuruldu. Son 3 sancak, baştan başa, Karadeniz'den Sırbis tan'a kadar, Tuna'nin güneyindeki ülkeleri içine alıyordu. Çirmen sancağına Rodoplar bölgesi ve Filibe dâhildi.
Türkler'in fethi sırasında Bulgaristan'da ÅŸehir denecek merkezler hemen hemen yoktu. Bir köy, kasaba ve çoban ülkesi idi. Bulgar kasabaları, mühim Türk ÅŸehirleri hâline geldi ve Anadolu'dan gelen yüz binlerce Türk'le iskân edildi. Daha 1455'te Filibe ÅŸehrindeki 6.500 nüfusun ancak 500 kadarı Hıristi yan, gerisi Türk'tü. Rumeli eyâleti merkezi yapılan Sofya'yı ve diÄŸer ÅŸehirleri bununla mııkaayese ediniz. XVI. hele XVII. asırda Bulgaristan, büyük Türk ÅŸehirlerinin yükseldiÄŸi bir Türk ülkesi idi. 1520'de Sofya, Vidin, Silistre, NiÄŸboÂlu, Çirmen, toplam bugünki Bulgaristan'ı içine alan Rumeli eyâletinin sâdece 5 sancağında nüfus 1.250.000'di. Bu asırda ve XVII. asırda bu nüfus, bir kaç mis lini buldu. I566'da, Kaanûnî Sultan Süleyman'ın sonuncu (Sigetvar) seferinde yalnız Batı Bulgaristan'dan Orduy-ı Hümâyûn için 174.290 koyun satın alınmışÂtı (A. Refik, Türk idaresinde Bulgaristan, no. 3).
Bulgar tarihçisi N.V.Michoff, XIX. asırda bugünki Bulgaristan nüfûsunun içte birinin Türk, içte ikisinin Bulgar olduÄŸunu ileri sürmüşse de, Türk veÂsikalarının tedkıyki, nüfûsun aÅŸağı yukarı Türkler'le, Bulgarlar arasında yarı ya rıya olduÄŸunu göstermektedir. Yalnız Müslüman nüfûsun 500.000'e yakını Türk deÄŸil, «Pomak» denen Müslüman Bulgar'dı. Bunların ana dilleri Bulgarca idi ve XVI-XVII. asırlarda ihtida etmiÅŸlerdi. Bunlar dışında da ayrı Türk-Müslüman unsurlar yoktu. Çok az Arnavut yaşıyordu. Ancak Midhat PaÅŸa, Tuna valisi olunca, Bulgar nüfûsun, daha evvelki devirlere göre çoÄŸaldığını anlıya rak ülkeye 90.000'e yakın ÇerkeÅŸ ve 100.000 kadar Kırım Türkü (Tatar) getiÂrip yerleÅŸtirdi. 160.000 kadar Türk'ü de bugünki Bulgaristan'a iskân eden MidÂhat PaÅŸa, bu suretle 350.000 Türk nüfûsu getirterek, Bulgar nüfûsuna kesin bir üstünlük saÄŸladı. Ruslar'ca hareket ettirilen Bulgar âsîlerini de en kesin ve sü ratli tedbirlerle tepeledi. Fakat bu ÅŸahane tedbirler, Bulgaristan'ın kaybını önliyemedi ve Türk sınırının Tuna'dan tâ Meric'e çekilmesini engelliyemedi. Zîrâ iç yönelimde fevkalâde parlak bir genel vâlî, Ä°ngilizler'in Hindistan'a ve diÄŸer sömürgelere gönderdikleri en parlak genel valiler derecesinde baÅŸarılı bir dev let adamı olan Midhat PaÅŸa, dış siyâsette ve yüksek devlet idaresinde inatçı bir câhilden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildi. Devleti -kaçınılması mümkin - Rus harbine sü rüküyenlerin başında gelir. Bu harbi kaybeden Türkiye de, Bulgaristan'ı ve Tu na sınırını elden çıkarmış oldu. Eski Rumeli eyaletinin en seçkin ülkeleri üze rinde kurulmuÅŸ olan Tuna eyâleti, kaybedildi. Bulgar tarihçisi Michoff, Türk idaresinin sonuna doÄŸru, 93 felâketinden hemen önce, 1876'da, Filibe, Vidin, Åžumnu, Rusçuk, Razgrad, Varna, Plevne, Eskicum'a, Eski ZaÄŸra, Yeni ZaÄŸ ra, Osmanpazarı ÅŸehirlerinde Türk nüfûsun çoÄŸunluk, yalnız Sofya ve Tırnova ÅŸehirlerinde Bulgarlar'in çoÄŸunluk olduÄŸunu, büyük eserinde kaydetmektedir ( La Population de la Turquie et de la Bulgarie , 3 c, Sofya, 1915 - 29).
Günümüz Alman tarihçisi Friedrich-Karl Kienitz, şöyle der: «Osmanlı devrinde Ä°stanbul, Bursa ve Edirne, târihte hiç bir zaman ulaÅŸamadıkları bir ih tiÅŸama ve nüfûsa ulaÅŸtılar. Sofya, Filibe, Selanik, Ãœsküb, Manastır, YeniÅŸehir (Tesalya), Yanya, Belgrad çok geliÅŸti. Osmanlı'dan önce Bosna-Hersek ve ArÂnavutluk'ta ÅŸehir diye bir ÅŸey yoktu. Osmanlılar, Tirana, Elbasan, Yenipazar, Mostar, Travnik, Banyaluka, Bosnasarayı ÅŸehirlerini kurdular. XVI. asır başın da nüfûsu 8.000'den az olan Bosnasarayı'nı bir asırdan az bir müddet içinde 92 mahalleli, 80.000 nüfuslu bir ÅŸehir hâline getirdiler. XVI. asırda Viyana ile Bosnasarayı, aynı büyüklükte, aynı deÄŸerde ÅŸehirlerdi. Bu devirde 37.000 nüfu suyle Kolonya (Köln), Frankfurt, Hamburg, Nürnberg, Augsburg ise, Türk Bosnasarayı ile mukayese kabul etmez derecede küçük ve geri idiler. Ama OsÂmanlı alâkasının, Rumeli'ne, Avrupa'ya kayması, Anadolu ÅŸehirlerindeki canlı geliÅŸmeyi yavaÅŸlattı... Ãœsküb, çok büyük bir ÅŸehir hâline geldi. Kuzeydeki büÂyük su yolu, Vardar üzerinde II. Murâd'ın TaÅŸköprü'sü, büyük eserlerdir. 26 Nisan 1963 zelzelesinde bütün Ãœsküb yıkıldığı halde bu TaÅŸköprü, en ufak çö küntü göstermeksizin ayakta kalmayı baÅŸarmıştır. Gerçekten sabah saat 5.20'- deki bu büyük zelzele, 35.000 küsur binayı yıktı, 1.200 kiÅŸinin ölümüne sebeb oldu, ÅŸehrin % 80'i harabe hâline geldi. Müze hâline getirilmiÅŸ olan KurÅŸunlu Han'la bütün câmîler de hasar gördü. Yalnız 1566'da Sigetvar zaferi ÅŸerefine Osmanlılar'in ÅŸehre diktikleri Saat Kulesi, en ufak zarar görmedi... Türkler, Bosnasarayı'ndan sonra Bosna-Hersek'te 1452'de Mostar ve 1474'te Banyaluka ÅŸehirlerini kurdular. 1520'de Bosnasarayı'nda tek meskûn Hıristiyan yoktu. 1538'de ÅŸehre Hıristiyanlar da yerleÅŸmiye baÅŸladılar. Buna raÄŸmen 1655'te bi le ÅŸehirdeki Hıristiyan nüfûs ancak % 1 (Banyaluka ÅŸehrinde % 6) idi. Kaanûnî'nin halazâdesi Gazi Husrev PaÅŸa, Bosnasarayı'nı küçük bir Ä°stanbul hâline getirdi, Ä°stanbul'u örnek alarak îmâr etti. Bu Bosna ÅŸehirlerindeki Hıristiyan nüfus, XVI-XVII. asırlarda, Ä°stanbul ve herhangi bir Anadolu ÅŸehrindeki HırisÂtiyan nüfûsa nisbetle, çok daha düşüktü... Tirana da 1600 yılında Süleyman Pa şa tarafından kuruldu... 1461'de Türkler, Yenipazar ÅŸehrini kurdular. PriÅŸti ne'yi, daha önce kurmuÅŸlardı... Tesalya ÅŸehirlerinin ekserisinin kurucusu, II. Muradın ünlü akıncı kumandanı Gazi Turhan PaÅŸa'dır. Meselâ Tırhala'yı o kurmuÅŸtur. Tesalya'da bugün yoksul bir kasaba olan Ambelakia, XVI-XVIII. asırlarda, bilhassa pamuklu dokuma merkezi olarak pek çok parladı. Bugün Ambelakia, bir küçük köydür. Buraya uÄŸrayan hiç kimse, daha 200 yıl önce Av rupa'nın en mühim endüstri merkezlerinden birisi olduÄŸunu aklının ucundan geçiremez. Türkler, geç devirlerde de ÅŸehirler kurarak Balkanlar'ı ÅŸenlendirdiÂler. Mesela KruÅŸevo, 1770'de kurulmuÅŸtur.
Rumeli'nin Etnik ve Siyasî Durumu
Geniş mânâsıyle Rumeli, bir Türk ülkesidir. İmparatorluğun vazgeçilemez iki kanadından biridir : Anadolu ve Rumeli. Bu kanallardan biri kopunca yalnız imparatorluğun değil, dünyâ siyâsetinin dengesi değişmiş. Birinci Cihan Harbi bu zemin içinde kolayca gerçekleştirmiştir.
Balkanlar'a Orta ÇaÄŸ'da Hunlar, Avarlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Kuman lar, OÄŸuzlar gibi Gök Tanrı dininden pek çok Türk kavmi ve devleti uzun zaÂman hâkimiyet kurmuÅŸsa da, bu büyük ülke, esas bakımdan, Osmanlı fethin den, Müslüman Türk hâkimiyetinden önce, Bizans dominyonudur. Güneyde Yunanlılar, batıda Arnavutlar, kuzeyde Rumenler ve kuzeybatıda Macarlar, Slav deÄŸillerdir. Fakat Balkanlarda esas bakımdan Slavlık ağır basmaktadır. Bulgarlar, onların bir kolu olan Makedonlar, Sırplar, onların bir kolu olan Hırvatlar ve Hırvatlar'ın bir kolu olan BoÅŸnaklar ve KaradaÄŸlılar, Slav kavimler dir.
Balkanlar'a Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebi, dolayısıyle bu mezhebin başı, temsilcisi ve koruyucusu Bizans hâkimdir. Bizans kültürü yaygın ve derinÂdir. Yalnız Bulgarlar ve Sırplar gibi Slavlar deÄŸil, Yunanlılar ve Romenler gibi Slav olmıyan Balkan kavimleri de Ortodoks'tur. Fakat kuzeybatıya çıkıldıkça Bizans te'siri yerini Latin, Roma, Papa te'sirlerine bırakmakta ve Hırvatlar, Macarlar gibi tamamen Katolik kavimlerin meskûn bulunduÄŸu bölge baÅŸlamakÂtadır. Onun için Hırvatistan ve Slovenya, Macaristan'ın dominyonlarıdır. ArnaÂvutluk'ta ise çoÄŸunluk Ortodoks, azınlık Katolik'tir. Bosna'da Katoliklik hâkim gibiyse de, Bogomil mezhebi, bu hakimiyeti geniÅŸ ÅŸekilde ihlâl etmiÅŸtir. Hulâ sa, Osnıanlılar'ın Rumeli'ne ayak basmalarının arifesinde yarımadanın Orto doks olan büyük kısmına Bizans, Katolik olan daha küçük kısmına Macaristan hâkimdir. Bu hâkimiyetin siyâsî olmadığı zamanlarda bile kültür ve te'sir çizgi leri, bu ÅŸekildedir.
Zayıf bir Bulgaristan krallığı vardır ama, Bizans tesirindedir. Zayıf bir Sır bistan prensliği vardır ama, Bizans ve Macar atraksiyonu arasında oynamakta dır. Arnavut prenslikleri Bizans ve İtalya devletleri arasında nüfuz sahalarına bölüşülmüştür.
Burada çok ehemmiyetle belirtmek icab eden bir nokta, gerek Türk fethi sırasında, gerek Türk fethinin ilk asırlarında Slavlık'ın kuzey sınırları, bugünkinden çok güneydedir. Sava'nın kuzeyi bugün olduÄŸu gibi Slav ülkeleri deÄŸil dir (Banat, Voyvodina, Slavonya), Macarlar'la meskûn Macar ülkeleridir. MaÂcarlar, Türkler gibi Tûrân kavimlerinden biridir. Ne Slav, ne Romenler gibi La tin, ne de Yunanlılar ve Arnavutlar gibi Hind-Avrupa (Ârî) ırklarından bir gruptur. Türkler gibi Asya'dan gelmiÅŸ bir Tûrân kavmidir. Katolik olunca, 1000 yılları civarında, Latin kültür dairesine girmiÅŸlerdir. Türk fütuhatının ari fesinde Bizans Ä°mparatorluÄŸu, manevî ve kültürel tesirleri ve prestiji muazzam, fakat çok zayıflamış bir siyasî varlıktır. Macaristan Krallığı ise, son derecede kudretli bir kara devletidir, pek kuvvetli ordusu vardır, Karadeniz'le Adriyatik arasında uzanmakta, Çekoslovakya, hattâ bir ara Polonya'ya da hâkim bulun maktadır. Binaenaleyh Türk fethine karşı Bizans'ın siyâseti diplomasi, hîle, müttefik aramak, prenses takdîm etmektir. Macaristan'ın siyaseti ise, doÄŸru dan doÄŸruya silâhtır. Kudretli ordusu, Türkler'in Balkanlar'da ilerlemesine kar şı en büyük maddî engeldir. XVII. asra kadar Türk fütuhatının karşısına çıka bilmiÅŸ en büyük ÅŸahsiyet olan Hunyadi YanoÅŸ, Macaristan krallığının baÅŸku mandanıdır ve oÄŸlu, Macaristan kralı olmuÅŸtur.
Venedik faktöründen bahsedilmedikçe, Türk fethi sırasındaki Balkanlar dengesini anlamakta eksiklik hâsıl olur. Macaristan nasıl ordusu ile Hıristiyan'lığın ÅŸeddi ise, Venedik de donanması ile aynı durumdadır ve denizleri OsmanÂlı'ya kapatma iÅŸinde baÅŸ çekmekte, bu misyonun ÅŸampiyonluÄŸunu yapmaktadır. O çaÄŸ dünyasının en ince diplomasi ve haberalma teÅŸkilâtına sahip olan VeneÂdik Cumhuriyeti, bir asiller oligarÅŸisidir, yalnız kralları yoktur. Fakat en korku verici tarafı donanmasıdır. Cihan devletinin temellerini atmıya kesin ÅŸekilde karar veren Fâtih Sultan Mehmed, Venedik'in denizdeki bu üstünlüğüne diÅŸ bileÂmekte ve hiç tahammül edememektedir. Fâtih'e kadar Venedik donanması yal nız Türk donanmasından deÄŸil, dünyanın bütün donanmalarından üstündür. HaÅŸmetlû Cumhuriyet, denizler canavarıdır ve XIX. asırda Ä°ngiltere'nin bütün denizlerde yaptığı iÅŸi Akdeniz'de yapmaktadır. Gemilerini kendi yapmakta ve kendi teçhiz edebilmektedir. Kara ordusu mühim deÄŸildir, fakat deniz piyadesi kudretlidir. Osmanlı târihinin 1450'den önceki asrından çok ders almış ve bu asrı hurda teferrüâtıyle ve sebeplerine inerek tetkik etmiÅŸ olan Fâtih Mehmed, Türk donanma ve tersane gücünü iki etapta planlamış ve her iki etapı da gerÂçekleÅŸtirmiÅŸtir. Saltanatının ortalarında, 1460 - 70 arasında gerçekleÅŸtirdiÄŸi ilk safhada Türk donanmasını, Venedik donanmasının üstünde bir güç olarak ge liÅŸtirmiÅŸtir. 1470 - 80 etapında ise Türk donanmasının gücünü, iki Venedik do nanmasına eÅŸit hâle getirmiÅŸtir. Bu iÅŸ, Venedik'i dehÅŸet içinde bırakmış ve Fâ tih'e karşı -sonuncusu baÅŸarıyle neticelenen- 13 suikast teÅŸebbüsünde bulunmaya sevk etmiÅŸtir. Bu iÅŸ, basit bir iÅŸ deÄŸildir. Zîrâ donanma, böylesine dünya nın birinci donanmasını kurmak yalnız para iÅŸi deÄŸildir. Türkiye dünyanın birin ci devletidir ve bütçesi de ona göredir ama, Fâtih, bazı vakıfları devletleÅŸtir mek gibi o zamanın havsalasına sığmıyan tedbirlere bile ihtiyaç göstermiÅŸ, bu husustaki büyük tepkileri, ancak ÅŸahsiyetinin kudretiyle yatıştırabilmiÅŸ, nitekim oÄŸlu II. Bâyezîd, babasının gelirlerini devlet emrine aldığı vakıfları, gene aslî gayelerine iade etmiye mecbur kalmıştır. Çünki bir tek vakfın gelirinin HazîÂneye alınması bile aslında fecî ÅŸeydir, ya bir cami, ya bir köprü, ya bir imaret, ya bir hastahâne gelirsiz kalmakta, personeli dağılmakta, harâbiyete terkedil- mekte ve fonksiyonu sona ermektedir. Buna raÄŸmen Fâtih, çoktan sahih oldu ğu dünyanın birinci ordusunun yanında dünyanın birinci donanmasını da ger- çekleÅŸtimek için para bulmuÅŸtur. Paradan önemlisi, teknik tesisler kurmaktı. Bu gemileri ve teçhizatını Avrupa'dan satın almak düşünülemezdi bile. Türk tersaneleri vardı ama, Fâtih'in tasarladığı gemi inÅŸaatı ve donatımı için tamaÂmen yetersizdi. Tersanelerin ve donatım tesislerinin kurulması, ham maddele rin imparatorluÄŸun çeÅŸitli yerlerinden ne ÅŸekilde getirtileceÄŸinin planlanması, büyük iÅŸti. Fakat bu iÅŸ de oldu. Fâtih öldüğünde Donanmay-ı Hümâyûn, iki Ve nedik donanmasına, baÅŸka bir mukayese ile, dünyanın Türkiye'den sonra gelen en güçlü donanmaya sahip 3 denizci devletin donanmasına eÅŸit bir güçteyti. Do nanma gücünü muhafaza, ordu gücünü muhafazadan çok zordu. Zira bir gemi yi bir kaç yıl sonra kadrodan çıkarmak icab ediyordu. Binâenaleyh Türk tersaneleri bir an bile faaliyetten geri kalmıyor, devamlı gemi tezgâhlayıp donatıyorÂlardı. II.Bâyezîd ve Yavuz da aynı siyaseti tâkıb ettiler. Kaanûnî'ye, bu donanmayı, dünyanın geri kalan bütün donanmaların toplam gücünün üzerinde bir seviyeye çıkarmak iÅŸi kaldı ve bu da bilindiÄŸi gibi gerçekleÅŸti. Bir kaç neslin ay nı programı hiç bozmadan ve tekâmül ettirerek uygulamaları sayesinde, XVI. asırda Osmanlı Cihan Devleti gerçekleÅŸti.
Binâenaleyh MacarisTan müdahalesi olmasaydı Balkanlar'ın fethi kolayla şır, fakat denizlerde Venedik olmasaydı, çok daha kolaylaşırdı. Bazı Avrupalı tarihçilerin Balkanlar'ın fethinin bu ülkelerdeki dezorganizasyon sayesinde m ümkin olduğunu söylemeleri, vazıh şekilde sergilediğim bu tablo karşısında gerçek görünmüyor, hiç olmazsa oldukça eksik bir değerlendirmedir.
Venedik yalnız denizde kalsaydı, iÅŸ gene kolaydı. Ama Balkanlar'da BiÂzans'ın son asırlarındaki zaafından faydalanarak pek çok stratejik mevkii ele geçirmiÅŸti. En doÄŸuda Kıbrıs, Venedik'indi. Girit, Kiklad Adaları, Ä°yonya Ada ları Venedik'indi. Ä°ÅŸkodra ve Preveze, Mora'nın en stratejik limanları Venedik'indi. Bu üsleri temizlemek için Osmanlılar, bir kaç asır uÄŸraÅŸtılar.
Balkanlarda fütuhat, 1352'de Velîahd-Åžehzâde Süleyman PaÅŸa'nın Geli bolu yarımadasına ayak basmasıyle baÅŸladı. 1354'te çok stratejik Gelibolu limaÂnını aldı. Orhan Gazi'nin büyük oÄŸlu ve Balkanlar'ın gerçek fâtihi 1.Murâd'ın aÄŸabeyi olan bu prens., Bolayır'da denizlere ve karalara nazır türbesinde uykuÂya daldığı anda artık «Rumeli Fâtihi» diye anılıyordu. XIV. asrın 3. çeyreÄŸinde bir çok Balkan ülkesi artık TürkleÅŸmeye baÅŸlamıştı. Bu iÅŸin nasıl olduÄŸunu siÂyasî tarih kısmında anlattım. Burada bir kaç cümlelik hulâsa vermek istiyorum:
Nasıl Anadolu'yu iskân eden Türk'lük, Orta Asya'dan, Türkistan'dan, anaÂvatanın anasından gelmiÅŸse, Rumeli'ni iskân eden Türklük de, 1350'lerden baÅŸlıyan ve asırlarca ardı kesilmiyen dalgalar hâlinde, Anadolu'dan geldi. Anadolu Türk nüfusu azaldı ama, Rumeli Türklüğü teÅŸekkül etti ve Osmanlı Ä°mparator luÄŸu gerçekleÅŸti. Her tarafta Türk ÅŸehirleri, kasabaları, köyleri yükseldi. Bir çok bölgede Türk nüfus, ekseriyeti elde etti. 4 toplum ihtida etti. Müslüman ol du ama, Türk'leÅŸemedi. Bosna'daki Hırvatlar, BoÅŸnaklar, Müslüman oldu, faÂkat Sırp-Hırvatça konuÅŸmaya devam ettiler. Arnavutlar'ların dörtte üçü Müslü man oldu, ama onlar da Arnavutça'yı bırakmadılar. Küçük bir Bulgar zümresi (Pomaklar) Müslüman oldular, ama onlar da zamanımıza kadar Bulgarca ko nuÅŸtular. Girit'te bir kısım Rumlar, Müslüman oldular, ama onlar da Yunan ca'yi bırakmadılar. Şüphesiz bunlar küçümsenmesi hayâl edilmez kazançlardı, baskısız, samimî din deÄŸiÅŸtirme, Osmanlı siyasî hâkimiyetinden Osmanlı toplu muna, bir dereceye kadar Osmanlı kültürüne geçmesiydi, fakat TürkleÅŸme de ğildi. TürkleÅŸme için, Türkçe konuÅŸmak ÅŸarttı.
Binâenaleyh Balkan Türklüğü, ancak Anadolu Türklüğü zararına teşekkül edebildi. Pek çok Balkan Türk ailesi, menşe'lerinin Konya yahut Bursa, Aydın veya Ankara olduğunu çok iyi bilmektedirler.
Büyük Türk ÅŸehirleri teÅŸekkül ederken, Balkan kavimleri daha çok köyle re çekildiler. Ama her Balkan ÅŸehrinde Türkler'le bir arada, sadece ayrı mahalÂlelerde yaÅŸamıya devam ettiler. Bunlar hangi dilleri konuÅŸuyorlardı?
Bulgarlar Bulgarca, Makedonlar -Bulgarca'nın bir lehçesi olan- Makedonca, Sırplar Sırpça, Hırvatlar -Sırpça'nın bir şîvesi olan- Hırvatça, BoÅŸnakÂlar -Hırvatça'nın bir şîvesi olan- BoÅŸnakça, KaradaÄŸlılar Sırpça'nın diÄŸer bir şîvesi, Slovenler Slovence. Bunların hepsi Slav dilleri. Romenler -bir Latin di li olan- Romence. Yunanlılar Yunanca ve Arnavutlar Arnavutça. Bütün bu dillerin hepsi Hind-Avrupa (Arî) diller (Slav dilleri dahil). Macarlar'ın konuÅŸtu ğu Macarca ise -Türkçe gibi- bir Ural-Altay (Turan) dili. Dalmaçya'da (Hır vatistan kıyıları) Hırvatça'nın yanına -bir Latin dili olan- Ä°talyanca da sokul muÅŸ durumda. En kuzeybatıda -bir Germen dili olan- Almanca'nın sahası baÅŸlıyor. Katolikler'in yüksek tabakası (asiller ve râhibler), Latince de biliyor lar. Romanya'dan kuzeyde -iki Slav dili olan- Lehçe (Polonya dili) ve Ukran- ca baÅŸlıyor. Macaristan'ın kuzeyinde de Çekçe -ve onun bir lehçesi olan- Slo vakça sahaları baÅŸlıyor. Lehçe, Ukranca, Çekoslovakça -Rusça ve Beyaz Rus ça ile beraber- Kuzey Slav Dilleri grubunu meydana getirir. Görüldüğü gibi Balkanlar'da ve ötesinde, Arî gruptan olmıyan sadece Türkçe ile Macarca var.
Balkan Türklüğü
Bugün Türklük'ten eser bulunmıyan bir çok büyük ÅŸehir, o asırlarda çoÂÄŸunlukla Türkler'in oturduÄŸu beldeler halindedir. Meselâ Belgrad'da 224 ca mi, 6 kervansaray, 3.700 dükkanlı büyük çarşı, ayrıca baÅŸka çarşılar, 98.000 nü fus ve 20.000 kiÅŸilik bir Türk garnizonu vardır (Evliya, V,381). NiÅŸ, 2.060 ha neli, 22 ilkokullu, 200 dükkanlı bir Türk ÅŸehridir (Evliya,V,363-4). Gene buÂgün Makedonya'da kalan ve 1912'ye kadar Türkiye'nin olan Manastır'da. XX. asrın ilk yıllarında 25 cami vardı. I957'de 10'u ayakta durmaktadır (Tomovsky, Les Mosques de Bitola, Ãœsküb, 1957).
Daha 1462'de Prens Dukas (XXV), o yıllar için mübalağalı olabilecek şu ifâdede bulunmuştur: «Bana kalırsa bugünki günde Gelibolu Boğazi'ndan Tuna'ya kadar olan yerlerde bulunan Türkler, Anadolu'daki Osmanlı tab'ası olan bir kısım Türkler'den fazladır».
Hıristiyan din ve akıydesine en küçük bir sataÅŸma bahis mevzuu deÄŸildir. AsayiÅŸi bozmıyan her Hıristiyan tab'a «vedîat'Ullâh»dır, Tann'nın Türk'e emanetidir. «Sırbistan'da her ÅŸeyden önce Osmanlı idaresinde Hıristiyan kavimleri tamamen yok olmaktan korkmakla kalmayıp, aksine olarak asırlarca sonra tek rar hürriyetlerine kavuÅŸmalarına yol açan ve Hıristiyan Balkan kavimlerinin mınnetdâr oldukları dinî müsamaha mevcuttu. Kiliseler ve manastılar, kavmî ÅŸuurun uyanık bulundurulmasına, dilin himayesine ve halk âdetlerinin muhafaÂzasına fevkalâde çok hizmet ediyordu» (A. Hajek, Sırbistan, Ä°slâm Ans., 561a). Pek çok ÅŸehir verilip alınmıştır. En çok Venedik, kıylarındaki üslerini bı rakmamak için fevkalâde, bazan asırlarca direnmiÅŸ, bu üslerin bazıları Türkler'le Venedikliler arasında bir kaç defa el deÄŸiÅŸtirmiÅŸ, sonunda Venedik, KuÂzey Dalmaçya sahili hâriç, tamamen Balkanlar'dan sökülüp atılmıştır. 1503'te Elbasan sancak beyi Ä°sâ Bey oÄŸlu Mehmed Bey, Draç limanını Venedikliler' den kesin ÅŸekilde almıştır. Avlonya limanını ise kesin ÅŸekilde ancak Kaanûnî devrinde Korfu- Pulya sefer-i hümâyûnunda Vezîr-i âzam Ayas PaÅŸa, Vene dik'ten felhetmiÅŸtir.
Bazı bölgeler, o kadar Türk'leÅŸip Ä°slâm'laÅŸmıştır ki, 1878 ve 1912 facia, b üyük göç ve imhalarına raÄŸmen bugün de Balkanlar'in bazı bölgeleri Türk veÂya Müslüman'dır. Bosna-Hersek'te Müslüman BoÅŸnaklar, bugün nüfûsun müÂhim bir kısmını teÅŸkil ediyorlar. Arnavutluk'un üçte ikisinden fazlası bugün de Müslüman'dır. Yugoslavya'nın Kosova eyaletinde Müslüman Arnavutlar tam ekseriyette oldukları gibi, Makedonya devletinde de çok Müslüman Arnavut vardır. Yunanistan'ın Epir eyaletinde de bazı Müslüman Arnavutlar hâlâ yaşı yor. Bulgaristan'da Müslüman Bulgarlar (Pomaklar), Bulgarca konuÅŸtukları halde, hâlâ Abdullah, Mehmed, Emine, Fatma gibi Türk ismi almakta, asla Bulgar ismi almamakta ve Müslüman dinini korkunç baskılara karşı muhafaza etmektedirler. Yalnız Müslüman Rumlar, Girit'ten tamamen sürülmüş, bunların hepsi Türkiye'ye gelmiÅŸ, ve ÅŸimdi tamamen Rumca'yı unutarak Türk'leÅŸmiÅŸlerdir.
Bugün Balkanlar'da doÄŸrudan doÄŸruya Türk sahaları da vardır: Arnavut luk'ta küçük bir Türk azınlığı bulunmaktadır. Yunanistan'da Batı Trakya'da Türkler'in imhası mümkin olamamıştır. Rodos ve bir iki adada ise Türkler, çok azalmıştır. Makedonya'da Ãœsküb çevresinde, bütün göçlere raÄŸmen, hâlâ mühim Türk azınlığı bulunmaktadır. Romanya'da Dobruca'da Türkler hâlâ ek seriyettedir. Yalnız Dobruca Türkleri'nin hepsi Osmanlı (OÄŸuz) deÄŸil, bir kıs mı, hattâ yarıdan fazlası Kırım'dan gelmiÅŸ Kuzey Türkü'dür. Fakat gene de buÂgün en mühim Türk kitlesi, sayıları bir milyonu bulan Bulgaristan Türkleri'dir. Rodoplar'da yaşıyanlar imha edilmek için büyük baskı altındadırlar. Fakat asıl büyük Türk kitlesi, Güney Dobruca, bilhassa Deliorman'da (KuzeydoÄŸu Bulga ristan) yaÅŸamakta ve ekseriyet teÅŸkil ettikleri için kendilerini imha etmek kaa bil olmamaktadır.
1762 haziranında Rucer Yosip Boşkoviç'in Hâtıra Defteri'ndc şu notları okuyoruz (Târih Dergisi, XII, 203, 216):
«Dobruca'da Yenipazar'a vardık. Bu yer, Türk ve Hıristiyanlar'in karışık oturdukları bir köy. 50 hane Bulgar ve 250 hâne Türk. Bir kaç hâne de Ulah (Romen) var. Ben bir Ulah evine indim. Sahibi fakirdi ve ancak bir yıl önce bu köye yerleÅŸmiÅŸti. Türk paÅŸalarının idaresinde tahammül edilebilir bir hayat yaÂÅŸanabildiÄŸini, onun için bir çok Romen'in Dobruca'ya geldiÄŸini, Romanya'da Hıristiyan voyvodaların köylüleri soyup sovana çevirdiklerini söyledi...
«Dobruca'dan çıkıp Tuna'nın batı yarısı üzerinde Ä°brâil ÅŸehrine geldik. Ne hir üzerindeki Türk tersanesinde ‘karavela' denen büyük bir gemi inşâ hâlinde idi. Ä°stanbullu armatör Ä°shak AÄŸa için inşâ ediliyordu. Bu büyük gemiyi, Ä°stanÂbul'la Ä°skenderiyye (Mısır) arasında iÅŸletecekti. 70 arşın uzunluÄŸunda ve 17 ar şın geniÅŸliÄŸinde idi. Bu gemi, bir zamanlar bindiÄŸim Venedik'in 84 toplu Sen Karl harb gemisinden çok büyüktü».
Balkanlar'in her tarafının her bakımdan Türk'leÅŸtiÄŸine ait kayıtlar sonsuz dur. MareÅŸal von Moltke'nin 19 mayıs 1837'de Tırnova'yı ve 2 gün sonra KıÂzanlık'ı nasıl tasvir ettiÄŸini görelim (s. 105-9). Tırnova, Balkan DaÄŸları'nın kuÂzey ve Kızanlık güney eteklerinde iki küçük ÅŸehirdir:
«Harikulade güzel bir ülke burası: Her ÅŸey yeÅŸil. Derin vadilerin yamaçlaÂrı ıhlamur ve ahlat aÄŸaçları ile kaplı. GeniÅŸ çemenlikler, dereleri çeviriyor. Be reketli buÄŸday tarlaları ovaları kaplıyor ve ekilmiyen sahalar bile hayvanlar için zengin çayırlarla örtülü. Teker teker dağılmış bir çok aÄŸaçlar ayrı cazibe veri yor ve koyu gölgelerini açık yeÅŸil zemin üzerine seriyorlar. Tuna vadisinin Des sau'daki görünüşüne pek benziyor... Tuna'ya yaklaÅŸtıkça yalnız Türk köylerine rastlanıyor. Bu bölgede hiç Bulgar köyü yok gibi. Tırnova'da Türkler'den baÅŸÂ ka Bulgar ve Rumlar da var. II. Sultan Mahmud, Tırnova'ya girerken, ÅŸehrin çok açığından itibaren halk iki sıralı dizilmiÅŸti. Redif askerleri selâm duruyor du. Rum kadınları Basilius'un (Roma Ä°mparatoru yâni padiÅŸah) geliÅŸini seyrelÂmek için düz damları ve terasları doldurmuÅŸlar. Ben bu ÅŸehir kadar romantik mevki'li bir yer görmedim...
«Tırnova'dan güneye doÄŸru Kızanlık'a yaklaşırken tâ uzaktan, dev gibi ceviz aÄŸaçlarından müteÅŸekkil bir ormancık göründü. Kızanlık, iÅŸte bu ormancı ğın içinde. Burada minareler bile altında gömülü oldukları yaprak ve daldan te peler altından meydana yıkamıyordu. Öylesine sık ve ulu aÄŸaçlardı. Ceviz, mu hakkak ki çok güzel aÄŸaç. Dalları ufkî ÅŸekilde 100 ayaktan daha geniÅŸ çapla bir sahaya yayılanlarını gördüm. GeniÅŸ yapraklarının son derecede taze yeÅŸili, kubÂbesinin altındaki loÅŸluk, gövdenin çevresinde yetiÅŸen bitkiler, nihayet bu aÄŸaçlaÂrın yakınlarında yetiÅŸtikleri dereler ve pınarların şırıltıları, harikulade. Bu aÄŸaç lar aynı zamanda bülbüllerin ve güvercinlerin sarayları. Su bolluÄŸu kolayca ta savvur edilemez. Yolda bir pınara rastladım, çakıllı zeminden 9 pus kalınlığın da dik ÅŸekilde yukarı fışkırıyor, sonra küçük bir dere hâlinde akıp gidiyor. Lom burdiya'da olduÄŸu gibi, bütün bahçeler ve tarlalar, hendekler ve arklardan ÅŸarıl ÅŸarıl akan sularla her gün sulanıyor. Bülün vâdî, bahtiyar bir refah ve zengin bir bereketin senbolü, gerçek bir VâdedilmiÅŸ Toprak. Adam boyunda, dalgala nan baÅŸaklarıyle geniÅŸ tarlalar, sayısız koyun ve manda sürüleriyle örtülü çayır lar... Bir yandan da gökten kocaman yaÄŸmur bulutları sarkıyor. Bunlar, daÄŸla rın karlı zirveleri etrafında yığılıyor ve ara sıra tarlaları suluyor, ara sıra da kız gın güneÅŸ bunları tekrar ısıtmak için ışıldıyor. Hava güzel kokularla dolu. Bu nu, harfi harfine ne demek olduÄŸunu bilerek söylüyorum. Zira Kızanlık,